1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Hz. Peygamber(s)’in İstediği, Bu muydu, Sahi?
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Hz. Peygamber(s)’in İstediği, Bu muydu, Sahi?

28 Mayıs 2013 Salı 19:18A+A-

[email protected]

Önce, bir-iki konuda, kısa kısa..

1- Kurtulmuş’un konferansı ve de protestocuları..

24 Mayıs akşamı, AK Parti Gen. Başk. Yard.  Nu’man Kurtulmuş’un Köln Üni’de, Türkiye’nin son 10 yılındaki Değişim Süreci’ni değerlendiren ve 2013-2023 arasındaki 10 yıla aid Gelecek Vizyonu’na dair tahmin ve temennilerini dile getirdiği bir konferansı vardı.

Prof. Kurtulmuş, bir akademisyen olmanın rahatlığı içinde, ele aldığı konuları, genel hatlarıyla kabul edilebilir bir mantıkî çerçeve içinde sundu, 1,5 saat kadar süren konuşmasında..

Bürokratik oligarşinin zayıflatılmasından, 2007 Referandumunda C. Başkanı’nın halk tarafından seçilmesinin kabul edilmesine; 2010 Referandumu’yla anayasa’da yapılan  26 maddelik değişiklik ve bunun sonuçları ile darbe sonuçlarıyla mücadeleden, 12 Eylûl 1980 ve 28 Şubat 1997 müdahalelerinin failleri hakkında açılan dâvalara; darbe teşebbüsçülerinin yargılanmalarına, askerî vesayet sisteminin zayıflatılmasına kadar değişik konular..

2013-2023 arasındaki 10 yıllık Gelecek Vizyonu konusunda da, ’yeni bir anayasa yapmak’tan terörün sona erdirilmesine; anti-demokratik kanunların değiştirilmesinden toplumun bütünlüğünün sağlanması ve hiç bir sosyal, etnik veya inanç kesiminin diğerine  üstün olmasının sözkonusu olamıyacağı’na kadar temenniler..

Sanırım, 300 kadar dinleyicinin, çok büyük bir ekseriyeti genelde iyi bulmuştu konuşmayı.. Konuşma sonrasında, Nu’man Bey salondan ayrıldı..

Tam o sırada.. Benim arkamdaki sıralardan 8-10 kişilik bir grup ayağa fırlayarak,’Sorularımız olacaktı, Numan Bey.. Niye gidiyorsun.. Demokrasi nerede? Güzel konuşmak yeterli mi?’ diye bağırıp çağırmaya başladılar.

Bu 8-10 kişilik grup,  toplantıyı provoke etmek için önceden hazırlıklı geldiklerini hissettiriyorlardı.

Önce, ’Müslümanlar, neredesiniz?’ diye seslendiler. Tebessümden başka bir karşılık alamadılar..

Onlara, ’Siz müslümanları tanımıyorsunuz galiba.. Buyrunuz, ben buradayım..’ deyince,  sustular.

Sonra..

Bayrak nerede? Reyhanlı şehidleri için saygı duruşu nerede?’ gibi lafları sıraladılar.

Yani, her halukârda, bir şeyler bulacaklardı, kendi protesto planlarını sergilemek için..  

Arkasından, bir genç kız, ‘Hükûmet istifa!’ diye bağırmaya  başladı.

Aramızda kısa bir konuşma geçti:

-İstifa edince kimi getireceksiniz, Kılıçdaroğlu’nu ve diğerlerini mi?

*Hayır, onları da istemiyoruz..

-Pekiy, kim gelecek?

*Biz geleceğiz..

-Siz kimsiniz?

*Gençler..

-Katılırsınız seçimlere, gelirseniz, gelirsiniz..

*.....

Sözkonusu grup, salonu terketmekte olanların kendilerine tebessümle bakmalarından bile rahatsız olmuşlardı ki, bu kez de,  ’Faşistler..’ diye bağırmaya başladılar..

Birkaç genç, ’Herkesi rahatsız ediyor, sonra da faşistler diye saldırıyorsunuz.. Asıl faşist sizsiniz..’  diye onlara doğru yürüyünce, bir kavgaya yol açılmadan, durum yatıştırıldı..

Ve grup dışarıya çıktı, yine 8-10 kişi..

Dışarıda, bas-bas bağırıyorlardı:

’-Biz - bizzz… M. Kemal’in askerleriyiz!..’

Biraz önce, ’Müslümanlar neredesiniz?’  diyenler bu kez de resmî ideoloji ikonuna sığınıyorlardı

*

Evet, küçücük bir grup.. Türkiye’de, kendilerini, İP’li, Ergenekoncu, Ulusal-solcu , kemalist’  filan diye tanıtıyorlarmış.. Yani, T.C.’dekilerin uzantıları..

’Sinek küçüktür, ama, mide bulandırır’  taktiğiyle hareket ediyor gibiydiler..

*

2- ’Refsencanî’nin hıyaneti…’ suçlamaları dinmeyecek gibi..

Hâşimî Refsencanî’nin İran C.Başkanlığı’na adaylığının ilgili kanunî  kurum olan‚ ’Şûrâ-y’i Nigehban’ (Gözetleyiler Şûrâsı/ Konseyi) tarafından reddedilmesi az da olsa bu satırların sahibinin de ihtimal verdiği bir husustu, ama, yine de bu kadar şaşırtıcı bir kararı almaktan kaçınacaklarını da düşünüyordu.

Ama, bu zayıf ihtimal de gerçek oldu..

Onun adaylığının kabul edilmesi halinde, seçileceğinin kesin olduğunu düşünerek yapılan bu reddi anlamak zor değil.. Çünkü, onun seçilmesi halinde, İran’ın iç ve dış siyasetinde etkili kararlar alabilecek bir güçlü irade daha devreye girmiş olacaktı. Bu konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, 1980-88 arasında 8 yıl süren İran-Irak Savaşı’nın, ’ateş-kes’le durdurulması yönündeki kararın alınmasına dair bir ince noktayı tekrar hatırlamakta fayda var.

Mart-1988 ortasında, İran güçlerinin eline geçen Halebçe şehri halkının İİC. güçlerini ’tekbîr’ sadâlarıyla karşılamasının intikamını almak için, Irak’ın o korkunç diktatörü Saddam Huseyn’nin bu kasabayı kimyasal bombardımana tâbi tutup 5 binden fazla sivil insanı katletmesine dair haber filmleri karşısında dünyanın sessiz ve sağır kalması, ilginçti.

Savaş ise , bir ileri- bir geri,  sürekli kazanç ve kayıpların yaşandığı kanlı sahneleriyle sürüp gidiyordu. Saddam’ın yenilmemesi için bütün silahlar verilmişti, ona.. BM. Güvenlik Konseyi, 598 sayılı kararıyla, ’ateş-kes’ çağrısı yapmış ve amma, İran bunu kabul etmemişti, ‚saldırganın cezalandırılması konusunda bir netlik olmadığı gerekçesiyle...

Halebçe’den, üç ay kadar sonra, bir İran yolcu uçağının, İran Körfezi üzerinde 307 yolcusuyla seyrederken Amerikan filosu tarafından ve ’Savaş uçağı zannettik..’ gerekçesiyle vurulup sulara gömülmesinden sonran.. İİC’nin nasıl bir tepki vereceği hususu, ülkenin en üst yetkililerince uzun uzuuun müzakare edilmiş ve amma, bir neticeye varılamamıştı.

(Daha sonraki yıllarda Refsencanî’nin bir Tehran- Cuma Namazı hutbesinde, açıkladığı üzere), üç gün süren o uzuuun müzakerelerden netice alınamayınca, Refsencanî, söz alarak, İmam Khomeynî’ye hitaben özetle şöyle der: ’Ya, İran’ı tarihe kocaman ve yeni bir Kerbelâ olarak bırakacağız; ya da, Hz. Peygamber’in Hudeybiye Musalahesi’nde yaptığı gibi, sulh yapacağız. Ama, siz ki, Saddam’ın saldırganlığı karşısında,  ’Zafere kadar savaş!. Yirmi yıl da sürse, savaş..’ demiş birisiniz. Sizden savaşı bu durumda durdurmayı bekleyemem. Ama, ben Savaş Komutanı olarak (ki, Savaşın son yılında, Savaş Komutanlığı, Reisicumhur Khameneî’den alınarak, Refsencanî’ye verilmişti), ’ateş-kes’i kabul ettiğimize dair bir metni  imzalarım ve bu karar İran’ı uluslararası hukuk açısından bağlar.. Siz de beni, iç-hukukda, yetkisiz iş yaptığım için, iç hukuka göre cezalandırırsınız. Ama, savaş durmuş olur..’

Refsencanî’nin bu sözleri üzerine, İmam Khomeynî, beklenmiyen bir hareket yapar ve Hükûmet’e kısa bir hüküm yazar: ’Ateş-kes’in kabul edildiğinin, BM.Genel Sekreteri’ne bildirilmesi..’

Yani, Refsencanî, böylesine güçlü kararlar alabilen bir şahsiyettir.

O kararın alınmasını çok büyük bir karar ve hattâ zafer olarak niteleyenlerden niceleri,  şimdilerde, onun,  ’İmam’a savaşı durdurttuğu ve zehir kadeğini içirttiği’ suçlamalarını yapıyorlar..

Bu da, müslüman bir toplumda, muhalefet hareketlerine hangi çapta  ve nasıl tahammül edilebileceğine dair ilginç bir örnek oluşturuyor.

*

Böylesine güçlü bir şahsiyetin devreye girmesinin bazıları için, bir korku kaynağı oluşturması tabiî idi..

Nitekim, Refsencanî gibi, İslam İnqılabı Hareketi’nin lideri İmam Khomeynî etrafında olup hayatta kalan 2-3 isimden birisi olan bir şahsiyet hakkında, onun reddedilmesinden sonra yazılanlar bile, ürpertici.. Onu, hâlâ, fitnecilerin perde arkasındaki isim diye suçlamalardan, onun seçilmesini isteyenlerin emperyalistler ve onların arkasından gidenler olduğu gibi ağır suçlamalara kadar yığınla laflar karşısında insan, ne diyeceğini kestirmekte zorlanıyor.

Bu satırların sahibi de, bu sefil zihniyet karşısında susmayı tercih ediyor..

Refsencanî ise, bu durumu, ’Ben küçük bir asker olarak hayatımın sonuna kadar inqılabın hizmetinde olacağım..’ diyerek geçiştirmeye çalışıyor.

***

İsmi iddialı bir hizbin lideri Nasrullah, perdeyi yırttı..

Suriye’de 50 yıldır tahakküm eden Baas ideolojisi ve Esed Hanedânı diktatörlüğüne karşı, çok büyük bir kesimini müslümanların son iki yıldır başlatmış olduğu silahlı qıyâm hareketine karşı, bu yarım asırlık kanlı diktatörlüğü vargücüyle kimlerin ve nasıl destekledikleri zâten bilinemeyen şey değildi..

İran makamları, bu konuda sadece diplomlatik ve psikolojiik destekle yetinilmediğini de söylüyorlardı. Onun emrinde olarak, Lübnan’da, iddialı bir isimle ortaya çıkan ve yıllardır bütün müslümanların da sevgisini kazanan bir hareketin başında bulunan Nasrullah’ın da, Suriye rejiminin asla çökertilemiyeceğine dair sözleri de ortadaydı. Bu çevreler, Suriye Buhranı’nda dış güçlerin müdahaleden elçekmesini istiyorlardı, fakat, kendileri, buhranın tam ortasında bulunuyorlardı.

Geçen hafta, Nasrullah, ‘Suriye düşerse, Kudüs’ün de düşeceği’ gibi bir denklem kuruyordu. Sanki, Kudüs’ün tamamı, Haziran-1967’deki 6 Gün Savaşı’ndan bu yana, 45 yıldır sionist İsrail rejiminin elinde değilmiş gibi.. Ve de, Baasçı-Esed rejiminin çökmesinin Suriye’nin çökmesi gibi gösterilmek istenmesi ise, bir başka tuhaf mantık..

Halbuki, Suriye’nin müslüman halkının, bu kanlı diktatörlükten kurtulduktan sonra, sionistlerle birlikte hareket edeceğini varsaymak bile, bir ağır bühtan ve zulümdür. 

Nasrullah, şimdi ise, artık, hiç gizlemeye gerek kalmadan, Suriye’de, kendi emrindeki ve de İran’dan beslenen ve oradan verilen emirlerle hareket ettiklerini açıkça beyan ettiği güçlerinin Baasçı Esed diktatörlüğünü korumak için var gücüyle savaştığını açıkça kabulleniyor. Ve de onlarca- yüzlerce savaşçısının cenazeleri de Lübnan’daki kendi hâkimiyet bölgesinde onbinlerin gözyaşları içinde defnediliyor. Ve halkın bir bölümü ise, onları protesto ederek, o cenazelerin bile kendi mezarlarının yanına defnedilmesine karşı çıkıyorlar.

Nasrullah, bu arada, ‘Lübnan- Trablus’da kendi güçlerine karşı savaşanlar’dan da haber veriyor ve onlara meydan okuyarak, ‘Trablus’da değil, karşımıza Suriye’de çıkın, orada hesablaşalım..’ diyor.

Anlaşılıyor ki, Nasrullah’ın emrindeki güçlerle Esed rejimi arasındaki bu yardımlaşma, ya, Suriye’deki diktatörlük son derece sıkıntılı durumda olduğu için gerçekleşiyor; ya da, Esed rejiminin güçlendiği kabul edildiği için, onun kazanacağı bir üstünlükte pay sahibi olmak iddiasıyla bu cinayetin ortasında yer alınıyor. Ama, her iki ihtimal de, Nasrullah’a ve emrindekilere ve de emrinde olduklarına şeref kazandırmayacaktır. 

Ki, biz bu hususu, 11 Mayıs tarihli ve ‘İnqılabçıların da basîreti bağlanabilir..’ başlıklı yazımızda, etraflıca ele almıştık. (Arzu edenler, o yazıya bakabilirler..) 

*

Sadece şu kadarını tekrar hatırlamakta fayda vardır ki, İran’daki 57 yıllık Pehlevî Hanedanı’na, kanlı Şehinşahlık diktatörlüğüne karşı müslüman halk, yüzbini aşkın kurbanlar vererek mücadele ederken, dünya müslümanlarının büyük bir kısmı da, bu halkın yanındaydı.. Yazık ki, bugün, o hareketin bugünkü sorumluları ve onların Lübnan’daki Nasrullah gibi uzantıları, Suriye’de yüzbini aşkın insanı katl ve milyonlarcasını perişan eden ve bütün Suriye’yi de viraneliğe dönüştüren bir diktatörlüğe vargüçleriyle destek oluyorlar. Gerekçeleri de, emperyalistlerin güçlerin, bir diktatörlüğe karşı çıkmaları..

Halbuki, emperyalist güçlerden Rusya ve Çin Suriye rejimini vargücüyle desteklerken, Amerikan emperyalizmi ve onun etrafındakiler, müslümanların galib geleceği endişesiyle ve güçlenmelerini istedikleri, planladıkları başka laik güçlerin yönetimi ele almalarını garantilemedikçe, Esed rejiminin gitmemesi için, bu kanlı cinayete seyirci kalıyorlar.

Daha önce de, bu sütunda  defalarca ifade edildi ki,  hele de Ortadoğu gibi bir hassas bölgede, bir rahatsızlık olduğunda, bir iltihab oluştuğunda, orada, sadece bir-iki odağın değil, bütün dünya üzerinde söz sahibi olmak isteyen bütün devletlerin de elleri olacaktır.

Sonunda, kimin hangi noktaya varacağını, dünyevî mânâda zaferin kimin yanında olacağını kestirmekte, Nasrullah kesin konuşsa bile, dikkatli bir müslüman, o kadar kesin konuşmayıp, sadece hayırlı olanı dilemelidir.

Suriye’deki ‘Şahlık düzeni’nin başında bulunan Baasçı Esed’i ayakta tutmak için Nasrullah ve hâmilerinin geliştirdiği sıfat, ‘teröristler ve tekfirciler..’  Ama, kendileri, kendileri gibi düşünmeyenleri imha edilmesi gereken güçler olarak görmüyorlar mı?

Belki Suriye’de, o kanlı boğuşma alanında, o tipler de bulunabilir. Ama,  Suriye’nin müslüman halkının alınteriyle, vergileriyle oluşturulan bir ordunun silahlarını o müslüman halkın üzerine çeviren ve onbinleri-yüzbinleri ve o halkın bütün zenginliklerini havaya uçuran ve bunu yaparken de, kendisini ve koruyucularını sionist İsrail rejimine düşman olmakla avutan bir güç odağı olarak gösteren en büyük terörist, bizzat Baasçı rejim ve onun başında oturan Esed Hanedanı değil midir?

*

‘Sabah Ülkesi’ isimli üç aylık derginin Nisan -2013 sayısında, Goethe üzerine araştırmalarıyla bilinen Prof. Katherina Mommsen’le yapılmış ilginç bir röportaj vardı.

Orada, ‘Bugün de Almanya’da, hattâ bütün Avrupa ve Batı dünyasında, İslam’a belli bir önyargı ve tedirginlikle yaklaşıldığı seziliyor..Goethe’nin yaşadığı dönemde de Avrupa’da bugünkünden belki çok daha şiddetli bir korku ve nefret vardı İslam’a karşı.. (...) Goethe’nin kendisinden sonraki kuşaklara tesiri ne oldu?’ şeklindeki bir soruya,  Mommsen’in verdiği cevabı okuyunca, içimde .bir yerlerin sızladığını bir daha hissettim..

O diyordu ki: ‘Eğer diyorsanız ki, bugün de Batı’da İslam’a karşı bir önyargı ve bilgisizlik hakim.. İslam coğrafyasındaki insanların birbirlerini öldürmelerini gün-be-gün görmenin Batılı ülkelerdeki insanlar için korkunç bir şey olduğunu müsaadenizle hatırlatmak isterim.. Bu durum karşısında insan kendisine ‘gerçekten de, Muhammed Peygamber’in istediği bu muydu?’  diye soruyor..’

Bu söz , her müslümanın içini de acıtmalı değil mi?

*

Efendim, biz meşrû bir hükûmete karşı ayaklananlar, silahlı mücadele başlatanları ezmek için savaşıyoruz deniliyor.

Hangi meşrû hükûmet? Eğer Baasçı rejimlerin,  Esed Hanedânı gibi diktatörlüklerin iktidarı meşru idiyse, o zaman Şah Pehlevî‘yi de meşru saymak gerekmez mi?

‘Efendim, bizim Suriye rejimini ve Esed’i desteklemekte stratejik veya sair menfaatlerimiz vardır’ diyebileceklerse, (ki, zâten başka gerekçeleri yok) ; bu hususta daha fazla düşünmek isteyenler, (merhûm) İmam Khomeynî’nin, ‘İslam Fıkhında Devlet’ adıyla türkçeye de çevrilen ‘Velayet-i Faqih’ isimli eserinde, bir takım zorba ve zâlim güçlere karşı bir hakkın elde edilmesi veya bir menfaatin korunması için, başka zorba güçlerden, tâgûtî güçlerden yardım istenemiyeceğine, aksi takdirde, o hakkın haksız yollarla elde edilmiş olacağına dair sözlerine bir göz atsınlar.. O zaman,  kendilerini nerede göreceklerdir.

YAZIYA YORUM KAT

12 Yorum