1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. “Hucurat: Üstünlük, Sorumluluk Bilincindedir”
“Hucurat: Üstünlük, Sorumluluk Bilincindedir”

“Hucurat: Üstünlük, Sorumluluk Bilincindedir”

Uludağ Üniversitesi'nde “Hucurat: Üstünlük, Sorumluluk Bilincindedir” konusu konuşuldu.

04 Mayıs 2016 Çarşamba 13:09A+A-

Haksöz Haber

Uludağ Üniversitesi İnsani Değerler Topluluğu, “Kur'an'nın Anlamıyla Buluşma” kapsamında sürdürdüğü derslerinden beşincisini “Hucurat: Üstünlük, Sorumluluk Bilincindedir” başlığı altında topluluk üyelerinden Meryem Bulut'un sunumuyla Uludağ Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi (Mediko) Kırmızı Salon'da gerçekleştirdi.

Sunumuna ‘hucurat’ kelimesinin anlamını açıklamakla başlayan Bulut, sure hakkında kısa bilgi verdi:

Sure, adını dördüncü ayette geçen ‘hucurat’ kelimesinden almıştır. Hucurat; haneler, odalar anlamına gelmektedir. Burada Hz Peygamber’in (S.) ailesiyle birlikte ikamet ettiği odalar kastedilmiştir. 18 ayetten oluşan sure Medine döneminde inmiştir. Mekke’nin fethinden sonra Medine’ye dönüşün ilk haftası, hicri 9. yılına denk gelir, ‘heyetler yılı’ olarak tanımlanır. Bu süreçte farklı kabilelere ait temsilciler Medine’ye gelerek Müslüman olduklarını bildirir ve aynı zamanda İslam’ı öğrenir. Bu gruplardan biri olan Temim kabilesinden görüşme için gelen kişiler, mescitte Resulullah’ı göremeyince bekletilmeyi gururuna yediremezler, peygamberimizin ve ailesinin bulunduğu odaların arkasından peygamberimizi yüksek sesle çağırmaya başlarlar. Ayet bunun üzerine nazil olmuş ve onların bu kaba davranışları kınanmıştır.

Bulut, genel bilgi verdikten sonra surenin ana konusuna değinerek ilk dokuz ayetin açıklamasını yaptı:

Surenin ana konusu, İslam cemaatinde insan ilişkileridir. Surede başlıca, müminlerin, gerek Hz. Peygamber’e karşı gerek kendi aralarında uymaları gereken bazı görgü ve ahlak kuralları konu edilmektedir. Müslümanlara bir haber ulaştığında haberin kaynağının ve doğru olup olmadığının araştırılması, bu yapılmadan harekete geçilmemesi gerektiğinden bahsedilir. Daha sonra, Müslümanlardan iki grubun arasının açılması halinde diğer Müslümanların bu konuda tutumlarının nasıl olması gerektiği açıklanmaktadır.

uludag_universitesi-(3)-001.jpg

Surenin ana konusuna değinen Bulut, Hucurat 10-18. ayetleri güncel bilgilere değinerek açıkladı:

10. Mü'minler ancak kardeştirler; öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'a karşı sorumlu davranın ki, O’nun merhametine mazhar olasınız:

Bu ayet yeryüzündeki tüm Müslümanları evrensel bir ailenin bireyleri olarak ilan etmektedir. Bu kardeşliği var eden iman birliğidir. Bu Müslümanlar arasında bulunan kardeşlik öyle bir nimettir ki, hiçbir dinde ve ideolojide karşılığını görememekteyiz. Eğer iman kardeşliğini kaybedersek bu boşluk günümüzde cahili anlayışıyla farklı ideolojilerle (milliyetçilik, feminizm vb.) doldurulmaktadır.

Risalet döneminde ensar ve muhacir kardeşliğinin örnekliğini görmekteyiz. Medineli Müslümanlar, zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret eden Mekkeli Müslümanlara yurtlarını açmış, mallarını ve kazançlarını onlarla paylaşmışlardı. Bizim de günümüzde Suriyeli muhacir kardeşlerimize karşı ensarlık vazifemizi ne derecede yerine getirdiğimizi sorgulamamız lazımdır. İman kardeşliği bedel ister. Bizler de şahitlik vazifemizi yerine getirip Müslüman kardeşlerimizin yanında olduğumuzu göstermemiz gerekmektedir.

11. Ey iman edenler! Bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin. Belki alay ettikleri kimseler, kendilerinden iyidirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesin. Belki onlar kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir:

Kardeşliği zedeleyenlerden birincisi başkalarını hor ve hakir görmedir. Bu kibrin karşılığıdır. Buradaki “alay etmek” şeklindeki ifade ile sadece sözle yapılan alay değil, bir kimsenin taklidini yapmak, sözleri, davranışları, tipi, giyimi vs. özellikleriyle eğlenmek veya bunlarda bir kusur, ayıp bulup buna başkalarının dikkatini çekmek şeklindeki tüm davranışlar kastedilmektedir.

Ayrıca o bizim kavimden değil, o bizim ırkımızdan değil, o farklı gelir seviyesinden vs. bizim iman kardeşliğimizin üzerine çıkardığımız her nesne Allah’ın koyduğu ölçülerde sınırı aşmaktır. Gerçekten de bunlar, insanlar arasında onulmaz yaralar açan ve başka sebeplerle birleşip toplumda fitnenin oluşmasına yol açan hastalıklardır.

12. Siz ey iman edenler! (Birbiriniz hakkında kötü) zandan şiddetle kaçının! Unutmayın ki zannın bir kısmı ağır bir vebaldir! Birbirinizin gizli saklısını da asla araştırmayın ve birbirinizin gıybetini etmeyin! İçinizde ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanan biri var mı? Bakın, tiksindiniz işte! O halde Allah'tan korkun, şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir:

Buradaki zan suizandır yani kötü zandır. Bu bizdeki yamuk bakıştan kaynaklanır ve bu da kalbin hastalığıdır. Zira bakışımız kötü ise onu doğru göremeyiz. Gıybet de birinin duyunca hoşlanmayacağı bir şeyi arkasından söylemektir. Aslında bir kişinin arkasından kötü konuşmak ne o insana yarar sağlar ne de konuşana yarar sağlar. Burada mümine düşen görev uygun bir üslupla karşıdakinin uyarılmasıdır. Ayette de ağır bir şekilde ifade edildiği üzere gıybet ahlaki yamyamlıktır. Rabbimiz bu benzetmeyi soru biçiminde ortaya koyarak insan üzerinde daha fazla tesir yaratmıştır. Böylece her şahsın kendi vicdanında sorgulatarak ölmüş kardeşinin etini yemeğe razı olup olmayacağına karar vermesini dilemiştir. Nasıl onun tabiatı bu ölmüş kardeş etinden tiksiniyorsa, bir Mü'min kardeşinin bulunmadığı ve kendini savunacak bir durumda olmadığı sırada, onun şeref ve haysiyetiyle oynanmasını hoş karşılayamaz. Arkadan konuşmanın gerekli olduğu yerler de olabilir, bunlar gıybet kapsamında ele alınmaz:

- Zulme uğrayan kişinin bu zulmü ortadan kaldırabilecek güçte olduğuna inandığı kimseye zalim kimseyi anlatması.

- Toplumda fitne çıkaranların kötülüklerini herkese karşı ilan ederek tenkit etmek, bunları anlatmak.

- Bir kişi veya zümrenin düzeltilip ıslah edilmesi niyeti ile kötülüklerinin bunları giderebilecek yetkide olan kimselere anlatılması.

13. Ey insanlık! Elbet sizi bir erkekle bir dişiden yaratan biziz; derken sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki tanışabilesiniz. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır, şüphe yok ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır:

10. ayette imanda kardeşlik vurgulanmıştı, burada da insanda eşlik vurgulanmıştır. İnsanoğlunun nesil, renk, dil, vatan taassubu en eski zamanlardan bugüne kadar, bütün insanlığı bir tarafa bıraktırarak kendi çevresinde küçük küçük bir takım daireler çizdirmiştir. İnsanoğlu bu daireler içinde yaratılanları kendinden görmüş onlara karşı sevgi ve yardımlaşmada bulunmuş, dışında yaratılanları da kendinden ayrı kabul etmiştir. Onlara karşı nefret, düşmanlık, aşağılama ve hakaret, hatta işkence ve zulüm en kötü biçimlerine ulaşmıştır. Tarihte bunun örneklerini de görmekteyiz:

Yahudiler bu ırkçılık duygularına dayanarak İsrailoğullarını Allah'ın seçkin kulları kabul etmişler ve kendi dini emirlerinde bile İsrail oğullarından olmayanların haklarını ve seviyelerini aşağı tutmuşlardır. Hindularda bu ayırım kast sistemine sebep olmuştur. Bu yüzden yüksek tabakadan olanlar karşısında diğer bütün insanlar aşağı ve pis kabul edilmiştir. Afrika ve Amerika'da siyah ve beyaz ayrımının nasıl zulüm ve işkenceye dönüştüğünü görmekteyiz. Bilhassa Nazi Almanya’sında ırkının üstünlüğü düşüncesinin, İkinci Dünya Savaşı'nda sergilediği korkunç tablolar göz önüne alındığında insan rahatlıkla, bunun korkunç ve müthiş bir sapıklık olduğunu anlayacaktır.

Bu zulümlerin altında hep kendi kavim ve ırkının çemberi dışında olanların can, mal ve namusunun kendilerine mubah olduğu düşüncesi yatmaktadır. Ve bu düşünce onlara, başka kavimleri yağmalamalarını, köle yapmalarını, hatta gerekirse varlık âleminden silip atmalarını kabul ettirmektedir. Türkiye’deki milliyetçi tutumun sonuçları da bu çerçevede değerlendirilebilir.

Rum Suresi 22. Ayet: Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.

Allah Resulü de şöyle buyurur: Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerinde üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.

Etnik farklılığımız üstünlük ya da övünme vesilesi olsun diye konulmamıştır, farklılıkların yaratılış sebebi tanışma ve yardımlaşma içindir. Allah katında tek üstünlük ölçüsü vardır, o da takvadır. Takva; Allah’tan korkup sakınarak günahlardan kaçınmak, Allah’ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik göstermek, Allah’ın himayesine girmektir. Allah’a karşı sorumluluk bilincinde olmaktır. İşte İslam’ın evrenselliği budur. Kimse doğuştan imtiyazlı değildir. Kişi ırkını, cinsiyetini kendi seçmemiştir, bu yüzden kişinin müdahil olmadığı şeylerle övünmesi de anlamsızdır.

14. Bedeviler ‘İman ettik’ dediler. De ki ‘Henüz iman etmiş sayılmazsınız, lakin ‘teslim olduk’ diyebilirsiniz, zira iman kalplerinize girmiş değil. Ama eğer Allah ve Resulüne uyarsanız, Allah amellerinizin zerresini eksiltmez çünkü Allah tarifsiz bir bağış, eşsiz bir merhamet kaynağıdır’:

Bundan, bütün bedeviler değil, aksine İslam'ın gelişen gücünü görerek İslam zaferlerinin kazançlarından faydalanabilmeleri için Müslümanlığı kabul eden birkaç bedevi kabilesi kastedilmiştir. Kurak ve kıtlık senesinde onlar Medine'ye geldiler ve mali yardım isteyerek tekrar tekrar Hz. Peygamber'e ‘Biz savaşmadan, vuruşmadan Müslüman olduk, biz sizinle diğer kabilelerin savaştığı gibi savaşmadık.’ dediler. Bu sözleri ile onlar açıkça Allah'ın Resulü ile savaşmadan İslam'ı kabul etmelerinin, onların Hz. Peygamber'e ve Müslümanlara yaptıkları büyük bir lütuf olduğunu, karşılığını da almaları gerektiğini söylemek istiyorlardı. Medine civarındaki küçük bedevi topluluklarının işte bu hareket tarzlarına bu ayetlerde ışık tutulmaktadır.

Burada imanın ne derece önemli olduğunu görmekteyiz. Nüzul sürecine baktığımızda ayetler aşamalı bir şekilde inmiştir. Cahiliye döneminde puta tapma, kölelik, zina, ticarette adaletsizlik vb. alışkanlıkların olduğunu biliyoruz ve bu alışkanlıkların bir anda ortadan kalkması mümkün değildi. İmanın kalplere yerleşmesi için Allah insanı eğitim sürecine tabi tutmuştur. Daha ilk inen ayetlerde gece kalkıp Kur’an’ı tertil üzerine okumaktan bahsedilir. Buradaki tertil üzere okumanın yalnızca yüzünden okumak değil sorgulamak ve yaratılış üzere düşünmek olduğunu anlıyoruz. Ayrıca Rabb’lik kavramının yoğun olarak geçtiğini görmekteyiz. En iyi eğitici Rabbimizdir ve biz de tevhidi imana ulaşabilmek için bu süreci takip etmeliyiz. Rabbimiz kim sorusunu kendimize sormalı, kendi putumuzu keşfetmeliyiz ki gerçek imana sahip olabilelim.

Al-i İmran Suresi’nde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: ‘Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.’. Rabbimiz Müslümanların topluluk olmasını emreder, burada önemli olan niteliktir. Birinin İslam cemaatine aidiyeti, onun gerçek bir mümin olması anlamına gelmez. Müminlik kriterimiz bir cemaate mensup olmamız veya sosyal konumumuza bağlı değildir. Bizi kurtuluşa erdirecek olan Asr Suresi’nde de belirtildiği üzere iman etmemiz, bu imana uygun salih amellerde bulunmamız, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmemizle mümkündür.

15. Gerçek müminler sadece Allah’a ve Resulüne iman edenler, ondan sonra da kuşkunun semtine uğramayanlar ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir. İşte bunlar sadık olanların ta kendileridir.

16. De ki: ‘Allah’a dininizi siz mi öğreteceksiniz?! Ama Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir zira Allah her şeyi ayrıntısıyla bilendir:

Bu ayet iki manaya gelebilir. Birincisi, Allah hangi inanç sisteminin bizi mutlu edeceğini bilir. Aslında hayatı zorlaştıranlar bizleriz. Allah’ın sınırları boşuna değildir, bizim için koyduğu kurallar hayatımızı kolaylaştırır ve bizi hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluşa erdirir. İkincisi Allah bizim keyfimize göre uydurup da adını din koyduğumuz şeylerin gerekçesini de bilir.

17. Onlar Müslüman oldular diye seni minnet altına almaya kalkıyorlar. De ki: ‘Müslüman olmanızdan dolayı beni minnet altına alıp bana lütfettiğinizi sanmayın; eğer (hakikate) sadıksanız, sizi doğru yönelttiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur. 18. Şu kesin ki Allah, göklerin ve yerin sırlarını bilir; dahası Allah yaptığınız her şeyi görür:

Minnet sadece Allah’ın hakkıdır, zira nimetin gerçek sahibi O’dur. ‘Bizim kavmimiz olmasaydı İslam şu noktalara gelmezdi…’ gibi söylemler de görebiliyoruz, İslam dinini yüceltmek için Allah bize muhtaç değil, biz Allah’a muhtacız. Bizi imanla şereflendirdiği için Allah’a sonsuz minnet borçluyuz.

Ders, konuşmacının gelecek programlar hakkında bilgi vermesinin ardından sona erdi.

uludag_universitesi-(1)-002.jpg

HABERE YORUM KAT