1. YAZARLAR

  2. Süleyman Sargın

  3. Hendek'teki fırtına
Süleyman Sargın

Süleyman Sargın

Yazarın Tüm Yazıları >

Hendek'teki fırtına

12 Ağustos 2011 Cuma 00:14A+A-

Hendek, Efendimiz'in savaşları içerisinde en önemlilerindendir. Adeta bir dönüm noktasıdır. Uhud Savaşı'ndan iki yıl sonra, Hicret'in beşinci yılının Şevval ayında (23 Şubat 627) Medine'nin kuzeyinde cereyan etmişti.

Normal şartlarda bir araya gelmelerine ihtimal verilmeyen pek çok kabile ve grup İslam'ın aleyhinde bir ordu oluşturduklarından bu savaşa "Ahzab-gruplar" savaşı da deniyor.

Kureyş müşrikleri Uhud Savaşı'nda nisbeten başarılı olmuşlardı ama Müslümanların gücünü kıramamışlardı. Tam tersine Müslümanlar Medine'deki birlik ve beraberliklerini sağlamlaştırmış, askeri bakımdan daha güçlü bir duruma gelmişlerdi. Medine'de sürekli problem çıkaran Yahudi Benu Nadir kabilesi sürülmüş; doğuda Zatu'r-Rika, kuzeyde Du'metü'l-Cendele yapılan seferler kesin zaferle sonuçlanmış, Müslümanların gücü ve etkinliği gün geçtikçe daha da büyümüştü. Bunun sonucu olarak Mekke müşriklerinin Mısır, Suriye ve Irak yönündeki kervan yolları tamamen kapatılmıştı.

Müslümanların bölgeye hâkim bir güç olmaya başlaması İslâm'a katılanların sayısını hızla artırmış, geçen zaman, Müslümanların sosyal hayatlarını düzenleme ve yerleştirme yolunda önemli adımlar atmasına fırsat tanımıştı. İslâm'ın bu gözle görülür güçlenişi karşısında Yahudiler, düşmanca faaliyetlerine hız verdiler. Özellikle Medine'den sürülen Benu Nadir kabilesi bütün çevrede İslâm aleyhinde sürekli propaganda yapıyor, İslâm'ın güçlenmesini önlemek için Müslümanlara kesin bir darbe vurmanın yollarını arıyordu. Bu çalışmaları sonuçsuz kalmamış, Yahudiler aralarında görüş birliği sağlanarak Kureyş ve diğer müşrik kabilelerle birleşmenin yolları aranmaya başlamıştı.

Yahudilerden oluşan bir heyet Mekke'ye gelerek kışkırtıcı çalışmalardan sonra Kureyş'e ortak düşmanları olan Müslümanlara birlikte saldırmayı Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm'ı ve İslâm'ı ortadan kaldırmayı teklif ettiler. Ticaret yollarının kesilmesiyle ekonomik bir çıkmaza düşen ve içlerinde hâlâ Bedir'in acısını taşıyan müşrikler bu teklifi olumlu karşıladı. Yahudi heyeti ve Kureyş'ten seçilen elli adam Kâbe örtüsünün altına girdiler. Göğüslerini Kâbe duvarına dayayarak tek başlarına kalıncaya kadar Müslümanlarla savaşmaya yemin ettiler. Artık tek düşünceleri vardı. Bu savaşı mutlaka başarmak ve İslam'ı ebediyyen yok etmek.

Ancak Yahudiler bu ittifakla yetinmediler. Bu öyle büyük bir savaştı ki, yelpazenin en sağından en soluna her renkten ve desenden kabileler, gruplar dâhil olmalıydı. Çünkü İslam'a ve Efendimiz'e en ağır ve son darbe vurulacaktı. Bu sebeple Kureyş'le anlaştıktan sonra Necid'e giderek Benu Süleym ve Gatafan kabilelerini de bu ittifaka dâhil etmeye çalıştılar. Gatafan kabilesini Hayber'in bir yıllık hurmasının yarısı karşılığında Müslümanlara karşı savaşmaya razı ettiler. Arkasından diğer Arap kabilelerini dolaşarak putperestliğin İslam'dan üstün olduğunu, fakat Müslümanlarla savaşılmadığı takdirde putperestliğin sonunun yaklaştığı propagandasıyla savaşa kışkırttılar. Bu çalışmaları sonunda Fezare, Süleym, Sa'd ve Esedoğulları kabileleri de ittifaka dâhil oldu. Bunlara Selimoğulları da iştirak edince, manzara aynen Çanakkale'yi andırıyor ve Akif'in: "Kimi Hindû, kimi yamyam kimi bilmem ne bela." mısraını hatırlatıyordu. Büyük şer ittifakı tamamlanmıştı.

Bu büyük ordu 24.000 askeriyle İslâm'a son ve öldürücü darbeyi vurmâk, Allah'ın nurunu boğmak niyet ve umuduyla Medine'ye yöneldi. Arap yarımadası belki de o güne kadar böyle büyük bir orduya şahit olmamıştı.

Efendimiz, o müthiş haber alma sistemiyle, durumdan çoktan haberdar olmuştu. Ashâbını topladı, harp tekniği hakkında onlarla istişare etti. Herkesin değişik teklifleri yanında, Selmân-ı Fârisî'nin teklifi ashabca hüsn-ü kabul gördü. Düşmanın taarruz etmesi muhtemel yerlere hendekler kazılacak ve hendek içinde müdafaa harbi yapılacaktı. Allah Resûlü, vakit kaybetmeden, ileri gelen sahabîlerle birlikte keşfe çıkarak hendek kazılması gereken yerleri tespit etti. Düşmanın saldırısına açık bulunan yerlerin tespitinden sonra bütün Müslümanlar toplanarak hendek kazma çalışmalarına başladılar.

Efendimiz yanına 3.000 insan almış, kendisi de bizzat işin içinde olmak üzere bu 3.000 insanla hendek kazmaya başlamıştı. Kişi başına bir arşın hendek kazılacaktı. Onları, onar onar gruplara ayırmış ve böylece yine meseleye bir yarış havası vermişti. Derinlik, atıyla oraya düşen bir insanın, bir daha çıkamayacağı şekilde ayarlanacaktı. Genişlik ise, en mâhir süvârinin dahi geçemeyeceği ölçüde planlanmıştı.

Nebiler Sultanı (sallallahu aleyhi ve sellem) hendek kazımında bizzat çalıştı. O'nun bu davranışı, askerlere apayrı bir güç kaynağı oldu. Bazen onları yarışa sevk ediyor, bazen de hem Ensâr'a hem de Muhacirîne iltifatta bulunuyordu.

Asker, açtı. Herkes karnına taş bağlamıştı. İki Cihan Güneşi ise, onların önünde, iki taşla bu açlığı aşmaya çalışıyordu. Aslında ne açlık ne de susuzluk onların azim ve gayretine hiç mi hiç tesir edemiyordu. (Önümüzdeki hafta, Hendek fırtınasına devam edeceğiz inşaallah..)

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT