1. YAZARLAR

  2. Hüseyin Akın

  3. Hayırda yarışmak ve bazı etkisiz etkinlikler
Hüseyin Akın

Hüseyin Akın

Yazarın Tüm Yazıları >

Hayırda yarışmak ve bazı etkisiz etkinlikler

04 Ocak 2010 Pazartesi 19:20A+A-

Düşüncenin etkin olması için her şeyden evvel kendine yaşam alanı bulabilmesi gerekir. Eğer düşlediğimiz şey düşüncelerimizden dışarı sızmıyorsa fikirlere sokağa çıkma yasağı uygulanıyor demektir. Bu yüzden etrafımız çok güzel düşünen insanlardan geçilmiyor.

Paneller, konferanslar, sempozyumlar ve enine boyuna kritiklerin biri daha bitmeden diğeri başlıyor. İyi de kürsü ve sahnelerin bu kadar çok kullanılması hangi boşluğu doldurup hangi derdimize derman olmaktadır? Sadece İstanbul'un bir aylık kültür-sanat faaliyet programına baktığımızda birçoğunun hedef kitle, güdülen amaç ve beklenen nitelikler yönünden üzerinde çok fazla düşünülmemiş olduğu görülmektedir. Özellikle vakıf, dernek ve benzeri kuruluşların organize ettikleri programlarda bu daha bir yoğunluklu olarak hissedilmektedir.

Örneğin belediyelerin kültür-sanat ve düşünce faaliyetlerine bakıyoruz.

Konuşmacılardan konuşma ortamına kadar her şey yerli yerinde fakat izleyici ve dinleyici sayısı umumiyetle salonları doldurmaktan çok uzak. Diğer yandan cemaat kökenli kuruluşların etkinliklerinde en göze çarpan taraf salonların hıncahınç dolu oluşu, fakat buna karşılık organizenin ağır aksak, niteliğin programa ev sahipliği yapan kuruluşun felsefesiyle bağdaşmayacak denli düşük oluşudur. Üstelik her sene bilmem kaçıncısı yapılan geleneksel etkinliklerde bu seviye daha bir düşmekte. Elbette organizatörler nezdinde bunun bir takım haklı sebepleri vardır. Ama asıl sebep, cemaatlere yaslanan organizatörlerin gözlerinin kalabalıkların büyüleyici kemiyetinin dışında hiçbir şeyi göremeyişleridir. Bu tür periyodik faaliyetlerde programı akıl ve irade değil alışkanlıklar yönetir. Çünkü önceki seneler şimdiki için hazır bir şablondur. Sadece tarih ve afişte ufak bir değişiklik yapılır, hepsi o kadar. Ses tonları bile geçen senelerden kalmadır.

Benim oturduğum semtte sayabildiğim kadarıyla 8 tane kültür-sanat-düşünce ve eğitim amaçlı dernek vakıf vb kuruluş var.

Her ay sistemli şekilde o haftanın ya da günün önemine uygun olarak etkinlikler düzenlerler. Program saatleri neredeyse birbiriyle çakışacak şekildedir. Yani bir yerdeki programı bitirip diğerine gitmeniz genellikle mümkün değildir.

Bir kuruluş ne kadar uzak muhit ve şehirlerden konuşmacı getirirse diğerine karşı üstünlük ve prestij kazanır. Biri diğerini etkinliğine çağırdığında çağrılan kişi hiç düşünmeden "hayır!" der. Bir başka zaman çağrılan çağıran konumundayken misliyle "hayır!" cevabını alır. Böylelikle 'hayır'da yarışmış olurlar.

Bundan üç ay evvel İstanbul dışında bir derneğin davetini kırmayarak konferansa gittim. İki hafta evvelinden geleceğimi haber verdiğim halde salon tahliye edilmiş gibiydi. Kemiyete değil keyfiyete itikat ettiğim için salondaki mevcut nitelikli kalabalığa konuştum. Konferans bittiğinde programdan evvel salon almazsa ne yaparız tedirginliği yaşayan dernek sorumlusuna şaka yollu takılarak "yoksa bu insanlar salon almaz diye mi gelmediler" diye sorduğumda, sorumlu başkan mahcup bir şekilde özür diledikten sonra asıl sebebi açıkladı. Meğerse bu derneğin bir üst kuruluşu benim orada konferans vereceğim aynı gün aynı saat mevcut kalabalığı kendine çekmek için alternatif bir program düzenlemiş. Bizim dernek başkanı arkadaşın araya girmesi de fayda etmemiş. Sonradan öğrendiğimize göre aynı çatı altında bu iki teşekkülün başkanları aralarında anlaşmazlık ve buna bağlı olarak çekememezlik varmış. Ağabeyi konumundaki kişi gücünü göstermek için her fırsatta etkinlikleri parçalayarak kendi merkezinde topluyormuş. Çevre bu duruma o kadar alışmış ki enaniyeti göz ardı edip bu tavırları 'hayırda yarışmak' diye isimlendiriyormuş.

İnsanların düşünceleri hayatın içerisinde etkili olmadığı zaman işte böyle etkinliklerle birbirlerine etki etmeye çalışırlar. Asıl olan konuşmak mı yoksa yapmak mı? Elbette yaşamak ve yapmak için bir süre konuşur ya da bir hakikat adamını konuşturur insan. Bir yerde konuşturucuya bağlı olarak hep konuşuluyorsa 'yapmak' ve 'yaşamak' unutulmuş ya da dikkatten kaçırılmış demektir.

'Bizim getirdiğimiz konuşmacı ne güzel konuştu' ifadesinde konuyu da konuşmacıyı da aşan bir şey var: Kendine pay çıkarmak! Hakikati gölgeleyip gerçeğin önünü tıkayan, samimiyetin niyetini bozan hep bu yüz ve bu eldir.

MİLLİ GAZETE

YAZIYA YORUM KAT