1. YAZARLAR

  2. Cahit Koytak

  3. Güzel dağlara, yoksul canlara, altın çağlara ‘operasyon’
Cahit Koytak

Cahit Koytak

Yazarın Tüm Yazıları >

Güzel dağlara, yoksul canlara, altın çağlara ‘operasyon’

14 Eylül 2009 Pazartesi 00:45A+A-

“Savaşmıyorsun sen, yalnızca ağıt yakıyorsun, 
                                                    oturduğun yerde.
Büyük sözler söylemen kolay senin!” 
                                              diyebilirler sana.
Oysa, işi, sahneye çıkaracak sancılı kişilikler, 
                                               serazat düşünceler
Ve sarsıcı hikâyeler tasarlamak olan bir sanatçı,
Yazgının güç beğenir çömezlerinden biri,
                                        olsan da başka zaman,
Ruhun, içinde gölgelerin dolaştığı bir tiyatro
                                              çadırı değil şimdi;
Bunca acı, bunca yara karşısında, olsa olsa
                                          bir hastane çadırı belki;
Aynı anda dağın iki tarafında birden olmak
                                                                isteyen
Biraz soyut, biraz kaçık bir hastane çadırı hem de...
Ve yaralı duygularla dolup taşması da bu yüzden şiirlerinin. 
 
Ölümleri, kimsenin ne daha haklı,
Ne daha üstün olduğunu göstermeye yaramayan,
İki taraftan da, gencecik kurbanlardan her biri,
Kuşkusuz, senin dizelerinden önce, Tanrının defterine
Bitmemiş birer şiir olarak geçirildiler bile.
Buna ‘şehit olmak’ deniyor, iki yanda da. Ve Kozmik Ağaç
Kanla dolu kıpkızıl yemişler veriyor, bu hikâyede;
Cinler girivermişler bu ağacın içine,
Ve kırıp geçiriyor, bu yüzden, ağacın dalları, birbirini.
Ve kan yağıyor, ağaç’tan yeryüzüne ve senin şiirlerine.
Yazgı mı bu? Tanrı mı istedi bunu? Tanrı ister mi, bunu?

Sana düşen, ey şair, kaleminle deşerek yerin ve göğün yaralarını,
Sormak, sorulmamış olanı: Bütün kavgalar gerçekte, kardeş kavgası,
Bütün savaşlar iç savaş değil mi, Kabil’den başlayarak?

İç savaş
, çünkü, önce kendi içinde başlıyor insanoğlunun
Ve kasıp kavuruyor, morga çeviriyor önce kendi içini onun;
Yaşayan ne duygu, ne değer, ne insan, ne tanrı bırakıyor orada.
Sonra evi kırıp geçiriyor, sonra mahalleyi,
Sonra bütün memleketi, sonra bütün bir var oluşu,
Kurdu kuşu, dağı taşı, karayı denizi, bugünü yarını, gerçeği, düşü…
Böyle değil mi ama, Allah’ım?
Yukardan bakılınca, arşın oradan falan, böyle değil mi?

Ve “son âsi ölünceye kadar!” denerek çekilince bir kez bombanın pimi,
Bir iki replik, bir iki sahne sonra, yoksul canların körcesine ve umutsuzca
Masaya sürüldüğü kirli bir kumar oyununa dönüyor kavga.
Oyuncularsa, ne yazgı, ne akıl, ne nedensellik…

Vatan
sevgisi kılığına bürünmüş üstünlük kuruntusu,
Yasalarla kutsanmış şiddet
Ve insan onuruna keyfince kırmızı çizgiler çeken zorbalık…
Kareyi, sorgulanamaz öldürme hakkı tamamlıyor, doğal olarak.
Şeytanın bu dört yamağı, bileklerine geçirip kasap kolçaklarını,
İnsan kılığında oturuyorlar, devlet denen buzdan bir masanın etrafına.
Ve krupiye Ölüm, kesip dağıtıyor onlara kanlı iskambilleri.

Dağın iki yüzünden de, büyük fikirler, yüksek ülküler için
                                                                    vuruştuklarına inandırılan
Gencecik kurbanların naraları, sonra çığlıkları, sonra iniltileri,
Sonra da bir mayın çukurunda yahut bir mağarada sonsuza kadar
Susup kalmaları, sinip kalmaları, düşürmüyor oyunun ateşini.
Tersine, sessizlik arttıkça, kızışıyor, kirlendikçe kirleniyor oyun,
Yükseldikçe yükseliyor oyunun potu.
Ve sonuç: Kazanan yok, ölümden başka!
Saçma olan bu işte, saçma olan bu! Saçma, alçakça ve ahlaksızca!

Yalnızca, o fidan canlardan, vurulup düştükçe biri,
Bir derecik daha katılıyor, bir ağıt daha,
Cehennemi söndürmek için, Hawarlarla,

Şiwanlarla
yola koyulan anaların gözyaşı ırmağına.

Ve yürek paralayan bir öykücük daha ekleniyor,
Bir Termofil, bir Kerbela, bir mayınlı tuzak
Ve bir Kandil yahut Çırav Dağı kıyımı daha
Hayatın çağıltısını bastıran o ırmağın, acılıktan içilmez sularına.”

TARAF

YAZIYA YORUM KAT