1. YAZARLAR

  2. Mahmut Akpınar

  3. Güneydoğu'da güç denklemi
Mahmut Akpınar

Mahmut Akpınar

Yazarın Tüm Yazıları >

Güneydoğu'da güç denklemi

23 Ağustos 2011 Salı 04:30A+A-

Weber, gücü "bir toplumsal ilişki içinde kendi iradesini kabul ettirme" olarak tanımlamaktadır. Güç, etki ve yaptırım kabiliyetini, fiziki üstünlüğü gösterir.

İktidar, gücün normlara ve kurallara dayalı olarak kullanılmasıdır. Güç, iktidarın önemli bir unsurudur. Gücü, doğru ve etkili kullanamayan iktidar sorgulanır.

Güç kullanımı ve egemenlik birbirinin tamamlayıcısıdır. Egemen olanın meşru çerçevede güç kullanma, zora başvurma, güç ve yaptırım üzerinden kamusal düzeni sağlama gibi hakkı ve yükümlülüğü vardır. Gücün gereken zamanlarda ve gereken ölçülerde kullanılmaması kamu düzeninin bozulmasına, kaosa-kargaşaya neden olur. Güç algısındaki kaymalar, değişmeler pek çok parametreyi etkiler; yığınlar yönelişlerini, korkularını, beklentilerini buna göre yeniden tanımlarlar. İnsanlar güce saygı duyma, boyun eğme eğilimindedir. Bu nedenle bir gücün boşalttığı, çekildiği alan başka güç veya güçlerin kontrolüne geçer.

Devlet, Güneydoğu'da bir dönem gücü meşruiyet sınırları dışına çıkarak, zora başvurma yetkisini masum-terörist ayrımına itina göstermeden adaletsizce kullandı. Faili meçhuller, işkenceler, köy boşaltmalar, JİTEM faaliyetleri örgütün tabanını genişletti; Kürt sorununu müzminleştirdi. "Vatanseverlik" zarfı altında ve devlete mal edilerek yapılan bu tür uygulamaların problemi azdırmayı ve ayrılıkçı düşünceleri derinleştirmeyi hedeflediği yönünde şüpheler taşıyorum. Zira bugünkü protest, şiddet eğilimli nesiller o faaliyetlerin mahsulü.

Güneydoğu'da güç, sayısal çoğunluk önemsenir ve insanlar güce göre konumlanırlar. Son dönemlerde, bölgedeki önemli kentlerin BDP yönetimine geçmesi ve BDP'li siyasetçilerin aymaz tavırları nedeniyle bölge insanında "PKK'nın güçlendiği" ve toplum üzerindeki denetim kabiliyetini artırdığı kanaati oluşmuştur. Bu sebeple PKK'yı tasvip etmeyen aşiretler-aileler bile estirilen korku ve tehdit havasının etkisiyle örgütle iyi geçinmenin yollarını aramaktadırlar. Bu psikolojiyi bilen PKK-BDP "daha güçlü" ve "etkili" görünmeye çalışmaktadır. Örgüt tehditkâr tavırları ve şiddet diliyle ülke içinde gerilimi tırmandırırken, Kürtlere "biz güçlüyüz, bize yaslanmaktan başka çareniz yok!" demektedir.

Örgüt ve siyasi uzantıları profesyonelce algı yönetimi yapmaktadır. Baydemir'in polis panzerinin üstüne çıkıp nutuk atması, Sabahat Tuncel'in polis amirini tokatlaması, sokak ortasında gündüz vakti polis ve jandarmaların öldürülmesi, örgütün devleti "zaaf içinde" göstermek istemesinin tezahürüdür. Örgüt, halka, "devlet kendi polisini-askerini bile koruyamıyor, sizi nasıl koruyacak?" mesajı vermektedir. Dahası, muhalif bütün sesleri susturarak bölgede "güç tekeli" oluşturmaya çalışmaktadır. Farklı düşünen STK'ların binalarının yakılması, sindirilmeleri örgütün bölgede "egemen" ve "tek-ses" olma çabasının sonucudur. Örgüt, üst düzey kamu görevlilerini de hedef alarak "güç gösterisini" sürdürmeyi, devlet otoritesinin altını boşaltmayı amaçlayabilir.

Kırsaldan sorumlu güvenlik güçlerinin eylemsizliği ve iktidarın meşru güç kullanmaktan kaçınması nedeniyle, örgüt "bölgeye egemen olma" planını uygulamaktadır. Bu konuda Hakkâri "pilot uygulama alanı" olarak seçilmiştir. Örgütün, kırsaldan ve sınır ötesinden rahat destek alabildiği bu ilde, uzun namlulu silahlar dağıttığı, halkı bir kalkışmaya hazırladığı bilgileri geçilmektedir. Lokal dahi olsa dünyanın dikkatini çekecek bir kalkışma ile örgüt: (1) Sözde özerkliği Hakkâri üzerinden fiili hale getirmeyi; (2) Hükümeti yıpratmayı ve anayasa yapım sürecini sabote etmeyi hedefliyor.

Şu anda örgüt, BDP, DTK bölgede toplumsal zemini kazanma adına yoğun bir çaba içindedir. Zayıfları silahla-tehditle sindirmekte, güçlü aşiretlerle pazarlık yapmaktadır. Arasına kan girmiş aşiretleri gerekirse kan parası ödeyerek yanına çekmektedir. Korucu köylerini-aşiretlerini kendisiyle anlaşmaya zorlamaktadır.

Bölgede feodal yapı dağılmış, geleneksel aktörler rollerini yitirmişlerdir. Devletin yeterli basireti gösterememesi ve gerekli tedbirleri al(a)maması nedeniyle oluşan boşlukları örgüt doldurmuştur. Bugün PKK her olumlu adımı, açılımı silahlı mücadeleye bağlamakta ve "biz olmasaydık bunlar olmazdı" diyerek, otoritesini pekiştirmeye, bölge insanını bütünüyle teslim almaya çalışmaktadır.

Devlet 1990'larda özensiz, adaletsiz güç kullanarak bölge insanını örgütün kucağına itmişti. Son yıllarda ise gerekli-yeterli müdahaleler yapılmayarak bölgedeki dengelerin örgüt ve uzantıları lehine değişmesine neden olundu. Eğer gelişmeler bir süre daha görmezden gelinirse, bölge insanının devletten ümidi kesip örgüte teslim olması muhtemeldi. Açılım-barış ortamı denerek şiddette sınır tanımayan örgüte-KCK'ya müsamaha gösterilmekteydi. Bu nedenle örgüt bölge insanının zihninde "baş edilemez bir efsane" haline gelmekte ve mücadele psikolojik zeminde kaybedilmekteydi.

Gücün gerçekliği kadar nasıl algılandığı da önemlidir. İnsanlar bir gücün etkisini yitirdiğini düşünüyorsa, ona yaslanmaz ve ondan korkmaz; onu dikkate almamaya başlar. Bir süredir planlı bir şekilde devlet "aciz", örgüt "güçlü" gösterilmektedir. Bazı aydınlar da bu algıyı güçlendirmektedir. Eğer bölgedeki insanların zihninde güç algısı değişir, otorite olarak "örgüt" görülmeye başlanırsa, bu süreci geri çevirmek çok zor olabilir; "güçlü devlet" algısını yeniden inşa etmek uzun yıllar alabilir.

Bir süredir "30 yıl savaştık da ne oldu?" söylemlerinin etkisinde kalınarak güvenliği sağlamak için kullanılması gereken asgari-meşru güç dahi kullanılmıyor; PKK'nın Kürtleri teslim almasına fırsat veriliyordu. Silvan ve Çukurca saldırılarından sonra bazı gerçekler fark edilmiş görünüyor. Hükümet-devlet provokasyonlara rağmen demokratikleşmede kararlı olmalı, özgürlükleri genişletmelidir; ama hukuk çerçevesinde gücünü kullanmasını da bilmelidir.

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT