1. YAZARLAR

  2. Ergün Yıldırım

  3. Gezi sosyolojilerinin iflası
Ergün Yıldırım

Ergün Yıldırım

Yazarın Tüm Yazıları >

Gezi sosyolojilerinin iflası

01 Haziran 2014 Pazar 19:05A+A-
Türkiye'de, İstanbul'da, 2013 yılında ve belli kuşaklarla gerçekleşen bir toplumsal olay başka bir toplumla, başka bir ülke ile başka bir çağla anlatılıyor. Taksim Komünü kavramlaştırması bunun en ilginç örneği. Ya da 'Kemalistler ve İslamcılar beraber iftar yaptı' tanımlaması…
Gezi üzerinde yapılan sosyolojik okumalar büyük bir yabancılaşmayı, kutuplaşmayı ve çatışmayı yansıtıyor. Taksim Komünü olarak kavramlaştırıp, geziden ütopik ve devrimci beklentilere giren sosyologlar oldu. Paris Komünü'nü Gezi'de aradılar. Romantik bir sol sosyolojiyle karşılaştık. Bütün sorunları muhafazakar siyasette görerek kurtuluşu devrimde arayan bir tutumu temsil etmeye çalıştılar. Toplumsal varlığı gezi fenomeniyle yeniden devrimci sol gelenekle açıklamaya başladılar. Çelişkiyi muhafazakar siyaset ile ulusal sol arasına yerleştirdiler. Marx'ın sınıf, çatışma, çelişki, anti-kapitalizm teorileri servis edildi. Bu ortodoks sol sosyoloji için büyük bir ümit oldu. Tartışmaları alevlendirdiler. Meydanlar, kalabalıklar ve devrim imgeleri seferber oldu. Oysa bu eylemlerin temelinde bir işçi sınıfı yoktu. Yoksullar, taşeron işçileri ve emekçi kesiler de değildi. Tam tersine beyaz kapitalist sınıflar vardı. Egemen elitlerin ve karşı çıkılan uluslar arası kapitalizm bulunuyordu. The Economist, CNN World küresel kapitalizmin sözcülüğünü yapıyordu. İstanbul sol sosyoloji de buna teori icat ediyordu!
Liberal kapitalizmin doğrudan sözcülüğünü yapan başka bir sosyoloji cenahı gezi olgusunu, yine liberal kapitalist duruşla savunmaya yöneldi. Paris'ten konuşan bu sosyoloji, Gezi'de sokağa çıkarak etrafı kırıp döken, ateşe veren, Başbakanın ofisine baskın düzenleyen kalabalıkları 'meydanın çoğul demokratik tepkisi' olarak tanımlıyordu. Bu sosyoloji de sol liberal bir kökenden geliyordu. Taksimde sokaklara dökülenleri çoğul, barışsever ve yenilikçi olarak tanımlıyordu. Kazlıçeşme'de Erdoğan'ın etrafında mitinge gelenler ise otoriter, 'sokak' ve tekçi bir toplumsal dünya kabul ediliyordu.
Yerli statükoyu korumak
Liberal sol sosyoloji ile ulusalcı sol sosyoloji, Gezi olaylarını iktidara karşı bir muhalefet aracı olarak seferber eden bir dilde birleşiyorlardı. İki sosyoloji de Paris patentliydi, soldu ve işlevsel olarak küresel Batı kapitalizmini destekliyordu. Muhafazakar siyasete yönelen kalabalıklardan devrim devşirme stratejisine araçsallaşıyorlardı. Yine ikisi de muhafazakar siyasetin demokratik egemenliğine tahammül edemiyordu. Devletin yeni sahiplerini kabule yanaşmıyorlardı. Bu sosyolojiler, garip bir biçimde muhafazakarlığa karşı olma çerçevesinde kapitalizmi ve Marksizm'i bir araya getiriyorlardı. Ya da kapitalizm ve sol, muhafazakarların devleti yönetmelerine meydan okumak üzere aynı kulvarda buluşuyordu.
Sağ sosyoloji de Gezi hadiselerini tamamıyla yerli statükoları korumak, egemenliğin yanında yer almak ve gücü kutsamak etrafında bir dile yöneldi. Ne yeni teknolojileri, ne yeni genç kuşağı ne de yeni kentsel katılım taleplerini gördü. Çünkü gördüğü tek şey iktidardı, güçtü ve egemen olandı. Bu nedenle yeni genç kuşağı azarladı, iletişimin yeniliğine karşı 'gerici' dili tercih etti ve klasik dış güçler (haçlılar metaforu) söylemine başvurdu. Sağ sosyologlar Tanrısal bir edayla yukarıdan konuştular! Sağ sosyologlar için Gezi olgusu, Büyük Türkiye ile yorumlanabilecek bir dış politika meselesi. İnsan hakları, yeni katılım talepleri, yeni katılım teknolojileri, yeni yerel demokrasi arayışı… Bunlar zaten 'gavur icadı'ydı.
Hem liberal, hem sol hem de sağ sosyolojiler Gezi fenomenini gerçek sosyolojik veçheleriyle değerlendiremediler. Çünkü bu sosyolojilerin ideolojik bagajları güçlüydü. Hepsi de belli ideolojiler, sosyal ağlar, bilim cemaatleri ve üst anlatılarla hareket ediyorlardı. Gezi olgusunu analiz etmek, anlamak ve ortalama objektif esaslarla yorumlamak yoluna gitmediler. Bütün bu sosyolojiler, yerel, ulusl, uluslar arası ve metafiziksel iktidarlarını koruma çabasında oldular. Düşüncelerinin doğruluğunda aldıkları kesin inançlarda gelen konforları bozmak istemediler. Küçük ya da ölçekli kalabalıkların sesine kulak verdiler. Sosyolojilerinin kulağı milleti, hakikati ve insanı dinlemek yerine kalabalıkları dinledi. Kalabalıkların rekabetleriyle konuştular. Sokaklarda sürüleşen, saldırganlaşan, şahsiyete yer vermeyen ve bundan dolayı içinde düşünmeler taşımayan kalabalıkların 'uğultusu' onları etkiledi.
Genel eleştiriden yoksun sosyoloji
Gezi hadisesi karşısında sosyoloji iflas etti. Sosyolojinin bütün renkleri, bütün sesleri ve bütün ekolleri kaybetti. Toplumunu tanımayan, sorunlarını doğru teşhis edemeyen ve 'aydınlatma' rolünü yerine getiremeyen bir sosyoloji iflas etmiş demektir. Yaşanan gerçeklik budur. Kısır iktidar rekabetlerine bürünen, pozisyonlarını korumaya adanan, genel eleştirel dilden yoksun kalan ve gerçekleri gerecekler olarak analiz etmeyen bir sosyoloji bitmiştir.
Elbette sosyoloji de bir toplumun ortalamasını yansıtıyor. Bir toplumdaki bilimin, araştırmanın ve sosyologların varlık dünyasını anlatır. Liberal olmayan liberaller, sol olmayan solcular, İslamcı olmayan İslamcılar… Naylon kimlikler, naylon ideolojiler ve naylon sosyolojiden geçilmez hale geliyoruz. Başka dünyaları, başka toplumları ve başka olayları anlatan bir sosyoloji ile karşılaşıyoruz. Türkiye'de, İstanbul'da, 2013 yılında ve belli kuşaklarla gerçekleşen bir toplumsal olay başka bir toplumla, başka bir ülke ile başka bir çağla anlatılıyor. Taksim Komünü kavramlaştırması bunun en ilginç örneği. Ya da 'Kemalistler ve İslamcılar beraber iftar yaptı' tanımlaması…
Sanki Kemalistler ve İslamcılar aynı ülkede yaşayan, aynı dili kullanan, aynı sokakları paylaşan, aynı ezan sesleri paylaşan insanlar değillermiş! Sanki yurt dışına çıkınca Kemal Sunal ve Şener Şen filmlerini özleyenler onlar değillermiş!
Mega siyaseti öncelemek
Bu sosyolojiler kendi milletine, toplumuna ve ülkesine yabancı. Çünkü başka toplumların tecrübelerini önceleyerek ve o gerçeklikleri temel alarak hareket ediyorlar. Geziyi böyle analiz ettiler. Ya da sağ sosyolojideki gibi insanları, grupları, kuşakları ve gençleri hiç hesaba katmadan 'mega siyasetleri' öncelediler. Ulusal ve uluslar arası iktidarlara böylesine batan ve körleşen sosyolojiler Gezi olayında iflas bayrağını çekmiş oldular. İktidar ve ideoloji kulelerinde konuşan bu sosyologlarımız 'yandaş' ve 'karşıt' cephelerini aşamadılar.
Bilimi kılıç kuşanarak kılıç kuşananların kervanlarına sosyoloji taşıdılar. Kalabalığın sürü dalgalarına yenik düştüler, iktidar (mikro, küresel, cemaatsel) merkezlerinin divanlarına fetvalar dizdiler. Kritiği karşıtlarına yönelttiler. Sosyolojik benliğin doğasında kendi benliklerinin çıkarlarıyla kayıplara karıştılar. Sosyoloji bir kez daha araç bilim haline geldi, bir kez daha toplumsal gerçeklik karşısında kör, sağır ve dilsiz kesildi. Gezide 'oyunun' bir parçasına dönüştü.
YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT