1. YAZARLAR

  2. Nazife Şişman

  3. Genetik kader ve ırkçı kriminoloji
Nazife Şişman

Nazife Şişman

Yazarın Tüm Yazıları >

Genetik kader ve ırkçı kriminoloji

25 Şubat 2012 Cumartesi 16:20A+A-

Geçen haftayı, bir aklı evvel müdürün dehşet verici ifadelerini nereye yerleştireceğimizi bilemez bir ruh hali içinde geçirdik.

Her şeyi genetiğe bağlayanın bir eğitimci olmasına mı şaşırmalıydık, yoksa "Tıp bu kadar gelişti, yüz nakli yapılıyor. Emniyette suçluların kanını alıp gen haritası çıkarsınlar. Çocuk doğduktan sonra analizi yapılsın. Vatana, millete, bu ülkeye zararlıysa yürümeden yok edilsin." şeklindeki korkunç ifadesinin ardından salondakilerin alkış ve gülme seslerinden mi daha fazla endişe duymalıydık bilemedik.

Emniyetin düzenlediği bir toplantıda, bir ilköğretim müdürünün suçla mücadelenin kestirme yoluna dair görüşleriydi bunlar. Kültür, siyaset, iktisat, eğitim... Esasında boşuna uğraşıyormuşuz. Her şeyin kökeni biyoloji olduğuna göre! Biyolojik/genetik sorunu tespit ettiğiniz anda problem çözülüyor. Sizin istemediğiniz özelliklere sahip, mesela hırsızlık yapan gençler mi var? Sosyal adaleti sağlamak, rehabilitasyon, kültürel zenginlik, eğitim desteği gibi uzun vadeli insani çabalara emek, zaman ya da para harcamanıza gerek yok. Tıp çok gelişmiş. Kanını analiz edersiniz. Özürlü mü çıktı? Bir fiskede bitirirsiniz işini. Böylece toplum tertemiz olur. Nazi Almanya'sında da böyle bir temizlik düşü hâkimdi. Özürlüler ve başka ırktan olanlar, tuvaldeki görüntüyü bozan fırça darbeleriydi. Bu nedenle de başka bir fırça darbesiyle temizlendiler.

Irsiyetin insan davranışlarında ne denli belirleyici olduğu konusu esasında çok eskiden beri insanları meşgul etmiştir. Ama kriminoloji ile ırkçılığın kesiştiği nokta, Avrupa tarihinde on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde bariz hale gelir. Evrimci biyolojiden güç alan bu yeni kriminoloji, suçlunun belli bir tip insan olduğu anlayışına dayanıyordu. Bu anlayışa göre suçun görünür işaretleri vardı ve bunlar suçlu tipin üzerine adeta kazınmıştı. Bu sebeple yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar öjeni, yani suçu üzerinde bir damga olarak taşıyan kimselerin yok edilmesi, uygulanan yaygın bir "yöntem"di. Deli, tüberküloz hastası, kumarbaz, alkolik, fahişe... Bunların hepsi bir tek dejenere ve ırsi kimliğe dahildi ve pek çok ülkede devletin güçleri ve hukuk, ırkın selameti adına bu tehditleri kontrol ediyordu.

Yirminci yüzyılın son yıllarında yeni biyolojiye dayanan yeni bir kriminoloji gelişmeye başladı. Irk, yaratılış, hormonların baskısı, sosyolojik ve psikolojik arka plan gibi suçu belirli bir zemine oturtmaya çalışan açıklamalara, genetik parametre de dâhil oldu. Birkaç yıl önce "suçluluk geni"nden bahseden gazete haberleri okumuştuk. Gazete haberleri, televizyon belgeselleri, sinema filmleri ve romanlar, suçluluk geni iddialarını popülerleştirdi. Zaten genetik ve tıp bilimindeki popüler bilginin bu tür kanaatlerin oluşmasında ne kadar etkili olduğunu söz konusu müdürün "yüz nakli bile yapılıyor" ifadesinden anlıyoruz. İronik olan şu ki; magazinsel boyutuyla günlerce medyada arzı endam eden "yüz nakli okazyonu"nu gerçekleştiren doktor da bir sinema filminden ilham aldığını söylüyor.

Kan naklinden suçu tespit edip kaynağını kurutmak isteyen muhteşem çözüm önerisi bana da on yıl öncesinin bir filmini hatırlattı: Azınlık Raporu (Minority Report, 2002). Steven Spielberg'in, ünlü bilimkurgu yazarı Philip K.Dick'in kısa bir öyküsünden sinemaya uyarladığı film, 2054'te Washington'da geçiyordu. Bazı teknolojik aygıtlar sayesinde cinayetleri daha işlenmeden önce fark edip suçluları yakalayan özel bir polis birimi mensubuydu hikâyenin kahramanı. Suç daha işlenmeden suçu işleyeceği bilinen kişi tutuklandığından, esasında ortada suç olmuyordu. Önceden engellendiğine göre, insan iradesi ve fiili diye bir şeyden bahsedebilir miydik hâlâ? Peki, neden yargılanıyordu? Niyeti miydi onu suçlu kılan? Bu ve benzeri sorular kalmış aklımda filmden.

Özellikle son yıllardaki genetik araştırmaların sonuçları medyaya popüler bir dille yansıdığından ve bilimkurgu ile bilim birbirine eklemlendiğinden pek çok kişinin kafası karışıyor. Bu nedenle de genetik, davranışlarda ne kadar belirleyicidir, sorusunun cevabı bilinmeden bir taraftan suç davranışı ile genetik arasında determinist bir ilişki kuruluyor, diğer taraftan genetik bilginin ırk ayrımcı bir gelecek tasarımına yol açabileceği üzerinde hiç düşünülmüyor.

DNA'YA ATFEDİLEN AŞIRI ANLAM

Yeni bin yılın başında insan geninin haritasının çözüldüğü açıklandığında, yaşamın sırrının bulunduğu heyecanına kapıldı pek çok kimse. Çünkü bu açıklamalar da şov tadındaydı. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, kameralar karşısına çıkmış ve gülümseyerek "şifrelerin şifresi"nin çözüldüğünü ilan etmişti.

Son elli yıldır, yani DNA'nın keşfedildiği andan itibaren o protein dizisindeki mesajı bir çözebilsek, bir organizmayı o organizma yapan "program"ı anlayacağımız inancı hâkim oldu bilim dünyasına. Ama bugün genetik enformasyon ile biyolojik anlam arasındaki uçurumun farkına varmış durumda bilim adamları. Bilim adamları genetik enformasyonun her şeyi açıklayamayacağının farkında, ama popüler bilim medyatikleşince genetiğin sadece biyolojik anlamı değil, sosyolojik ve psikolojik anlamı da tayin ettiği kanaatine kapılanlar oluyor. Hatta geçtiğimiz yıllarda ontolojik ve metafiziksel anlamın da genlerle tayin edildiği iddiası yer almıştı medyada. "Tanrı geni" haberlerini hatırlayın lütfen. Genetik kadere inanmak, yani her şeyin DNA üzerinde değiştirilemez bir şekilde yazılmış olduğuna inanmak, aslında en ideal toplumsal şartlarda bile suçluların ortaya çıkacağını iddia etmek anlamına gelir. Bu nedenle, bu tür bir vurgu, dikkatin toplumu ıslah etmekten, eğitimden ve şiddete karşı rehabilitasyon tedbirleri almaktan ziyade biyolojik önlemlerde yoğunlaştırılmasına neden olur. Önlemlerin biyoloji alanında yoğunlaşması tarihte de görüldüğü üzere genellikle ırkçı ve öjenik [kusursuz ırk meydana getirme politikası] bir tutuma yol açar.

Şunu unutmamalıyız ki; suçun nöro-genetik bir tabanının olduğu iddiası, ırkçı ve ayrımcı bir toplum düzenlemesine meşruiyet kazandırır. Eğer hiçbir dış şart, suçun işlenmesini engelleyemeyecekse "yürümeden yok etmek"ten başka çare kalmaz tabii ki! Bu da gösteriyor ki; genetik bilgiye dayanan yeni biyolojik kriminoloji, yeni bir tür öjeniye geçit verme riskini taşıyor. Zira her şeyi genetik kadere bağlayan böyle bir yaklaşım, kişiyle ilgili determinist bir yargının oluşmasına yol açıyor.

Halbuki genetik yapı ve suç davranışı arasındaki ilişki, yaşam hikâyesi ve çevrenin etkilerinden daha determinist değildir. Genetik der ki, tevarüs edilen belli bir genotip kişinin kendini kontrol edebilmesini ve farklı davranmasını zorlaştırabilir. Mesela insan doğuştan öfkeli, sert bir genetik yapıya sahip olabilir. Ve bu genetik yapı da kişinin suç davranışlarının kontrolü bakımından birtakım zorluklara yol açabilir. Böyle der genetik bilimi.

Sosyoloji ve psikolojinin öne sürdüğü argüman ise kişinin kendini kontrol edebilme kapasitesinin çevre ve yetiştirilme tarzı nedeniyle kısıtlanmasıdır. Mesela şiddete maruz kalarak büyüyen ya da zaten suç işleyen bir çevrede yetişen kişilerin suça meylinin, psikolojik ve sosyolojik bir arka planının olduğunu söyleriz. Sosyolojik ve psikolojik arka plan, davranışları nasıl meşrulaştıramazsa, genetik de aynı ölçüde mazeret olamaz. Yargı ve hukuk böyle bir değerlendirme yapmalı. Ama genetik olsun, psiko-sosyal olsun bu arka planın determinist bir etkisinin olmadığı da unutulmamalıdır.

Yoksa kendimizi suçun sorumluluğunu beyindeki bir noktaya ya da bir gene bağlarken buluruz. Yani bütün insan davranışını refleks düzeyine ve otomatik olarak belirlenen kaçınılmaz davranışlara indirgemiş oluruz. Hâlbuki insan davranışı karmaşık bir yapıya sahiptir. Hormonlar, genetik yapı, beynin nörofözyolojisi ve biyokimyası davranışı ne kadar etkilerse etkilesin, insanın davranışı serebral korteksin yani beyin kabuğunun en üst katmanında gerçekleşir. Ve Han Brunner'e göre beyin fonksiyonlarını belli sayıda gen şekillendiriyor olsa da, bu genlerden hiçbiri davranış kodunu belirleyici özelliğe sahip değildir.

Yani insan ne salt nöro-genetikten, moleküllerden oluşan bir varlık ne de biyokimyasal bir bileşkeden ibaret. O halde vurgu yapmamız gereken nokta genler değil, sorumluluk ve ahlaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT