1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Gazzâlî, Tekfir ve Mezhepler
Gazzâlî, Tekfir ve Mezhepler

Gazzâlî, Tekfir ve Mezhepler

​​​​​​​Bütün büyük âlimler delile dayalı hükmü gerekli görmüşler ve taklidin de haram olduğunu söylemişlerdir. Bu âlimlerin “Beni taklit edeceksiniz veya düşünseniz de benim düşünceme ve delillerime tabi olacaksınız” demesi mümkün müdür!

17 Haziran 2018 Pazar 06:30A+A-

Hayrettin Karaman, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında, Gazzali Üzerinden, “Tekfir” sorununu analiz etmiş:

Gazzâlî’nin Faysalu’t-Tefrika isimli kitabını notlar ekleyerek yayınlayan Mahmud Bego bazı ara başlıklar da koymuştu. Bunlardan biri de “Hakikat her bir mezhepte dolaşır” şeklinde idi. İşte bu başlık altında Gazzâlî şu önemli açıklamalarda bulunuyor:

Hasetçilerin etkisinde kalmayan, taklidin kör etmediği, gerçeği öğrenme arzusu ve tefekkürün tahrik ettiği sen! Zihnini işgal eden ve seni huzursuz kılan bu durumdan kurtulmak istiyorsan önce muhatabından küfrün (dinden çıkmanın) tanımını yapmasını iste. Eğer küfür, “Eş’ârî veya Mu’tezilî veya Hanbelî ve diğer mezheplere muhalefet etmektir” diyorsa, o, geri zekâlıdır, taklidin zincirine vurulmuştur, körlerden daha kördür; onu iknaya uğraşıp boşa vaktini harcama.

Muhtemelen muhatabın Eş’ârî mezhebine bağlıdır ve “Bu mezhebe küçük- büyük bir meselede uymayan kimse açıkça küfre düşmüş olur” demektedir.

Ona sor:

Hak ve hakikatin yalnızca Eş’ârî mezhebinde bulunduğunun kendine göre delili nedir ki, bu sözü ile mesela Bakıllânî gibi bir âlimi tekfir etmiş oluyor! Çünkü Bakıllânî ‘bekâ’ sıfatında Eş’ârî’ye muhlaif bir görüşe sahiptir. Ona göre ‘bekâ’ sıfatı, zât üzerine zâid (zâtına ek) bir sıfat değildir. Bu durumda Bakıllânî Eş’ârî’ye muhalif olunca küfre düşüyor da ona muhalif olunca Eş’ârî niçin küfre düşmüyor! Hakikat daima niçin birine değil de diğerine ait oluyor!

O önce geldiği için derse, ondan (Eş’ârî’den) önce de Mutezile ve başkaları var.

O daha âlim ve erdemli derse hangi ölçekle ilmi ve erdemi ölçtü de kendi taklit ettiği imamı diğerlerinden üstün buldu!

Bakıllânî’ye izin verse ondan başka yine Eş’ârî’ye muhalefetleri bulunan Kerâbîsî, Kalânisî gibi ehl-i sünnet kelâmcıları var, onlara niçin muhalefet hakkı tanımıyor!

Eğer derse ki, Bakıllânî’nin muhalefeti (farklı görüşü-yorumu) ifade farkından ibarettir, o ve Eş’ârî vücudun (Allah’ın varlığının) devamında ittifak ediyorlar, farklı görüşleri bunun zâta mı râci olduğu yoksa zat üzerine zaid (ek) bir sıfat mıdır sorusu ile ilgilidir ve bu da önemli değildir, sert davranmayı gerektirmez…

Peki, o zaman Allah’ın, zatından başka sıfatlarının olduğunu kabul etmeyen Mutezile’ye niçin sert davranıyor; Mutezile de -zâta ekli sıfatların bulunduğunu kabul etmese bile- Allah’ın bilinecek her şeyi bildiğini, mümkün olan her şeye kadir olduğunu… kabul ediyor; onların da Eş’ârî’den farkı zâtı ile mi, ek sıfatı ile mi bildiğinden ibarettir.

Allah’ın sıfatlarının varlık veya yokluğu konusunu düşünmek ve tartışmaktan daha büyük ve önemli hangi konu olabilir ki, bu konudaki farkı önemsemiyorlar!

Mutaassıp tekfirci derse ki: Ben Mutezile’ye sert konuşuyor ve onları tekfir ediyorum; çünkü bunlar, ilim, kudret, hayat gibi tarifleri ve hakikatleri farklı olan sıfatları zâta irca ediyorlar ve tek bir zatın bütün bu farklı sıfatların yerini tutacağını söylüyorlar...

Peki, Eş’ârî de kelâm sıfatı Allah’ın zâtı ile kaim tek bir sıfattır, tek olmasına rağmen Tevrat’tır, İncil’dir, Zebur’dur, Kur’ân’dır, emirdir, yasaklamadır, haberdir… diyor. Bunlar da farklı hakikatlerdir ama tek sıfattan sadır oluyor, buna ne diyeceksin!

Bu sorulara cevap veremez. Çünkü o imam değil imama uyandır, âlim değil, mukallittir, bunları ikna etmek veya hakikati idrak etmelerini sağlamak mümkün değildir; en iyisi onların susmaları veya onlara susmaktır.

İnsaf sahibi isen bilirsin ki, hak ve hakikati belli bir âlimin ve mütefekkirin tekelinde kılan, hakikati yalnız o bilir diyen kimse küfre ve çelişkiye başkalarından daha yakın durmaktadır.

Küfre yakındır; çünkü o âlimi, iman ve küfür, kendisini tasdik veya tekzip etmeye bağlı olan masum (hata etmez) peygamber mertebesine getirmiştir.

Çelişki içindedir; çünkü bütün büyük âlimler tefekkürü ve delile dayalı hükmü gerekli görmüşler ve taklidin de haram olduğunu söylemişlerdir. Bu âlimlerin “Beni taklit edeceksiniz veya düşünseniz de benim düşünceme ve delillerime tabi olacaksınız” demesi mümkün müdür!

Gazzâlî’den yaptığım alıntılar buraya kadardır. Bundan sonraki bir yazıda çıkardığım sonuçları arz edeceğim.

 

HABERE YORUM KAT