1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. Evet ama bir lokomotif bunu yapabilir mi bakalım
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

Evet ama bir lokomotif bunu yapabilir mi bakalım

23 Haziran 2015 Salı 01:44A+A-

7 Haziran'dan beri herkesin ağzında aynı sakız. "Seçmen 13 yıl sonra koalisyon istedi." Bak sen!

Kime sordun? "E sandıkta hiçbir partiye tek başına iktidar vermedi ya."

46 milyon seçmen arasında organize oldu ve aralarında hangi partiye oy verecekleri konusunda anlaşıp önümüze bu tabloyu koydu öyle mi?

Seçim öncesi CHP'yi, MHP'yi, HDP'yi, PKK'yı, Cemaat'i, merkez medyayı, illegal solu, New York Times'ı... Bir araya getiren ittifakın amacı neydi? İçinde en yakın rakibini neredeyse ikiye katlayan Ak Parti'nin de olduğu geniş temsiliyet kabiliyetine sahip bir koalisyon oluşturmak mı? Ya da 7 Haziran sabahı Avustralya'dan (Avusturya değil) uçup gelen, bölgede hayatını tehlikeye atarak sandık başına giden Ak Parti'li seçmen Erdoğan'ın statüsünün ve Çözüm Süreci'nin tartışılacağı koalisyon senaryoları için mi oy verdi?

Bırakın bu işleri. Tarihinde ilk kez sivil bir toplumsal dönüşüm sürecinin içine girmiş, seçime katılımın yüzde 85'lere vardığı aşırı politikleşmiş bir ülkede seçmen sandığa tavır koymak için gider, uzlaşı için değil.

Sivil dinamiklerin hâkim olduğu, kimi zaman sınırları çok katı olan kutuplaşmalara da neden olan toplumsal çelişki süreçleri sağlıklı doğumun habercisi sancılardır. Zaten, bir arada yaşama iradesi denilen konsensüs de demokrasi dışı mekanizmaların tepeden buyurmadığı, halkın kendisinin ulaştığı sentezlerdir. Tarih boyunca önümüze konulan padişahın, Atatürk'ün ya da askerlerin çözümüydü. Şimdi Türkiye halkı "arasında tartışarak" butik çözümünü yaratmaya çalışıyor, hepsi bu.

Bugün demokrasisini kurumsallaştırmış ABD ve Avrupa ülkeleri şimdiki seviyelerine böyle içten içe çatışa çatışa, tartışa tartışa geldiler.

Türkiye'de de bugün iki kutup var. Biri merkezde. Yıllardır sahip olduğu merkezin ekonomik, politik ve kültürel ayrıcalıklarını çevreden gelenlere kaptırmamak için "kale benim" mücadelesi veriyor.

Şehirlerde, o da kalbur üstü semtlerde tahkim olmuş durumda.

Kürtlerden, dindarlardan, yoksullardan gelen eşitlik talebinin kendisini bile tehdit olarak algılıyor. Diğeri de bir süredir sokulduğu kentin sınırlarından tekrar püskürtülmemek için direniyor.

Taşradan, çevreden yürüyor.

İşte sık sık duyduğumuz, "Nişantaşı'na kadar geldiler, ciplere biniyorlar, büyük gazetelerde yazıyorlar, büyük televizyonlara çıkıyorlar, elleriyle devrim yapıyorlar..." yakınmalarının arka planı budur. "Göç" bitmedikçe, şehirlileşme sürdükçe de bu çatışma hali bitmeyecek.

Bu aslında tam olarak bir sınıf mücadelesi. Eğer Türkiye solu dünyadaki muadilleri gibi, Marx'ın temel çelişkisindeki sınıfların yeni binyıldaki formunu kavrayabilme becerisi gösterebilseydi; safları eski düzenin sahipleriyle değil çevredekilerle, doğal müttefikleriyle sıklaştırabilseydi kuşkusuz dönüşüm süreci daha hızlı ilerleyecekti.

Ama olsun er ya da geç, siyasetin doğal dinamikleriyle işlediği, çoğunluğun taleplerinin özcü yaklaşımlarla mahkûm edilmeden yönetişim sürecine dahil edildiği bir demokrasi kurulacak bu ülkede.

Bu bir temenninin ötesinde, Türkiye'nin gösterdiği performansın, vardığı aşamanın ve bölgesel dengelerin bir dayatması. Dolaysıyla önümüze konulan ehveni şer koalisyon senaryolarının, tasfiye olmanın eşiğindeki yenilen sınıfın can simidi olduğunu unutmayın.

Sandıktan çıkan sonuç Türkiye'yi yeni bir seçime götürecek. Higgs bozonu (tanrı parçacığı) gibi, birbirinin antitezi partiler arasındaki yaşamsal dengeyi sağlayacak yapay bir uzlaşı zemini yaratmaya çalışmak gerçekçi değil. Ya da en fazla, Woody Allen'ın Tanrı'yı bulması için dedektif görevlendiren karakterinin umudu kadar naif.

SABAH

YAZIYA YORUM KAT