1. YAZARLAR

  2. Garip Turunç

  3. Eski alışkanlıklarla sorunları çözemeyiz
Garip Turunç

Garip Turunç

Yazarın Tüm Yazıları >

Eski alışkanlıklarla sorunları çözemeyiz

29 Eylül 2010 Çarşamba 07:13A+A-

Bir sorun sahibi olmak galiba onurumuza dokunuyor. "Sorun yok" diyoruz önce. Biz "yok" deyince de yok olmuyor sorunlarımız. Yıllardır 'Kürt yoktur, dağda gezerken kart kurt sesi çıkaranlara Kürt denirdi' diyen bir devletin bir Kürt sorunu olduğunu anlaması için 'otuz bin insanımız'ın ölmesi gerekti.

Otuz bin gencimizi gömdükten sonra fark ettik ki bizim çözmemiz gereken çok ciddi bir sorunumuz var. Ve, bundan yirmi beş yıl önce yapılması halinde otuz bin canı ve yaklaşık dört yüz milyar doları kurtaracak çözüm yollarını aramaya çalışıyoruz şimdi.

Referandum süreci rahat atlatıldı. Kürt sorunu Türkiye'nin gündeminde. Beklenen oluyor, hükümet, Kürt sorunu konusunda kararlı bir şekilde kolları sıvadı. Sorun, derin devletin istemediği adamların eliyle ve onların istemediği biçimde çözülmeye başlanıyor. Görüşmeler birçok koldan başladı ve artık çözümü ve barışı telaffuz ediyoruz. Bu çok sevindirici. Ancak ihtiyatlı bir iyimserlikle yoğurdu üfleyerek yemek doğru olur. Yolumuz uzun, önümüzde şimdiye dek deneyimine hiç sahip olmadığımız bir siyasi çözüm süreci duruyor. Bu yeni deneyden, hem Kürtler, hem Türkler olarak adım adım yeni şeyler beklemeliyiz.

Kürt meselemizde çözüm için "nitelikli" görüşmelerin başladığı noktada kanımca en önemli mesele, tarafların karşılıklı hassasiyetlerini dikkate almaktır. Dikkat gösterme sorumluluğu yalnız görüşme halindeki tarafları değil, bu konularda yazıp çizen hepimizi ilgilendiriyor.

Öncelikle şu gerçeği bilmemiz gerekiyor: Şartlar değişirken, sorunlar biçim değiştirirken eski "alışkanlıklarla" sorunları çözemeyiz. Siz binlerce kilometreden getirmiş olduğunuz bir arabayla "çıkmaz sokağa" girdiğinizde, "ben binlerce kilometreyi bu arabayla gittim, bundan sonrasını da öyle gideceğim" derseniz, duvara toslayıp arabanızı parçalarsınız. Her yeni durumun yeni bir çözümü vardır. Silahla, bombayla, sertlikle gidilebilecek noktaya kadar gidildi, bundan sonra iki taraf da bu yöntemlerle hiçbir yere gidemez.

Kürtler ne istiyorlar? Kürtler demokrasi, adam yerine konulmak, dil ve kültürlerinin korunmasını istiyorlar. Kürtlerin tarihsel hassasiyetleri "asimile edilme" kaygısıdır. Bunun için de, devletin şiddet politikalarından daha çok devletin asimilasyon politikalarına karşıdırlar. Tarihleri boyunca şiddet bir bakıma kaderleri olmuş, şiddet altında yaşamışlar hep. Kürtçe konuşmayı yasak ederek, çocuklarına istedikleri isimleri koymalarını engelleyerek, şarkılarını söyletmeyerek, sırf Kürt oldukları için aşağılayarak binlerce insanı bunaltıp dağlara sürdürüldü. Diyarbakır başta olmak üzere Kürtçe neşriyat yapan basımevleri, matbaalar kapattırıldı, Kürt aydınları tutuklandı, pek çoğu yurtdışına kaçmak zorunda bırakıldı.

Yaşar Kemal, yıllar önce Almanya'nın 'Der Spiegel' dergisine verdiği demeçte şunları söylüyordu: "Bir milletin dilini keserseniz, onu yok edersiniz. Kürtlerin dili kesildi, kesilmek istendi. Bu ne büyük vahşettir."

Evet, Yaşar Kemal'in de vurguladığı gibi kimlik sorununun özü dildir. Dilini kaybeden bir halkın, geçmişle, gelecekle ve kimliğiyle bağı kopar.

Benim anlamakta zorlandığım, "İnsanlar önce kendi anadillerine hâkim olmalı." diyen Başbakan'ın, Almanlardan istediğini, Kürtler Türkiye'den isteyince şöyle bir üslubu tercih etmesi: "Bizden resmî olarak anadilde eğitim beklerseniz bunu bizden beklemeyin. Türkiye'nin resmî dili Türkçedir. Olayı istismar etme yoluna gitmenin ülkemizi bölmeye yönelik adımlar olduğunu da özellikle vurguluyorum."

Başbakan, Kürtçenin Türkiye'de resmî dil statüsü kazanmayacağına vurgu yapıyor. Kürtlerin de, BDP'nin de zaten bu yönde bir talebi yok. Kürtlerin, Kürtçenin devletin okullarında -Fransa'nın Bask bölgesinde olduğu gibi- çocuklarına öğretilmesi yönündeki taleplerinin temelinde, 'anadillerine hâkim olmak' isteği var. Bunun için de devletin bir şeyler yapması gerektiğine inanıyorlar.

Anadilde eğitimin bölünmenin başlangıcı olduğu yönünde katı yargılara kapılmak yerine dünyadaki çeşitli örnekleri tarafsız bir gözle incelemekte yarar var. Milli eğitim sistemi içinde Kürtçeye bir yer verilmesi, Türkiye'de birden fazla resmî dil olması anlamında olamayacağı gibi, "bölünmenin ilk adımı" anlamına da gelmez. Önemli olan, Kürtçenin eğitim sistemi içinde nasıl yer alacağıdır. Başbakan'ın "gitsinler kendileri öğrensinler", "özel kurslar açsınlar, ama bizden bir destek beklemesinler", "biz eğitim sistemi içine asla bunu sokmayız" söylemleri de sorunun çözümüne katkıda bulunmaktan uzak bir mesajdır.

Kürtlerin Kürtçenin yaşayan bir dil olmasını sağlamak yönündeki istekleri son derece doğaldır. Yirmi milyon Kürt'ü yok saymaya çalışan bir "strateji" bela doğurur yalnızca. Türk'üyle, Kürt'üyle bütün bu toplum için, koynunda büyük ümitleri ve barışı saklayan bir gelecek söz konusu, eski alışkanlıklar bu ümitleri öldürürse, bundan kimin çıkarı olacak? Bundan ne Kürt halkı bir çıkar sağlar ne de Türk halkı.

İki ülke savaştığında galip bellidir, mağlup bellidir. Yenen, şartlarını diğerine dikte ettirir. İç savaşlarda genellikle bu iş o kadar kolay olmuyor. Bir kere kimin galip kimin mağlup olduğu o kadar kesin bir şekilde çıkmıyor ortaya. Bugün yaşadığımız Güneydoğu'daki iç savaşın da galibi yok. PKK'nın isteklerini silahla kabul ettirmesinin bir yolu olmadığı artık herkes tarafından anlaşıldı. Ordu da PKK'yı ne yaparsa yapsın bitiremiyor. Zaten yenebilecek olsa bu iş yirmi beş yıl sürmezdi. Bir kilitlenme hali var ortada. Hükümet de, geçen yıldan bu yana, işin farkında ve bu kilidi çözmek için uğraşıyorsa da kararlı adımlar atmakta zorlanıyor.

Benim uzaktan (Fransa'dan) görebildiğim kadarıyla "eski sistemimize" yeni eklemeler yaparak herkesi memnun edecek bir çözüm bulamayız. Yeni bir sistem bulmamız lazım. O sistem de, Avrupa Birliği'nin ölçüleri olmalı. Zira, Avrupa Birliği, ülkedeki herkesin, her ırkın, her dinin eşitliğini kabul ediyor. Herkesin eğitim, dil, iletişim, ibadet hakları korunma altına alınıyor. "Önce Türk sonra insan" olmuyoruz. "Önce Kürt sonra insan" da olmuyoruz. Hep birlikte önce "insan" oluyoruz sonra da ne istersek o oluyoruz.

Evet, benim gördüğüm bu. Yanlış olabilir. Savaşı bitirecek, herkesi memnun edecek ve hemen yapılabilecek önerileri olanlar da söyler, bütün önerileri tartışırız. En iyiyi savaşarak bulamadık, ama tartışarak bulacağız. Sıkı, sağlam, zorlu bir kavga yaşayacağız, Kürt Türk, dindar dinsiz, Sünni Alevi, solcu muhafazakâr, demokratik bir hayat isteyen herkesin hep birlikte olacağımız bir kavga bu. Sonunda da bu barış olacak.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT