1. YAZARLAR

  2. Sami Gören

  3. Ergenekon Soruşturması Üzerine
Sami Gören

Sami Gören

Yazarın Tüm Yazıları >

Ergenekon Soruşturması Üzerine

21 Temmuz 2008 Pazartesi 04:34A+A-

Ergenekon yapılanmasına ilişkin 13 aydır sürmekte olan soruşturma neticelendirilerek iddianame 14.07.2008 günü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne verildi. 01.07.2008 günü gözaltına alınıp tutuklanan Emekli Org. Hurşit Tolon, Org. Şener Eruygur ve ATO Başkanı Sinan Aygün bu iddianamede yer almamıştır; bunlar için ek iddianame düzenleneceği belirtilmiştir. 86 şüpheliyi kapsayan iddianamede, Emekli Oramiral Özden Örnek'e ait olduğu iddia edilen Darbe Günlükleri'nde öne sürülen iddialar yer almamıştır. Başsavcılığın iddianameyi mahkemeye sunduğu gün, Genelkurmay Askeri Başsavcılığı'nın da "Darbe Günlükleri" ile alakalı soruşturmayı başlattığı öğrenilmiştir. İddianamede, silahlı terör örgütüne üye olmak ve yardım etmekten cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya, hükümete karşı halkı silahlı isyana tahrikten Danıştay saldırısına ve Cumhuriyet gazetesine patlayıcı madde atmak suçlarına azmettirmeye kadar bir dizi ağır suçlamalar yapılmıştır.

Hakkında iddianame düzenlenenler ile isnat olunan suçlar itibariyle bu kapsam ve nitelikte bir soruşturma ve iddianame, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilki teşkil etmektedir. Bu sayede dokunulamaz sanılan kişilere dokunulmuş, bu kişilerin gözaltına alınarak tutuklanması ile “herkesin yargılanabileceği” anlaşılmıştır.

Bizim ülkemiz çok garip bir memlekettir. Gelişmiş demokratik memleketlerde darbe yapmak, darbeye teşebbüs etmek ya da yukarıda sayılan diğer fiilleri işlemek suç olduğu gibi, bunları gerçekleştirenler anında cezasını bulmaktadır. Bunun içindir ki bu memleketlerde demokratik hukuk devleti kesintisiz işlemektedir. Bizde ise darbe yapmak, darbeye teşebbüs etmek suç, ama ne 27 Mayıs, 12 Eylül, 12 Mart askeri darbelerini gerçekleştirenler, ne 28 Şubat post-modern darbecileri, ne 27 Nisan E-Bildirisi'ni yapanlar, ne de başarısız darbe teşebbüsünde bulunanlar cezalandırılabilmiştir. Aksi yöndeki tek örnek Talat Aydemir'dir. Şayet Ergenekon yargılamasında failler layıkıyla cezalandırılabilirse, benzer ikinci örnek ortaya çıkmış olacaktır. Ergenekon'a ilişkin yargılamanın kapsamının genişliği, faillerin kimliği ve çeşitliliği, gerçekleştirilen fiillerin giriftliği sebebiyle doğuracağı sonuç, birincisinden çok daha farklı olacaktır. Birincisinde çok sınırlı bir yargılama söz konusu iken, ikincisinde bir örgütlü yapılanma çökertilmeye çalışılmaktadır.

Ergenekon çetesinde, medyadan siyaset dünyasına, öğretim üyelerinden iş adamlarına kadar geniş yelpazede yer alan insanlar bulunmaktadır.

Bunlar, kökü devlet içinde olan ve devlet yönetimini kanun dışı yollarla, sansasyon ve komplolarla devralmayı öngören İttihatçı ruhun mirasçılarıdır. Türkiye, İttihat ve Terakki'nin bıraktığı enkazı bir türlü ortadan kaldıramamıştır. Her ne kadar bu örgütün başındaki yöneticiler yaptıklarının bedelini hayatlarıyla ödemişlerse de, bıraktıkları mirasın bedelini bizler çok daha ağır bir şekilde ödedik, ödemeye de devam etmekteyiz. Bu ruh yıllardır askeri darbelerle ve müdahalelerle devlet içindeki varlığını sürdürmektedir.

BU HESAPLAŞMA KAÇINILMAZDIR

27 Mayıs, İttihatçı ruhun o dönem yeniden hortlamasından başka bir şey değildir. Zinde güçlerin desteğini alan genç subaylar, sivil hükümeti darbeyle devirerek, Başbakan ve iki Bakan'ı idam sehpasına göndermiştir. Bu güçler, İttihatçılar gibi devlet içinde örgütlenerek, gizli çalışmalar yürütmüş, medya, sivil bürokrasi ve üniversitenin desteğini alarak hükümete el koymuştur. 28 Şubat'a giden süreç ve uygulamalarda da benzer yöntemlerden faydalanılmıştır.

Ergenekon oluşumu, AB sürecindeki demokratikleşme, şeffaflaşma ve sivil siyaset alanının genişlemesiyle devlet içindeki zeminini kaybetme aşamasına gelen İttihatçı ruhun tezahürüdür. Danıştay saldırısı, Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bomba, gerçekleştirilen "Cumhuriyet Mitingleri", İttihatçı refleksleri yeniden harekete geçirmek üzere hazırlanan projenin icraya konulması çabalarıdır. Bu dava, kökü İttihat ve Terakki'ye ve Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar giden ve Türkiye'nin başına musallat olan derin devletle hesaplaşma davasıdır. Rejimimizin demokrasiye doğru mu yoksa otoriterleşmeye doğru mu kayacağı bu davanın akıbetine bağlı bulunmaktadır.

ERGENEKON TAM OLARAK DEŞİFRE EDİL(E)MEDİ

Ergenekon iddianamesi Türkiye'de bir ilk...

İlk defa darbe teşebbüsünde bulunanlar yargılanacak. Bu açıdan tabii ki memnuniyet verici...

Ancak Ergenekon'un tamamen deşifre edildiğine inanmıyorum...

Neden mi?...

Darbenin siyaset ayağı, yargı ayağı, üniversite ayağı, medya ayağı, bürokrat ayağı nerede?...

Emekliler tamam da, muvazzaflar nerede?...

Hepsinden önemlisi; bunları bir araya getiren/bir arada tutan kim/kimler?..

O nerede?...

Eğer "Ergenekon'un hepsi bu" diyorsanız; o zaman bu iş "buraya kadar" demektir, "sonuna kadar gitmeyeceğiz" demektir...

Doğu ve Güneydoğu’da işlenen faili meçhul cinayetler, kontra saldırılar yok sayılamaz. Kaldı ki kimi emekli askerlerin “hakim-savcıları hizaya getirmek için lojmanlara bomba attırdıklarını, bölge halkını devlet saflarına dahil etmek için sağa sola bomba ve silah attırdıklarını” açıkça itiraf ettikleri bilinmektedir.  Bu itibarla Ergenekon’un Fırat’ın doğusundaki (Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki) kesiti de deşifre edilmelidir. Bunu yapışmaması da “soruşturmanın ört-bas edilmesi” anlamına gelir.

Burada 2 tane tehlikeli varta var;

1- En tehlikeli vartayı, derin devletle hesaplaşmanın bir noktasında işi pazarlığa dökülmesi; geçmişle hesaplaşmayı "devletin yüce çıkarlarının gereği", "değerli kurumlarımızı yıpratmamak" adına, "belli bir noktadan ileri götürmemek" gafletine düşmek oluşturmaktadır. Umarım Türkiye bu vartaya düşmez. Aksi takdirde ödeyeceği bedel çok ağır olur.

2- Bir diğer varta da; siyasi iradenin, devlet kurumlarının ve toplumsal desteğin azalması/sona ermesidir. Öncelikle iddianamesi hazırlanan Ergenekon soruşturmasında görev yapan savcıları ve hakimleri takdir etmek gerekir. Ancak böylesi önemli davalarda arzu edilen neticeye ulaşılabilmesi, ancak arkalarında güçlü bir siyasi iradenin, devletin temel kurumlarının ve aktif toplumsal desteğin varlığına bağlıdır. Derin bir hayal kırıklığı ve fiyasko yaşamamak için, bu davanın arkasında, halk destekli çelik bir iradeyle, eğilip bükülmeden, sonuna kadar dimdik duran bir siyasi iktidara ihtiyaç vardır. Böylesi bir siyasi iktidar, siyasi tarihimize adını altın harflerle yazdırabilecektir.

SORUŞTURMAYI SAVSAKLAMA GİRİŞİMLERİ

İddianameye karşı tavır sergileyen kesim, bu yargılamadan adil bir sonucun ortaya çıkmaması için her türlü yolu denemek isteyebilecektir. Türk halkının geniş kesiminin sağduyu ile buna mukabele etmesi, yargı organlarının da bu kabilden davranışlara suç teşkil ettiği oranda müsaade etmemesi gerekmektedir. Adil yargılama bunu gerekli kılmaktadır.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, başından beri Ergenekon operasyonuyla tutuklananları savunmaktadır. Baykal’ın bu konuşması darbe savunuculuğunun son örneğidir.

Sayın Baykal’a sormak gerekir;

“Hükümet açılan davaya karşı misillemede bulunuyor. Ergenekon operasyonu kapatma davasını rövanşıdır ne demek?..

“Yargıtay Başkanı, Ergenekon üyesi mi ki misilleme olsun..”

Operasyonların kapatma davasından önce başladığını ne çabuk unuttunuz?...

Ergenekon operasyonlarının başlangıç tarihi: 12 Haziran 2007

AK Parti hakkında açılan kapatma tarihi: 14 Mayıs 2008

Yani Ergenekon operasyonu/soruşturması AK Parti kapatma davasından 1 yıl önce başladı.  

Diğer yandan; iddianamenin mahkemeye verilmesinden itibaren iki önemli konu tartışılmaktadır. Bu iki konunun, soruşturmanın davanın selameti bakımından doğru bir şekilde ele alınması ve davanın akıbetini etkilemesine izin verilmemesi gerekir.

Birinci konu, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Sayın Örnek'e ait "darbe günlükleri"nin iddianamede yer almaması konusudur. Bu konu etrafında yürütülen tartışmada, ya günlüklerin delil olma vasfı bakımından zayıflığı ya da günlüklerin iddianameye dahil edilmesi halinde askeri yargının görevli olacağı hususları öne çıkartılmaktadır. İddianame hakkında verilen resmi bilgiler esas alındığında, davanın darbe planlarıyla ilgili olmadığı, bir darbenin altyapısını hazırlamaya yönelik faaliyetleri amaçlayan bir terör örgütü ile ilgili olduğu görülmektedir. Zaten, başlangıcından itibaren yürütülen soruşturma bu çerçeveye oturtulmuştu. Darbe günlüklerinin iddianamede yer almamasını bu bakımdan tabii karşılamak gerekir. Ancak, bu soruşturma dışında, adli yargının darbe günlükleri çerçevesinde yeni bir soruşturma başlatması ve bu konudaki tartışmaları ayrı bir dava konusu yapması gerekmektedir. Türkiye, asıl darbe davasını beklemektedir. Aslında, günlüklerin Nokta dergisinde yayımlanmasından hemen sonra böyle bir soruşturmanın başlatılması gerekirdi, bu olmamıştır, yapılamamıştır. Darbe teşebbüslerinin soruşturulması bir yana, herhangi bir muvazzaf subayın isminin bile geçtiği soruşturmaların nasıl sonuçlandığını hepimiz biliyoruz.

İkinci önemli konu askeri yargının yetkisi ile ilgilidir. Mevcut iddianamenin içerdiği konular veya darbe günlükleri çerçevesinde açılacak ve yürütülecek soruşturma askeri yargının görev alanı içinde değildir. Aksine dair iddiaların hukuki süreci akamete uğratmayı hedeflediğini düşünüyoruz. Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun 9. maddesi açık bir şekilde, askeri yargının görev alanını belirlemektedir. Buna göre, bir şahsın sadece (muvazzaf) asker olması askeri yargıda yargılanmasını gerektirmemektedir. Asker kişinin, a) askeri suçları, b) asker kişiler aleyhine işledikleri suçlar, c) askeri mahallerde işledikleri suçlar, d) askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlar askeri yargının görev alanına girmektedir. Darbe günlüklerinden hareketle suçlanan emekli generallerin işledikleri fiiller, askeri suç olarak nitelendirilemeyeceği gibi, askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili suçlardan da sayılamaz. Söz konusu kanunun 12. maddesi müşterek suçları düzenlerken, askeri yargının yetkisini sadece Askeri Ceza Kanunu'nda düzenlenen askeri suçlara münhasır kılmaktadır. 17. maddede de askeri mahkemenin yetkisi "askeri suç" veya "askeri bir suça bağlı suç" kavramlarıyla sınırlandırılmaktadır. Bir bütün olarak baktığımızda, "darbe suçu"nun askeri bir suç olarak kabulü mümkün olmadığı için, asker kişilerin gerek muvazzaf iken gerekse emekliliklerindeki fiilleri dolayısıyla askeri yargıda yargılanmaları mümkün değildir. Mevcut iddianame çerçevesinde, sadece emeklilik dönemlerine dair fiiller söz konusu olduğundan, zaten askeri yargının görev alanından bahsedilemez. Darbe günlükleri çerçevesinde açılacak yeni bir soruşturmanın da, sadece muvazzaflık döneminde işlenmiş birtakım fiilleri ihtiva etmesinden dolayı askeri yargının görev alanında kabulü mümkün değildir; bu fiiller muvazzaflar tarafından da işlenmiş olsa askeri suç veya görevle ilgili bir suç olarak değerlendirilemeyeceğinden askeri yargıya havale edilemez. Genelkurmay Savcılığı tarafından bazı bilgi ve belgelerin talep edilmesi, şüphelilerin askeri suçlar bakımından da soruşturulmasını sağlamaya yönelik olmalıdır. Basına yansıdığı kadarıyla, ortadaki birçok suçtan bazılarının askeri suç niteliğinde olduğunu tahmin edebiliriz. Askeri savcılık bu yönden bir soruşturma yapabilecektir.

BUNDAN SONRASI

Sürecin çok yönlü sonuçları ortaya çıkacaktır. Bunları şu şekilde sıralamamız mümkündür:

* Artık darbe teşebbüsünde bulunmanın yaptırımının olduğu ve etkin bir şekilde uygulandığı görülecek, bazı kişilerin bu yönde bir yönelim içinde olabilmeleri cesaret meselesi haline gelecektir. Aksi takdirde Türkiye darbelerin yapıldığı, konuşulduğu ya da böyle bir tehlikenin her an mevcut olduğu bir memleket olmaktan bir türlü kurtulamaz.

* Eğer Ergenekon yargılaması başarılı bir şekilde sonuçlanır, bu yolla Türkiye, devlet içindeki İttihatçı oluşumlardan kurtulabilirse, hukukun hâkim kılınması, demokratikleşme ve liberalleşme ekseninde modernleşmesini hızla sürdürme fırsatını yakalar. Aksi takdirde, İttihatçı ruhun ortaya çıkaracağı ağır bedeli, tüm millet olarak ödemek durumunda kalırız.

* Gerek bu oluşum içinde yer alanlar, gerekse destekçileri, hep Cumhuriyet, laiklik ve Kemalizm'in korunması kalkanlarından faydalanmaktadırlar. Bu iddianameyi kötülemek için, "bu bir kirli savaştır", "AK Parti hakkında açılan kapatma davasının rövanşıdır", "laik Cumhuriyetçiler tasfiye edilmeye çalışılıyor", "Korku imparatorluğu yaratılmak isteniyor" tarzındaki yaftalarla hedef şaşırtmaya çalışılmaktadır. Bütün bu çabalar neticesinde, laiklik, Cumhuriyet ve Kemalizm, kanun dışı suç fiilleri ile özdeşleştirilmekte, asıl bu yolla Kemalizm'e ve laikliğe kötülük edilmektedir. Nitekim iddianamede, "örgütün, Kemalist ve Atatürkçü ideolojinin arkasına saklanarak, bu ideolojilerden farklı hareketler yaptıkları" tespitine yer verilmiştir.

* Artık bu oluşumları desteklemek siyasette ve toplumda prim yapmayacaktır. Yargılamanın titizlikle yürütülmesi, herhangi bir şekilde bozularak geriye dönmeye mahal vermeyecek delillere ulaşılarak karar verilmesi, verilen bu kararın insaf sahibi herkesi tatmin edici nitelikte olması gerekir.

* İddianame sadece bir başlangıç olmalıdır. Türkiye, darbe teşebbüsleriyle ve darbelerle hukuk sistemi içinde hesaplaşmak zorundadır. Bu bakımdan, savcılarımızın desteklenmesi ve yetkilerinin arttırılması gerekmektedir. Hepsinden önemlisi, 12 Eylül askerî darbesini yapanları hukuk karşısında himaye eden Anayasa'nın geçici 15. maddesi derhal yürürlükten kaldırılmalıdır. Bu madde, darbenin üzerinden 28 yıl geçtiği halde bir utanç vesikası olarak Anayasa'da varlığını koruyabilmektedir. Anayasal düzene karşı tehditlerle mücadele etmek sadece savcıların görevi değildir; siyasetçiler de üzerine düşen görevleri yerine getirmelidirler. Anayasa'nın geçici 15. maddesi yürürlükteyken Türkiye'de darbelerle etkin bir mücadele yapılamaz.

Kısacası; ya çetelerden/darbecilerden hesap soracağız ya da onlara teslim olacağız…

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum