1. YAZARLAR

  2. Adem Palabıyık

  3. Endişeli modernliğin metaforik izahı üzerine
Adem Palabıyık

Adem Palabıyık

Yazarın Tüm Yazıları >

Endişeli modernliğin metaforik izahı üzerine

28 Mart 2011 Pazartesi 07:25A+A-

İnsanların dünya hakkındaki düşündükleri başka bir şey, düşünürken kullandıkları terimlerse daha başka bir şeydir.

Tarihin büyük bölümünde ve dünyanın büyük kısmında bir avuç eğitimli ve önyargılardan arınmış insanın dışında hemen herkesin dünyayı tasarlarken kullandıkları terimler, o insanların kendi geleneksel yaşam tarzlarının bir yansıması olan terimlerdir. Bu terimler aynı zamanda bir metafora karşılık gelebilmektedir. İşte 'endişeli modernler' bileşke terimi de böylesine bir gerçekliği kendi içerisinde barındırmaktadır. Aslında etimolojik olarak bakıldığında metaforun eylemlerle bağlantılı olduğu söylenebilir. Toplumsal ilişkilerde eylemin yeri neyse dilde de metaforun yeri odur. Yani metaforlar, 'belirli bir mekândaki sözcüklerin ilişkilerini değiştirerek, sözcükleri onların her zamanki ortamlarından çıkararak, önceden belirlenmeyen ama her zaman da parçaların toplamından daha fazla bir şey olan melez anlamlar' yaratmaktadır. Prof. Dr. Binnaz Toprak'ın kullandığı 'endişeli modernler' tabiri de bir metafor olarak bu tür bir melez anlamı içermektedir. Aslında endişeli modernler metaforu, artan ve yükselen bir muhafazakârlığın karşısında oluşan bir katlanabilmeyi, yani kabullenmeyi içerirken, bunun sadece bir endişe olarak yansıtılması doğru değildir. Endişeli modernler, AK Parti'nin durduğu ideolojik zeminin biraz da hazmedilememesi ile ilişkilendirilebilir. Muhafazakârlığın yükselişine karşı oluşturulan 'hoş görmek' anlayışı da, endişeli modernlerin bu hazmedemeyişinin bir diğer metaforudur. Ortada bir kabul yoktur, zaten kabul olsaydı, muhafazakârlığı kamusal alanda hoş görmek gerekmeyecekti. 'Kabul etme ama hoş gör' anlayışı endişeli modernlerin, endişeli modern kavramını üretmelerinin diğer bir nedeni olabilir. Buna bakılırsa, muhafazakârlık da bir metafor olarak kullanılabilir. Esas hoşgör(eme)mek dindarlığın kamusal alana çıkmasıyla başlamış sayılabilir. Aynen türbanlı öğrencilerin ya da Anadolulu gençlerin 80'li yıllarda okumak için Türkiye'nin batısındaki üniversitelere gitmelerini hoşgör(eme)mek gibi...

Bu diyalektik, Türkiye'nin tarihinde hemen hemen her dönem görülmüştür. 'Din elden gidiyor' metaforuyla devlete karşı yapılan isyanlar; 'şeriat geliyor' metaforuyla sindirilen dindarlar; 'komünizm geliyor' metaforuyla şevklendirilen milliyetçiler; 'hakkınızı koruyacağız' metaforuyla Kürt halkını kandırmaya çalışanlar; 'modernleşiyoruz' metaforuyla Anadolu insanlarının hayatından yerel kültürü silmeye çalışanlar; 'Türkçenin öğretilmesi' metaforuyla ezanı Türkçeleştirip Anadolu insanını devlete düşman edenler; vb. gibi birden fazla metaforik vaka, ülkemizin tarihinde yer edinmiştir. Lakin tüm metaforların iki ortak yönü vardır. Birincisi, hiçbir metafor toplumsal yarar getirmemiştir. İkincisi ise hiçbir metaforik kavramın içi doldurulamamıştır. Endişeli modernler kavramı da böylesine bir yapı arz etmektedir. Sosyolojik anlamda bu bileşkenin arkasında farklı bir anlamın olduğu ortada gibidir. Çünkü kavram esas anlamını ortaya koyarken farklı yerlere atıf yapma ihtiyacı hissetmektedir. Endişeli modernler kavramı da kendisini izah ederken farklı metaforlara atıf yapmaktadır: 'Yükselen muhafazakârlık', 'artan dindarlık', 'hoşgör(eme)me', 'AK Parti'nin politikaları', 'laiklik', vb. Modern olan endişelilerin dile getirdikleri bu metaforlar, çatı olarak endişeli modernler altında birleşiyorsa, bir defa daha durup düşünmek faydalı olacaktır... Avrupa tarihinden bu duruma verilecek iki güzel örnek mevcuttur. Biri 'cadı avı', diğeri ise Marx'ın 'Din, kitlelerin afyonudur' sözü. Cadı avı, kilisenin söylemlerini kabul etmeyen, reddeden ve bu yüzden de kilisenin düşman ilan ettiği kadınların vahşice katledilmesidir. Ne zaman kilise, kendi söylemlerinin dışında bir şey duyarsa bunu 'cadı' metaforuyla ortadan kaldırma yolunu seçmiştir.

'TARİH'SİZ BİR SÖYLEM

İkinci olarak Marx'ın sözüne geldiğimizde ise karşımıza metafor gibi görünen ama gerçekliğin kendisini anlatan bir yapı ortaya çıkar. Marx, Ortaçağ'dan yeni çıkmış, Fransız ve Endüstri devrimlerini yeni yaşamış bir toplumun dininin şekillenmesine şahit olmuştu. Tanrı adına olur olmaz şeyler vaat eden papazları kim olsa ölesiye eleştirirdi. 18. yüzyılın filozofları, yılmadan usanmadan doğal ahlakın ve bireysel özgür düşünüşün sahip olduğu yüksek kişisel ölçütlerin Hıristiyanlıktan daha iyi olduğunu kanıtlamaya çalışmışlardı, Marx'ın yaptığı da bunun devamıydı. Yani "din, kitlelerin afyonudur" sözü bir metafor değil, kendi tarihi dinamikleri ile açıklanabilen ve takiyyecilik barındırmayan bir gerçeklik arz etmekteydi. Bu iki örnek, metaforun, ne olup ne olmadığını anlamak için yeterli sayılabilir. İşte 'endişeli modernler' metaforu da bu şekilde değerlendirilmelidir. Sosyolojik olarak bu kavram bileşkesi, izah için kendi iç dinamiklerine değil, dış dinamiklere; yani kendisinden bağımsız dinamiklere başvurmak zorunda kalmaktadır. Kavramın tarihsel sosyolojik yapısı da mevcut değildir. Tarihsel sosyolojide İbn-i Haldun'a göre, tarihin dış yüzü tarihi, iç yüzü ise sosyolojiyi ilgilendirir. Lakin 'endişeli modern' kavramı bu yapıyı da içermez. Kendini açmak için epistemolojik anlamda 'piç' (Peter Winch'ten alma) dinamiklere başvurur ve arkaik anlamda bir çözümlemeye tabi tutulamaz. Çünkü bu kavram, gerçeğin kaygan zemininde tutunmak için farklı kollara sarılmak zorunda bırakılan bir metafordur. O halde endişeli modernlik, gerçekliğin dışında bir şeye işaret eden ve kapitalist dünya içerisinde, kendisine kavram pazarında yer bulmaya çalışan sosyolojik bir kavram değil, ucuz bir metaforik meta'dır. Emek gücünden ve sınıf bilincinden yoksun bir parçalanmışlıktır. Endişeli modernliğin bir sınıf bilinci de mevcut değildir. Çünkü işin özünde bir praksis yoksunluğu vardır. Marx'ın vurguladığı "kendinde sınıf" ve "kendisi için sınıf" anlayışlarından kendinde sınıfın hiçbir getirisi yoktur. Endişeli modern metaforu da böylesine bir sınıf anlayışına sahiptir. 'Endişeli modernler' metaforunda bir benzetme de mevcuttur. İstenilmeyen bir toplumsal gerçeklik, "endişe" metaforu ile açıklanmıştır, yani "istememe", "endişe" ile paralel tutulmuştur. Benzetmeler, metaforların ilk aşamasıdır. Metaforlar, benzetmelerde olduğu gibi, anlatılmak istenilen kavram, onunla bir yönden benzerliği olan başka bir kavramla anlatılmaya çalışılır; metaforlar, genellikle söylemi süslemeye yönelik söz sanatından ibaret sayılır, ama önemi bundan çok daha fazladır. "Endişeli modernlerde" de söylemin süslenilmesinden ziyade yumuşatılması söz konudur, süsleme derken burada estetik bir olgu kastedilmektedir.

Baktığımızda, 'endişeli modern' kavramının sınıfsal yapı da içermediğini görebilmekteyiz. O halde bu bileşke kavram, sosyolojik anlamda izah edilebilir değildir, olsa olsa yalnızca hayali bir gerçekliğe işaret eden bir tepki, yani hoşgör(eme)me metaforudur. Binnaz Toprak'ın dile getirdiği bu kavramın bütünlüğünün aslında nasıl bir gerçekliğe karşı geldiği muğlaktır; bir tepkiyi mi, bir katlanmayı mı, bir endişeyi mi, bir hoşgörüyü mü işaret ettiği açık değildir. Sosyolojik bir analiz yapmak ve bundan bir sonuç çıkarmak pek tabii sosyolojinin doğasına uygundur. Unutulmamalıdır ki; Marx'ın "sosyalist toplum" diyalektiği de sosyolojik bir analizdir ama sosyolojik anlamda da netice itibarıyla bir "ütopya"dan başka bir şey değildir...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT