1. YAZARLAR

  2. Nuri Yurdusev

  3. Egemenlik mi insani müdahale mi?
Nuri Yurdusev

Nuri Yurdusev

Yazarın Tüm Yazıları >

Egemenlik mi insani müdahale mi?

18 Mart 2011 Cuma 07:30A+A-

Libya'da yaşanan gelişmeler üzerine uluslararası toplumda bu ülkeye müdahale meselesi tartışılmaya başlandı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üç başlık altında toplanan yaptırım kararı aldı:

(1) Silah ambargosu, (2) Rejimin ileri gelenlerine seyahat yasağı ve (3) Rejimin bazı ileri gelenlerinin yurtdışındaki varlıklarının dondurulması. Güvenlik Konseyi'nin yaptırım kararında ayrıca Libya'da sivillere yönelik katliamın "insanlığa karşı suç" kapsamına girip girmediğinin Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılığınca incelenmesi hususu da yer alıyor. Bu çerçevede Libya'ya ilişkin bir uçuş yasağı yaptırımı uygulanması hususu da değişik platformlarda dile getirilmekte. Günümüz uluslararası hukukunda devletlerin ya da uluslararası toplumun belli bir devlete ilişkin yaptırım veya müdahalede bulunması genellikle Birleşmiş Milletler Teşkilatı antlaşmasının uluslararası barışa tehdit, barışın ihlali ve saldırı eylemlerini düzenleyen 7. kısmına göre ve ancak Güvenlik Konseyi kararı ile mümkün. Müdahale uluslararası ekonomik siyasi yaptırımlardan doğrudan askerî müdahaleyi içeren bir dizi karar ve eylem şeklinde olabiliyor. Lakin burada müdahale için söz konusu devletin uluslararası barışa tehdit oluşturması veya ihlal etmesi yahut başka bir devlete saldırı fiilinde bulunması şartı var. Peki, diyelim ki bir devlet uluslararası barışa tehdit oluşturmuyor, ihlal etmiyor ve başkasına da saldırmıyor, lakin kendi egemenlik alanında, kendi vatandaşları konumunda bulunan insanlara ve topluluklara katliam uyguluyorsa ne yapılacak? Uluslararası toplumun böyle bir durumda müdahale imkânı var mı? Böylesi bir müdahale devletlerin egemenlik haklarının ihlali değil midir?

Her ne kadar uluslararası hukuk alanında bir düzenlemesi (kodifikasyonu) olmasa da son zamanlarda insani müdahale kavramı literatürde ve pratikte yer etmiş durumda. Buna göre, eğer bir devlet yaygın, sistematik ve ciddi insan hakları, özellikle yaşam hakkı ihlallerinde bulunuyorsa diğer devletler buna bigâne kalmamalı ve güç kullanımını da içeren müdahaleleri yapmalı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1991 Irak Huzur, 1992 Somali, 1994 Haiti ve Ruanda, 1999 Doğu Timor operasyonları ve NATO'nun 1999 Kosova operasyonu son zamanların insani müdahale örnekleri olarak verilebilir. Aslında günümüzde insani müdahale kavramı ile anlatılan müdahale benzerlerine tarihin ilk devirlerinden beri rastlıyoruz. Mesela Klasik döneminde Osmanlı'nın diğer ülkelere, özellikle Avrupa'ya yönelik müdahalesinde ve son döneminde de Avrupalıların Osmanlı'ya müdahalelerinde bunu bulmak mümkün. İnsani müdahalenin pratikte böylesine uzun bir geçmişi varken, niçin hâlâ uluslararası bir kodifikasyonu yoktur ve insanlık, mesela Kaddafi Libya'da sivillere ateş emrini verip katliam icra ederken, bir şey yapmamaktadır? Tabii hemen akla gelen neden her toplumun ve devletin öncelikle kendi bencil çıkarlarını dikkate alarak hareket ettiğidir. Fakat bunun yanında günümüz uluslararası sisteminin yapısına ve kavramsallaştırılmasına ilişkin nedenler de var.

Egemenliğin Tanımı

Öncelikle, günümüz uluslararası sistemini oluşturan ulus-devletler insan ve toplumdan bağımsız soyut birer varlık olarak algılanmaktadır. Devleti ya da herhangi bir kurumu insandan ve toplumdan soyutlamak onun insan ve topluma öncelenmesinin ve hatta tahakkümünün de yolunu açar.

Aynı derecede önemli ve detaylıca üzerinde duracağım diğer neden, ulus devletlerin ülkesellik ve egemenlik özellikleri temel alınarak tanımlanmasıdır. Devletin tanımlayıcı özelliği olarak sınırları kesin hatlarla dışlayıcı olarak belirlenmiş bir ülkeselliğe sahip olması, sadece devletin diğer insanları dışlaması değil kendi vatandaşları ile ülke alanı arasına bir mesafe koymasıdır. Bundan da önemlisi ülke alanı ile egemenlik alanının modern ulus-devletlerde özdeşleşmesi devletin insan unsurundan soyutlanmasını getirmiştir. Bunun sakıncası şudur: Egemenliğin devletin insan unsurundan ziyade ülke unsuruna referansla tanımlanması devlet ile halkı arasındaki mesuliyet bağını zayıflatmaktadır. Modern ulus-devlette egemenlik dâhili ve harici unsurlarla tanımlanır. Dâhili olarak devlet egemenlik alanında nihai ve kesin otoritedir ve bunu başka hiçbir kurum ya da toplulukla paylaşmaz. Başka bir deyişle devletin egemenliği ülkesinde mutlaktır. Bu kavramsallaştırmanın 1648 Westphalia Antlaşması ile yaygınlaştığı söylenir ki doğrudur. Mezkûr antlaşma ile bir yandan ülkesellik unsuru gelirken diğer yandan da, cuius regio, eius religio (kimin ülkesi, onun dini) düsturu ile mutlaklık unsuru yerleşmiştir. Her ne kadar günümüzde ulaşılan küreselleşme ve yerelleşme süreçleri ile devletin dâhili egemenliği bu tanımlamaya pratikte uymuyorsa da teorik olarak bu hâlâ böyledir.

Modern devletin egemenliğinin harici tanımı ise devletin egemenlik alanında (ülkesinde) nihai ve kesin otorite olduğunun diğer devletlerce kabulüdür. Bunun bir olumlu bir o kadar da olumsuz sonucu vardır. Müspet olan karşılıklı tanınmaya dayanan egemenlik kavramsallaştırması devletlerarasında moral ve legal eşitlik anlayışını ve bir tür karşılıklı fiili kontrol etkisini doğurmaktadır. Moral ve legal eşitlik, devletler halklarıyla birlikte düşünülünce, dünya barışı açısından önemlidir. Şöyle ki Gana'nın Birleşik Krallık ile moral ve legal olarak eşit olduğu fikri kendisini Gana ile aidiyetlendiren bireyin bir İngiliz ile eşitliği düşüncesini besleyecektir. Egemenliğin harici unsurunu oluşturan karşılıklı tanınmanın menfi sonucu ise bunun iç işlerine karışmama (namüdahale) ilkesinin temelini oluşturmasıdır. Öyle ki uluslararası ilişkilerde teoride ve pratikte egemenlik hakkı ile namüdahale ilkesi hep birlikte anılır. Hele buna egemenliğin dâhili tanımındaki nihai, kesin ve mutlak otorite olma keyfiyetini de eklediğimizde devletlerin kendi egemenlik alanlarında sorumsuz davranmasının ve son örneğini Libya'da gördüğümüz katliamların da yolu açılmaktadır. Bu tür durumlar devletlerin egemenlik hakkı gereği iç işleri olarak mütalaa edilmekte ve uluslararası toplum seyirci kalabilmektedir. Hâlbuki modern dönem öncesi kullanımlarına bakılırsa egemenlik kavramı öncelikle bir ülke ile değil insan topluluğu ile ilintilendirilerek tanımlanmaktadır. Kelimenin Batı dillerindeki aslı olan Latince sovereign ve Yunanca hegemon kelimeleri "diğerlerine karşı üstünlüğü ve önceliği olan, lider" demektir. Yani öncelikle bir insan topluluğu çerçevesinde tanımlanmıştır.

Türkçede de durum aslında böyle. Bugün yaygın olarak kullansak da, "Egemenlik" kelimesi dilimize 1930'lu yıllarda kazandırılmış. Yunanca hegemon kelimesinden esinlenerek türetilmiş. Egemenliğin klasik Türkçedeki karşılığı hüküm kelimesinden neşet eden "hükümranlık". Kelimenin Arapça kökü "hkm"nin ifade ettiği üç anlam grubu var: (1) Hüküm verme, yargılama; (2) Güçlendirme, tahkim etme ve (3) Bilme, bilge olma. Bu anlam gruplarından yargılama ve hüküm verme belli bir otorite içermektedir. Çünkü bir hususta eğer birisi diğerlerine göre karar verme konumundaysa bir otoritesi var demektir. Burada bence önemli olan, kelimenin kökünün bilgeliği de işaret etmesidir. Başka bir deyişle egemen ya da hükümran olanın sadece otorite sahibi değil bilge olması da gerekir. Bildiğimiz gibi bilgelik bir yandan bilgi sahibi olmayı içerirken diğer yandan da makul olmayı gerektirir. Dolayısıyla modern egemenlik anlayışının ülkesellik ve mutlaklık özelliklerinden arındırılarak kelimenin kökünde var olan insan unsuru ve bilgelikle ilintilendirilip revize edilmesi lazım. İnsan unsuru egemenliğin soyut bir entiteye ve ülkeye ait olmadığını, bizatihi insanlara ait olduğunu ve toplumsal mesuliyet gerektirdiğini ortaya koyacaktır. Bilgelik ise mutlaklığı değil mâkuliyeti öne çıkaracaktır. Böyle bir kavramsallaştırma bir yandan devletleri soyut birer varlık olmaktan çok "insanileştirmemize" imkân verecek, diğer yandan da egemenlik ilkesinin, Libya örneğinde olduğu gibi, insani müdahale için engel teşkil etmesine ve dolayısıyla katliamlara izin vermeyecektir. Çünkü mutlaklıktan arınmış ve insanileşmiş bir egemenlik anlayışında egemen bir otoritenin insanları katletmesi bizatihi egemenliğini kaybetmesi demektir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT