1. YAZARLAR

  2. Mustafa Atav

  3. Dosta Mektuplar-1
Mustafa Atav

Mustafa Atav

Yazarın Tüm Yazıları >

Dosta Mektuplar-1

14 Şubat 2010 Pazar 11:34A+A-

Derlerdi bir vakitler eskiler, ”Sen de gelirsin bizim köye!” diye de ciddiye almazdım hiç..

Deli torlak, acemi çaylak, burnu havada, hem kendini, hem âlemi, hem de haddini bilmezden ne beklenir ki?

Ah, ah!

Ah ki ah! Geçmişte biteviye şaka niyetine yaşlılığına dokundurup durduğum, çok bilmişlik adına Kırk yıllık Kâni olur mu Yani “cinsinden üzdüğüm ve şimdi de gözlerinin içine bakıp bakıp pişmanlığımı yaşadığım anacığım da bir başka söylerdi; ”Yaşlan da gör oğlum, yaşlan da gör!” ..

İnsana ders veren, aynı zamanda dua ihtiva eden ironinin hasıydı bu sözler.

Noktasına, virgülüne her kelimesinden hikmet, tecrübe ve birikim fışkıran sözlere başka ne diyebilirim ki ben?

Şimdi o demde miyiz, bizim sözlerimizde de hikmet var mıdır sahi?

 

Öyle değil mi dostum?

Sana da dokundurmadılar mı, sitem etmediler mi en okkalısından?

Laf olsun diye soruyorum, maksat muhabbet, maksat dosta gönül açmak, maksat dostla dertleşmek..

Öyle ya; kâh gökyüzündeki yıldızlara, kâh gökyüzünün mavisine bakarak, kâh yağmurda, kâh karda yürürken, kâh yolculuklarda, kâh rutinleştirdiğimiz ev sohbetlerinde az konuşmadık seninle bir vakitler; hem de en ciddisinden varoluş sebeplerimize dair, karabasan gibi üzerimize çullanan eleştirilere laf yetiştirmeye, bireysel ve toplumsal sorumluluklarımızın ne’liğine dair.. Kelam ustaları, siyaset ve sosyal bilimciler, davranış bilimciler kim ola ki; gelsinler ders verelim sevabına dercesine..

Ne muhabbetti onlar be dostum? Bazen kavga etsek de bazen hırçınlaşsak da küsmezdik hiç birbirimize, bilirdik hassasiyetlerimizi, sınırlarımızı. E, kardeş olmanın, dost olmanın hakkı verilmeliydi; niye okuduk ki Kur’an’ı, niye örnek aldığımızı söyleyip durduk ki Hz. Muhammed’i, değil mi dostum, değil mi kardeşim?

Başkalarına akıl verirken, kendinizi unutmak..!!!

Yok, olacak iş değil efendim, hiç olacak iş değil!

 

Kusura bakma kardeşim dalmışım, peşrevsiz girdim söze.. Hal hatır sormak gelmedi aklıma..

Esti işte, bir dertleneyim diye çıktım yola, dosta mektupla, dost bildiklerimin kalbine doğru..

Sever-d-im mektup yazmayı. En son askerde kaleme almıştım, ”er mektubu, görülmüştür” damgası üzerinde giderdi sevdiklerine,sevdiklerinden karşılığı olan cinsinden.. Kem gözler okusa bile inadına yazardım hep; eşe dosta, kardeşe, anaya babaya yazılanlarda ne bulacaklardı ki arayanlar,mahrem meraklıları?..

Ama eskilerde kaldı artık, arada bir denedim “ya tutarsa“ diye ama tutmadı işte, dönmedi yazdıklarım bana; iki satırı, iki güzel sözü çok gördüler, güya âlem-i cihana nizamat vermeye kalkan, güya iyi günde de kötü günde de dostluktan, kardeşlikten, kankalıktan dem vuran dost bildiklerim!

 

Kabahat teknolojide efendim, hem de en modern olanından, ona kurban oldu neredeyse bütün değerlerimiz! Yoksa “kurban ettik” mi demeliydim ne?

Modernizmmiş, moderniteymiş, onlara başkaldırmışmış, postmodernizmmiş, peh peh peh! Bunlar da nereden çıktı demezsin sen, bilirim; çağdaş mı çağdaş teknolojiyle arkadaşlar ya, deyiverdim öylesine, en entelektüel tarafımdan..

Uydur uydurabildiğin kadar!..

Sahi erdemli insan nerede, müslüman hani, hep şeytani fısıltılar ve onları bedenleştirmişler mi suçlu? Yoksa hepsi bahane mi bunların?

Hep o, bu, şu suçlu, kabahatli derken, geçmişte sitem edenlerin köyüne geliverdik, hemen kalkacakmışçasına misafiriz şimdi, hem de beraberce..

Evet, beraberce, sanma ki sen muafsın, diğerleri sanmasınlar ki istisnayız biz!

 

Ama üzgünüm, Allah’ın sünnetinde olması gerekenler oluyor her daim, “sen de gelirsin bizim köye” diyen eskilerin birçoğu yok şimdi bu köyde..

Gittiler, helalleşemeden gitmişler bir bir, meğer bir başka köy daha varmış, işte oraya!

Bize, inadına kendi yaşlanmışlıklarını miras bırakarak!

Ya sonrası!..

 

Aslında o köy yabancı değil bize, gençtik ya, delikanlıydık ya, fazla yüz göz olmayalım, neyimize lazım dedik, güya..

Geçiyorum bazen oradan şimdi, sanki el sallıyorlar bana o eskiler, hem de yine; ”sen de gelirsin bizim köye” dercesine, hem de hasretle beklercesine, hem de taşında tahtasında ”Hüvel baki” yazan nokta atış merkezlerinden.. Ve sanki “çalış da gel” cinsinden soruyorlar bana, ”Sen Tekasür süresini bilir misin?” diye..

Ne yalan söyleyeyim; ”Çok görmeyin, kıskanmayın bu dünyadan bir nefes daha soluklanmamızı. Nasıl olsa er veya geç dönüş O’nadır” diye ben de onlara sitem ederim her geçişte. Ama Allah’a rahmetini kullarının üzerine yağdırması için dua ederek; ama son demlerimizin Allah için hakkını vermeye niyet koyarak..

Dün deli-kanlı, deli torlaktık, şimdi yaşlandık ve çok şükür ki akıllandık, yarın komşu olacaklar için dua etmez miyim ben; “Yok mu Allah için bir dua eden?” diye nida edeceğim yere selam göndermez miyim hiç!

 

Neyse!

Dostun kalbine,muhabbetine diye çıktığım yolda, farkındayım gerdim seni..

Yaşlılık ve ölüm!

Sanma ki kompleksteyim, sanma ki elden ayaktan düştük; ama istikamet, ama gidiş o gidiş yaşlılık ve ölüm dostum; bilmezden, görmezden gelmek ne mümkün!

İstenmez onlar, uzak dursunlar bizden desek de aha işte geldik, sen de gelirsin denilen köye.

İnan ki bunlar hiç be dostum, okumuyor musun gazeteleri, izlemiyor musun haberleri? Her saat başı, her gün kâbus yaşatıyorlar bize, biteviye çöküyorlar üzerimize bir karabasan gibi; iflah olmaya niyetsizler, başlarına kâbus kadar taş düşesiceler! İnsan olmaktan nasibi kesilmişler, merhametsizler, vicdansızlar, kan emici vampirler!

 

Global kriz, küresel savaş, yerli darbe söylentileri, çeşit çeşit dosyalar, PKK, canlı bombalar, toplu katliamlar, cinayetler, iktidarı ile muhalefeti ile güya temsilciler, kifayetsiz muhterisler, siyasetçiler, salya sümük küfürler, kavga dövüşler, darp ve gasplar, soygunlar, ahlaksızlıklar, tecavüzler, sosyal ve siyasal travmalar, apoletli üniversiteler, ilim hak getire, yaşasın yasaklar, totaliter, darbeci cumhuriyetçiler, hukuksuz hukukçular, müslümanlara karşı gövde gösterisi mitingler, ne diyorsam o, sabrımız taşarsa diye aba altından tank/silah ve tabii ki darbe gösteren generaller, muztazaflar, fakir fukara, garip guraba kimin umurunda, bahanesi ekonomik krizler, şahanesi yoksulu ezen zam oğlu zamlar, daha da beteri içimi acıtan parçalanmış, birbirlerini yiyen müslümanlar, off off, of ki off ve daha neler nelerin yanında yaşlılık ve ölüm ne ki a benim güzel dostum?

Var mı oralarda şefkat, rahmet, bereket ve muhabbet, eden var mı hiç merhamet? Hep zulüm, hep dert, hep kahır!

 

Bunların yanında ölüm müslümana, ölüm müslüman kalmaya niyet koyana, ölüm Allah’ın rahmetine talip olana vız gelir be dostum. Hak var, adalet var, merhamet, rahmet, şefkat var, ölümden öte ne gam!..

 

Yani Allah var problem yok, inan be dostum!

 

İyisi mi, son vakit gelmezden önce “Satmışım anasını ben bu dünyanın!” diyelim..

Ne dersin dostum, var mısın diyelim mi?

Bunca yıldır düzeltemedik hiçbir şeyi, gerdikçe gerdik, gerildikçe gerildik; hiç olmazsa ahir vaktimizde gerçek “Dost’a” doğru dostluk türküleri söyleyelim inadına, he dostum, ne dersin?..

 

Evet kardeşim;

“Bütün Dünya Senin Olsun
Bir Dost Bir Post Yeter Bana
Atlas Libas Senin Olsun
Bir Dost Bir Post Yeter Bana”

 

Beyler Tahtından İnerler
Ayaksız Ata Binerler
Toprağa Gömüp Dönerler
Bir Dost Bir Post Yeter Bana”..

Sevdiğim dost türkülerden biri bu..

Hem çalarım, hem söylerim bazen..

Eh, ne de olsa az buçuk vururum sazın tellerine..

Kardeşim, dostum, arkadaşım!..

Gel beraber söyleyelim bu türküleri, henüz dönüşü olmayan merkez köyü mesken tutmadan..

Ve keşkeler sarmadan etrafımızı..

Neyse..

Bitmedi,söyleyecek çok sözüm var sana, inan muhabbetine..

Sen yazmasan da ben yazacağım inadına…

Özlemişim seni be dostum!..

Hadi kal sağlıcakla..

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum