1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Diyanet’te Devrim ve Islahat Gerekliliği
Diyanet’te Devrim ve Islahat Gerekliliği

Diyanet’te Devrim ve Islahat Gerekliliği

HAMZA TÜRKMEN, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın durumunu ve müslümanların taleplerini yorumluyor:

06 Ekim 2014 Pazartesi 16:41A+A-

“Yeni Türkiye” ideali içinde Türkiye’nin üçünce büyük niceliksel gücü olan Diyanet yapılanması üzerinde önemli tartışmalar yapılmaya başlandı. Yeni Hükümet’te Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın telkinleri doğrultusunda kuruma iade-i itibar kazandırmak amacıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), Devlet Bakanlığı’ndan alınıp Başbakanlığa bağlanmış oldu. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in tespitleri de tartışmanın çerçevesini özetler gibiydi: “…Siyasetin yahut yöneticilerin Diyanet üzerinde dine ve topluma şekil vermeye çalıştıkları zamanlarda Diyanet hep zor durumda kalmıştır.”

Bizim için Diyanet’in resmi ideoloji karşısında özerkleşmesi devrim; Sünni, Sufi veya Alevi eklektisizmlerine, gelenekçiliğe ve modernistliğe karşı İslam’ın Evrensel Sabitelerinin öne çıkartması ise ıslah çabası’dır.

Mustafa Kemal’in emriyle 3 Mart 1924 tarihinde Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin yerine, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek; dinî konularda toplumu aydınlatıp ibadet yerlerini yönetmek” amacıyla kurulan Diyanet İşleri Teşkilatı (DİB), 429 sayılı kanun ile Cumhurbaşkanı’na bağlanmıştı. Ancak aynı tarihte Hilafet’in bireysel statüsü kaldırılıp hükmi şahsiyeti Meclis’e devredilmişti; aynı zamanda Anayasal olarak şer’i hükümlerin yürütülmesi Meclis’e aitti. Bu düzenleme ile İslami algı bölünmüş gibi görünse de, bu konuyu İslami bütünlük içinde iş bölümü olarak da takdim edenler oldu.

Ancak kısa bir dönem sonra bu düzenlemenin Türkiye’yi İslam’dan uzaklaştırıcı bir stratejinin parçası olduğu açığa çıktı. Zira 10 Nisan 1928’de  Anayasa’dan “Türkiye Devletinin Dini İslam’dır” maddesinin kaldırılmasını takiben 5 Şubat 1937’de Anayasa’da “Laiklik” ilkesine yer verilince DİT (DİB), sadece halkın dar anlamda ibadi işlerini ulusal birlik içinde yürüten, bazen bakanlığa bazen başbakanlığa bağlı bir devlet birimi haline geldi. Zaten DİB’in şekilsel hukuki yapısı Osmanlı Saltanat Sistemi’ndeki Şeyhülislamlık Makamı’na benziyordu; Türkiye’de laik resmi ideolojinin denetlediği bu yapının Osmanlı’daki benzeri, “Örfi Hukuk”la siyasetin dışına itilebiliyordu.

Diyanet İşleri Teşkilatı bünyesinde görülen zaaf ve sapmalar, neticede tarihi süreç içinde ümmet olarak Kur’ani ilkelere ve Mütevatir Muhammedi Sünnet’e dayanan Şura bilincinden ve yönetiminden kopukluğumuzun can yakıcı bir ürünüydü.

Ümmetin içine düştüğü zaaflara rağmen şekilsel de olsa İslami olana bağlılığı güçlü idi. Bu gücü Türkiye Cumhuriyeti kurucu kadrosu silikleştiremediği için Diyanet İşleri Teşkilatı gibi bir mekanizmayı icad etti. Başından beri DİT veya DİB içinde görev alan “din adamları” iki çeşittiler:

Yazının Devamı >>>

HABERE YORUM KAT