1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Dine Usulsüz Yaklaşımla Hakikate Erişilmez!
Dine Usulsüz Yaklaşımla Hakikate Erişilmez!

Dine Usulsüz Yaklaşımla Hakikate Erişilmez!

Faruk Beşer belli hadisleri soyutlama yoluyla merkeze alma yaklaşımının yol açtığı sıkıntılara değiniyor ve tersi bir akım şeklinde gelişen ‘Kur’an Müslümanlığı’  yaklaşımının da aynı zaafla malul bulunduğuna işaret ediyor.

24 Kasım 2017 Cuma 12:33A+A-

Faruk Beşer 1979 Kâbe baskını hadisesinden yola çıkarak belli hadisleri soyutlama yoluyla merkeze alma yaklaşımının yol açtığı sıkıntılara değiniyor ve tersi bir akım şeklinde gelişen ‘Kur’an Müslümanlığı’  yaklaşımının da aynı zaafla malul bulunduğuna işaret ediyor.

Faruk Beşer’in konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta (24 Kasım 2017) yer verilen “79 Kâbe baskını, Mehdi ve hadis Müslümanlığı” başlıklı yazısı şöyle:

Bu konuyu yıllar önce yazmıştım. Yakınlarda değerli ilim adamı Prof. Dr. Mehmet Emin Büyükkara’nın konuyla ilgili bilimsel bir makalesini okuyunca, görgü şahidi olarak tekrar yazmak istedim.

Otuz sekiz yıl önce bugünlerde (20 Kasım 1979) doktora çalışmalarım için kısa bir süreliğine gittiğim, şimdiki adıyla Ümmü’l-Kura Üniversitesinde idim. Birkaç yıl önce rahmetli olan değerli kardeşim Salim Öğüt ile aynı odada kalıyorduk. Salim Hoca o sabah namaz için Harem’e gitti ve gelmedi. Öğleye doğru gelebildi. Öğrendik ki, Harem-i Şerif, Mehdi ve askerleri tarafından işgal edilmiş, kapılar kapatılmış, Salim Hoca da içeride kalmış. Ama o kadar çok kişiyi kontrol edemeyecekleri için pencerelerden çıkıp gidenlere göz yummuşlar. Salim Hoca da bu yolla çıkıp geldi.

Çöllerde özel yetiştirilen 300 kadar Mehdi askeri günlerce cenaze diye içeriye tabutla silah taşımışlar ve Kâbe’nin alt katlarında depolamışlar. O sabah silahları kuşanıp Mehdi’yi Makam-ı İbrahim’le Mültezem arasından merasimle çıkarmışlar. Çünkü bir rivayette Mehdi’nin oradan çıkacağı söyleniyor. Sonra da örgütün başı olan Cüheyman mikrofonla cemaate hitap edip Mehdi’nin aralarında olduğunu, artık gayri meşru krallığın yıkılacağını, Şeriatın kurulacağını ilan etmiş. Mehdi’ye katılıp silah almak isteyenlere silah vereceklerini söylemiş. Cemaatten bazıları onlara katılmış. Onun bu uzun konuşmasını biz bilahare kayıttan dinledik ve teybe kaydettik. Ne yazık ki, o kaydı saklama becerisini gösteremedik.

İşin garibi, krallığı gayrimeşru ilan eden Mehdi ve askerleri planlarını söyledikleriyle çelişecek şekilde devletin Kuranı Kerim’deki bir ayete yani şeriata uyacağı ve içeriden kendileri ateş etmedikçe onların da dışarıdan ateş etmeyecekleri hesabı üzerine yapmışlar. Ayetin meali şöyle: ‘Mescidi Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın (Bakara 191). Hesap şöyle imiş; mademki Kuranıkerim’de böyle söyleniyor, o halde İslam’ın hamisi olduğunu söyleyen krallık buna uymak zorunda kalacak ve içeriden ateş açılmadıkça onlar da ateş açamayacaklar. Böylece belli bir süre Kâbe Mescidi kapalı kalacak, yönetim de teamül gereği istifa etmek zorunda kalacak, böylece de krallık yıkılıp Şeriat devleti kurulacak. Görüldüğü gibi burada iki yanlış hesap vardı; birincisi, krallığı gayrimeşru gördükleri halde Kuran’a uygun davranacaklarını ummak. ikincisi ise iddialarının aksine kendilerini küffar, onları Müslüman yerine koymak.

Aynı kuşatma Medine Mescidi için de planlanmış, ama oraya silah taşıyan kamyonlar içeri girmeden yakalandıkları için başaramamışlar.

Tabii ki hesap tutmadı, kuşluğa doğru atışmalar başladı. Kısa süre sonra olay, bilahare savaş uçaklarının da katıldığı tam bir savaşa dönüştü.

Mekke’de bir anda hayat durdu. Okullar ve daireler tatil edildi. İlk gün Hareme gidemedik. Sonraki günler olayı yakından izlemek için gidip, o zaman henüz sarayların yapılmadığı Ebu Kubeys’e çıkıp manzarayı çok yakından seyrettik.

Çatışmalar tam on altı gün sürdü. Terör olaylarına alışık olmayan Suud emniyeti ve askeri ilk günler başarılı olamadı. Hatta askerler bizi aralarından uzaklaştırmayı bile düşünemediler, biz de tehlikeyi fark edemeden hedef olan askerin arasında olayları izledik. Asker çok zayiat verdi. Eğitimli Mehdi askerleri minarelerin şerefelerine konuşlanmış, attıklarını düşürüyorlardı. Safa-Merve arasında her an onlarca ceset birikiyordu, sıcakta iki saat içinde şişip kolları bacakları geriliyordu. Cankurtaranlar aralıksız ceset ve yaralı taşıyordu. Çatışmalar günlerce sürdü. Savaş uçakları tepemizde Kâbe’nin üzerine doksan derece sortiler yapıyor, gümbürtüler vadiyi titretiyordu.

Askerler panzer gibi küçük tanklarla Safa-Merve arasından duvarları yıkıp içeri girince mehdi ordusu alt kata çekilmek zorunda kaldı.

Ve nihayet mehdinin askerleri korkunç yöntemlerle etkisiz hale getirildi. Mehdi ölü olarak, işin fikir babası olan Cüheyman ise canlı olarak yakalandı. Olayları bastırmak için Fransa’dan yardım alındığını ve alt kata asitli ve elektrikli su verildiğini, öğrendik.

On altı gün sonra Harem-i Şerif açıldığında binada ve sütunlarda kurşun değmemiş bir karış yer bile yoktu. Her taraf delik deşikti. Minareler parçalanmıştı.

Bu on altı gün süresince fakültemizdeki yüksek lisans ve doktora öğrencileri ile birlikte hadis kitaplarını indirip Mehdinin kim olduğunu, özelliklerinin neler olacağını okumaya çalıştık. Sahih olmayan rivayetleri de sayarsanız, doğrusu Mehdinin vasıflarını büyük ölçüde tutturmuşlardı. Çünkü mehdinin adı Muhammed bin Abdullah el-Kahtanî idi. Yani adı Hz. Peygamber’in adına, babasının adı da babasının adına uygundu. Kısaca benim gördüğüm mehdilerde, anlatılanlara onun kadar uygun olanı yoktu.

Televizyon mehdinin cesedini gösterince Filistinli ve Suriyeli bazı gençlerin oturup hüngür hüngür ağladıklarını gördüm. Çünkü herkes bir kurtuluşa susamıştı ve özellikleri büyük ölçüde anlatılanlara uygun düşen bu insanın son kurtarıcı olduğuna inanıyorlardı.

Bu noktada Büyükkara’nın makalesinden esinlenerek şu hususa da değinmek istiyorum. Bu mümin insanlar hadis üzerinden ideolojik bir İslam kurmuşlardı. Çünkü sadece hadisleri ölçü alırsanız orada kurguladığınız her ideolojiyi destekleyen cümleler bulabilirsiniz. Bugün IŞİD’vari örgütler de bunun örneğidir. Bu düşünceye bir aksülamel olarak bugün ise sadece Kuran’a dayalı bir İslam’dan söz ediliyor. Demek ki ikisinin ortasını, Sırat-ı müstakimi bulmamıza çok kalmadı.

HABERE YORUM KAT