1. YAZARLAR

  2. Adem Palabıyık

  3. Dine Karşı Din; BDP ve Karşıtları
Adem Palabıyık

Adem Palabıyık

Yazarın Tüm Yazıları >

Dine Karşı Din; BDP ve Karşıtları

23 Ekim 2011 Pazar 03:35A+A-

"Günümüzde devam eden savaş din ile dinsizliğin savaşı değildir. Tarihin hiçbir döneminde de din, dinsizlik ile savaşmamıştır. Din bilakis, dine karşı bir savaş vermiştir", diyor üstad Şeriati.

Bugün Türkiye'de, BDP'nin sivil itaatsizlik ile birlikte ortaya çıkardığı "sivil cumalar", dine karşı din literatür anlayışı ile izah edilebilir. Peki neden böylesine bir söylem geliştirilebilir? Çünkü BDP'nin, kendi özerklik talebinden sonra gündemine aldığı dinî ritüeller ile ilgili yaklaşımlar, yeni bir dinî anlayışın benimsendiğinin kanıtı sayılabilir. Aslında BDP'nin bu tutumunun çok daha öncesi mevcuttur. Kürt sorunu ile alakalı olarak ortaya çıkan sorunların siyasî arenada çözülmesini isteyen bazı Kürt aydınların TİP içinde 1960'lı yıllarda yer almasına rağmen, Kürt sorununun giderek kangrenleşmesinden sonra bu girişim de başarısız olmuş ve Öcalan, siyasî arenada çözülemeyecek bir problem olan Kürt sorunu için silahlı direnişi öncelemiş ve ideolojik olarak da Stalin-Lenin çizgisinde hareket etmiştir. Öcalan'ın bir din alimi olan Şeyh Said'den hiç bahsetmemesi ve Molla Mustafa Barzani'ye yönelik sert eleştiriler dile getirmesinin temel ekseninde de, din ile arasındaki mesafe bulunmaktadır. PKK'nın ideolojik anlamda örgütlenmesinde İslam dininden uzak durması ve Öcalan'ın İslam ile alakalı olarak söyledikleri, yukarıda belirttiğimiz gibi BDP'nin sivil cumalarından önce, aslında yeni ve seküler bir dinin başlangıcı sayılabilir. Peki bu yeni din anlayışı bünyesi içerisinde hangi nitelikleri barındırmaktadır?

Bir araştırma için fırsat bulup konuştuğum siyasî bir (PKK) hükümlü bana, "Biz dini, bir kültür olarak görüyoruz. Din bizim için bir yaşam biçimidir. Bunu ilahi bir referansa dayandırma ihtiyacı hissetmiyoruz. Ha, bunun yanında dağda namaz kılan arkadaşlarımız da vardı, biz kimsenin inancına müdahale etmiyoruz ama bu da bizim için kültürdür, başka bir şey değildir." demişti. Ben de sonrasında "Peki dağda namaz kılan arkadaşınız silahı nasıl kullanabiliyor?" diye sormuştum. Bana verdiği cevap şuydu: "Birincisi başta dediğim gibi bu bir kültür, ilahi referansa bağlı değil. İkinci olarak ise dava inancı başka bir şeydir, sizler anlayamazsınız." Bu söylemlerden PKK'nın dinî ritüellere bir kültür gözüyle baktığını ve bunun bir yaşam biçimi olduğunu anlayabiliyoruz. Demek ki referans İslam dinidir fakat dinin sekülerleştirilmesi sonucunda yeni bir dinî tutum benimsenmiştir. Bugün BDP'nin yaptığı sivil cuma benzeri tutum da, işte bu türden bir anlayışın getirisi olabilir. Referansın İslam olduğunu nasıl anlayabiliriz? Buna cuma namazı örnek verilebilir. Cuma namazı ile ilgili ayetler sadece Kur'an'da mevcuttur. Fakat BDP'nin yönettiği cumaların alakası Kur'an'la değil, devlet imamının arkasında namaz kılınamayacağı gerçeğidir. Hatta BDP'ye oy veren bazı Kürtlerin cuma kılmadıkları, sebebi sorulduğunda "Biz Türkiye Cumhuriyeti zulmü altındayız, zulüm görenler için namaz farz değildir." diye izahat yaptıkları belirtilmektedir. O halde BDP'nin üretmeye çalıştığı seküler din anlayışı mevcut dine karşı olarak ortaya çıkmıştır ve ayrıca bu dinin amacı statükoyu savunmak ve muhafaza etmektir. Bu statükoyu muhafaza etmek, BDP'ye göre 'devlet adının geçtiği bir yerde ilahiyat' ile mümkün değildir. Kendilerinin, "yaşayan siyasî bir ilahiyata ihtiyacı vardır" ve sekülerleşen Kürtler de bu yaşayan ilahiyatla ancak özbenliklerine kavuşabilir. Ayrıca bu seküler anlayış, sınıf ve ırk ayrımcılığı üzerine bina edilmiş olan bu yapıyı güçlendirme görevini üstlenir ve onu sürekli hale getirir. Bundan dolayıdır ki, bu seküler yaklaşımın kurucu ve koruyucuları, dikkat edilirse toplumda üst tabaka sırasında ve seviyesinde yer almışlardır, bunun kanıtı hemen her seçimde aynı yüzlerin BDP'den yeniden milletvekili seçilmesidir. Halbuki, sosyalist bir anlayış eşitlikçi olması gerekirken, bunun da çözümü nasyonal-sosyalizmle sağlanmıştır.

Din afyon mudur?

Şeriati, Marx'a atıfla: "Din, insanların, bu dünyadaki fakirlik ve mahrumiyete karşı tahammül edebilmeleri ve yaşadıkları her sıkıntının kendilerine sunulan her durumun Tanrı'nın iradesi ile olduğuna, dolayısıyla bu durumu değiştirmelerinin mümkün olmadığına inanmaları için bir afyondur." ifadesini kullanır. Fakat afyonu farklı yorumladığımızda Katoliklikte de karşılığını bulabiliriz. Katolik kiliselerinin halka cennetten arsa satmaları karşısında statükolarını devam ettirmeleri, kiliseler için en makul yoldur. Buna karşı çıkan Protestanlık ise kiliseyi Tanrı ile insan arasından çıkarmıştır, yeni dine, seküler bir bağlam yüklemiştir. BDP'nin bir nevi yaptığı da budur. Sekülerleşen ve dünyevî eylemlere hizmet eden bir din, kendilerine oy veren Kürtleri de birleştirici bir bünyeye sahiptir. Statükoyu korumak anlamında Katolik olan bu yeni din anlayışı aynı zamanda sekülerleşen Protestan yaklaşımının da bazı belirtilerini içinde taşımaktadır, daha doğrusu BDP'nin oluşturmaya çalıştığı bu seküler din anlayışı, yaşayabilen tüm ilahiyatları kendi benliğinde barındırabilen bir gerçekliğe sahiptir. Bu din, ekonomik ve sosyal bakımdan, azınlığın çoğunluk üzerinde tahakküm kurmasını sağlayan bir araçtır. BDP, her ne kadar feodal döneme başkaldırı adı altında sosyalist söylemler dile getirse de, dinin feodal düzende sahip olduğu görevi olan köleliği ve efendiliği koruma özelliğini açık bir şekilde kullanmaktadır. Şeriati'nin "devrimci din söylemi" ise bu anlayışa uygun değildir. Çünkü Şeriati, devrimci din ile kastettiği İslam dininin, önceki Tanrıları yok hükmünde saymasını ve tek bir İlah anlayışını anlatmak ister, yani yeni gelen din, önceki dinin hükümlerini yok sayar. İlginçtir ki, BDP'nin oluşturmaya çalıştığı seküler din anlayışının böyle bir yapısı mevcut değildir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi cuma sadece İslam dininde vardır, dinin devrimci olması kendisinden önce yerine getirilen dinî ritüelleri farklı bir taklit değildir. Bundan farklı olarak özellikle Doğu ve Güneydoğu halkının geçmişten gelen dünya görüşüne rağmen, BDP tabanından birinin halka karşın kendi bildiklerini okuması düşündürücü de olsa Mehmet Pamak'ın şu ifadeleri yapılan sekülerleştirmenin örneklerindendir: "Son dönemlerde Batman DTP (BDP) Kadın Kolları tarafından "Em Jin in Ne Namusa Kesî ne, Namusa Me Azadiya Me Ye!" "Biz Kadınız Kimsenin Namusu Değiliz, Namusumuz Özgürlüğümüzdür!" yazılı pankartların şehrin belli noktalarına asılması da; dağlarda kız-erkek Kürt gençleri arasında kurulan ilişki türü de; bu kesimde tesettüre karşı oluşan tepkinin ve başörtüsü yasağına verilen desteğin de; Kur'an eğitimine karşı çıkışın da..." Biz ise bunların yanına belki de en önemli gösterge olan ve okunduğu iddia edilen Kürtçe Ezan'ı ekleyebiliriz. Hatta Leyla Zana'nın, Öcalan için kullandığı "başöğretmen" ifadesi, hangi ideolojinin izlendiğinin sosyolojik ve tarihsel olarak en önemli kanıtıdır. Sosyolog Müfid Yüksel'in şu ifadeleri oldukça düşündürücüdür: "PKK'nın çok ciddi olarak Kürt toplumunu sekülerleştirme etkisi oldu. Özellikle kadınlar üzerinden çok ciddi bir etki oluşturuyor. Kadınları sekülerleştirmede, kadınların çarşaflarını, elbiselerini atmada, dinlerini tamamen terk etmede, dinsizleşmede etkin oldu. Bu örgüt Ramazan'da oruç tutmamak gibi şeyleri neredeyse dayattı. Dinle, Müslümanlıkla barışmaya yanaşmıyor. Müslümanlıkla ciddi olarak savaşıyor. Müslümanlıktansa Kemalistlerle işbirliği yapmaya razılar. Çünkü aynı Batılı zihniyeti taşıyorlar."

Bugün hâlâ laiklik tartışılıyorsa, bunun sebebi İslam'ın yerini doldurabilen bir ülkünün oluşturulamamış olmasıdır. BDP de aynı ulusalcı zihniyette ilerliyor gibi görünmektedir ve BDP'nin oluşturmaya çalıştığı bu yeni din yaklaşımının sonu da benzer olacak gibidir. Bugün bazı Kürtler "devletimiz var olsun" demeyebiliyor ama "Allah devletimizden razı olsun" (Xwedê dewletê razî be) diyor, o halde bölgeyi bu tür bir sosyolojiyle analiz etmek gerekiyor. Şeraiti, "Avrupalı, üç yüzyıl mücadele etti, çalıştı, düşündü, inceleme yaptı ancak Hıristiyanlığın, Avrupa'nın başına nasıl bir bela getirdiğini anlayabildi." demişti. Şimdi de, farklı bir bela, savunulan seküler yaklaşımın peşini bırakmayacak gibi durmaktadır. Fakat bu defa bir farkla, seküler yaklaşımı benimseyenlerin hatalarını anlayacak kadar, Avrupa gibi üç yüzyıl süresi var mıdır?

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT