1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Darwin’le Kilise arasındaki savaşta, Müslümanların yeri neresi (mi)? -2
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Darwin’le Kilise arasındaki savaşta, Müslümanların yeri neresi (mi)? -2

18 Mart 2009 Çarşamba 19:02A+A-

[email protected]

İng.  Charles  Darwin‘in doğumunun 200.  ve ‘On the Origin of Species’ (Türlerin Kökleri) isimli eserinin yayınlanmasının 150. yıldönümü dolayısiyle, ‘darwinizm’ tartışmaları yeniden daha bir gündeme oturdu..

Darwin’in uzuuun yıllar süren araştırmalarının sonucu olarak ortaya attığı ve ‘canlıların, başka canlılara dönüşebildiği ve insanın da başka bir yaratıktan (ki bu genel olarak maymun olarak ileri sürülüyor) evrimleşme yoluyla meydana geldiği’ne dair miladî-19.yüzyıl materyalizmine paralel olarak ortaya attığı yaratılış ve evrim / tekamül teorisinin dünyada bu kadar tartışma meydana getirmesi, Kilise’nin bir çok iddia ve izahlarını mantıken geçersiz kılacak mahiyette olmasından ileri geliyordu.. Ve esasen, 19. yüzyılın materyalist/ ateist (tanrıtanımaz) anlayışları, Kilise’nin paradigmalarına/ aqîde çerçevesine karşı uzun bir zamandır mücadele veriyordu.. Darwin’in teorisi de, bu materyalist/ ateist cereyanlara ayrı bir güç verdi.. Halbuki,  bir teorinin, bilimsel düşünce sahibi sayılmak için şart imiş gibi gösterilmesi, tam bir bilimsel hokkabazlıktır.. Çünkü, tecrübî ilimlerin araştırmaları sonunda varılan kanunlar bile, ancak tahlil ve tedkîk ve denemelerle mantıken çürütülmedikçe geçerli kabul edilirken;  kesinlik kazanmamışken teorilerin, varsayımların mutlak gerçekmiş ve bilimsel düşünce için temel gibi gösterilmeye ve kabul ettirilmeye çalışılmasını, gerçekten de hedefin sıradan bir bilimsellik değil, ateizm olduğunu göstermektedir..

Darwin’in en çarpıcı ve tartışma meydana getiren teorisi, insanın, tekamül/ evrim yoluyla maymundan veya maymun benzeri bir diğer canlıdan gelişmiş olabileceği şeklindeki görüştü.. Bu, tabiatiyle, insanın varoluşuyla ilgili olarak, insan’ı  Âdem - Havva (Adam / Eva) ile başlatan dinlerin öğrettiklerine kesinlikle aykırı idi..

Tekrarlıyalım ki, Darwin’in uzuuun ve ciddî araştırmaları sonunda elde ettiği bulgu ve sonuçları, dar bir anlayışla ‘Bunlar Kilise paradigmasına, aqîde sistemine aykırıdır..’ diye toptan reddedenler olduğu gibi; onu ilginç bulanlar da oldu ve dahası, onun teorilerini, bilimsel çalışmaların temeli olarak, kesin bir inanç gibi ve ilmî bir kanun olarak kabul edenler de.. Ki, bunlar genelde, ‘din’lerin ‘dogma’ dedikleri statik, durgun ve değişmez  kesin hükümlerine karşı çıkıyorlardı, ama, kendileri de bu teorinin kesin olarak kabul edilmesini, bir ‘bilimsellik dogması’ olarak dayatmaktan kaçınamıyorlardı..

Halbuki, adı üstünde bir teori idi, bir faraziye/ varsayım idi..

Ancaak, bu varsayım, Kilise’ye karşı mücadelenin ve daha genelde, dünya çapında ‘tanrıtanımazlığın bir bayrağı’ halinde kullanıldığı için, Darwin hep tartışıldı ve bugün de tartışılmakta..  Ve, doğumunun 200.  ve ‘Türlerin Kökeni’  isimli kitabının/ teorisinin yayınlanışının 150 . yılı münasebetiyle, bu sene daha bir hararetli anılıyor Darwin..

*

Netice itibarıyla bunlar ‘bilimsel kanunlar’a kavuşmuş değil..

Buna rağmen, bazıları, ‘yerçekimi de bir teoridir..’ diyebilmekte ve ‘bu, ‘teori’ diye reddedilecek midir?’ demekteler.. Halbuki, açıktır ki, yerçekimi bir teori değil, bir fizik kanunudur, artık.. Onu da teori olarak görenler, kendilerini biraz yüksek biryerden bıraksınlar bakalım,  o zaman, yerçekimi bir teori midir, gerçek midir, anlayacaklardır..

Darwin ise, insan bedenine benzerliği açısından maymun veya benzeri bir başka canlıyı, insandan önceki canlı olarak değerlendindirmiş.. Ama, aynı biyoloji ilmi, ‘bir canlının bir başka canlıya istihale yoluyla geçişi mümkün olsa bile, o ilk canlı nesli tedavülden kalkmadan bunun mümkün olmadığını’  da söylüyor.. Çünkü, eğer o iddia gerçek olsaydı, maymun gibi yaratıkların kemikleri veya fosillerinin, tıpkı dinazorlar veya mamutlarınki gibi, kazılarda bulunup anlaşılmaya çalışılması gerekirdi..

*

*’Evrim teorisi’,  'bilimsel yanılgı' mı, ‘ateist dayatma’ mı?

Kaldı ki, bizzat Darwin bile, ‘Türlerin Kökeni’nde, şu itirafı yapar: ‘Eğer gerçekten de türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız arageçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün tabiat bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde?

Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz? Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil ve jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır?

Belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.’

Bu sözlerinden hareketle, denilebilir ki, Darwin, kendi bulguları ve yorumlamalarında, darwinistler kadar darwinist değil..

*

Nitekim, Robert B. Downs da - Prof. Erol Güngör’ün tercüme ettiği- (Dünyayı Değiştiren Kitaplar) isimli eserinde Darwin’in yaptığı araştırmaların sonunda nereye vardığını izah etmeye çalışırken, çaresizlik içinde ellerini açıp, şöyle dediğini aktarır: ‘Böyle karmaşık meselelere en ufak bir ışık dahi tuttuğumu iddia edemem. Herşeyin başlangıcındaki sır bizim için çözülemez bir halde duruyor; şahsen bir agnostik (bilinemezci) olarak kalmaktan memnunum.’ (s.290)

Denilebilir ki, Darwin’in akıl yoluyla tanrı inancına ulaşmak gibi bir çabası yok.. Tanrı’yı yalanlamak gibi bir çabası da yoktu, belki.. Ama, takibçileri onun teorisini, bir  alternatif yaratılış inancı halinde ve bilimsellik iddialarıyla sarmalıyarak sunmaktalar..

Kilise, genelde, ilk insanın dünyaya gelişiyle ilgili olarak, ‘evrim teorisi’ni İncil'le çelişiyor olarak düşünüyor . Buna rağmen, Katolik Kilisesi  Darwin'i hiç kınamadı. 4 yıl öncelerde ölen Papa II. Jean Paul, evrimin ’basit bir hipotezden ibaret olmadığını’ söylemişti. Ama, Katolik dünyasının önde gelen isimlerinden biri ve Papa XVI. Benedicktus'un eski bir öğrencisi olan Kardinal Christoff Schoenborn, Darwin'in ’naturel selection/ tabiî ıstıfa/ ayıklama’ teorisinin Hristiyan inanışıyla uyum göstermediğini dile getirmişti..

Geçen hafta Vatikan’da bu konuda tertib olunan bir konferansta, Amerikalı biolog Prof. Francisco Ayala ise, Yaratılış (bir yaratılışın bir Yaratıcı tarafından gerçekleştiği) Görüşü’nü savunanların ortaya attıkları ve Yaratılış’ın mutlaka insanüstü, bir üstün zekâ tarafından planlandığı görüşüne dayanan ‘akıllı tasarım’  teorisinin yanlışlarla dolu olduğunu söylüyordu..’Organizmaların tasarımı zeki bir mühendisten beklenecek gibi bir durumda değil. Kusurlu ve daha da kötüler..’ diyen Ayala, ‘Arızalar, fonksiyon bozuklıkları, tuhaflıklar dünyayı istila ediyor.’ görüşünde.

Bütün bunlar gösteriyor ki, Evrim/ Tekamül nazariyesi de, yaratılışçıların tezlerini aklî bir temele oturtmak için ortaya attıkları ‘akıllı tasarım..’ nazariyesi de henüz bir teori merhalesindedir;  aklî ve bilimsel kesinliğe kavuşmamıştır.. Buna rağmen, inançların bütünüyle aklî izahlara dayanması gerekmez.. Ne var ki, materyalist ve ateistler ve taibatiyle laikler de de, kendi görüşlerinin bir inanç gibi kabul edilmesini istiyorlar, bekliyorlar ve dayatıyorlar..

Nitekim,  Henry Morris, ‘The Long War Against God /Tanrı’ya Karşı Uzun Savaş  isimli eserinde, ‘Evrimcilerin yaratılışı savunan saygın bilim adamlarına bakış açılarının hiç de bilim adamına yakışan bir tavır olmadığını’ ifade ederken,  ‘Çoğu modern psikolog ve filozof, evrim teorisine o kadar sadıklar ki, onlar, Yaratılışı savunmayı zihnî bir bozukluk olarak kabul ediyorlar.’ (s. 34) demekten kendisini alamıyor..

University College of London öğretim üyelerinden Prof. Steve Jones da, ‘Evrim Teorisi’ni bir ‘bilimsel yanılgı ‘ olarak bilindiğini söylüyordu,  geçen hafta.. Jones, ‘Kendisinin geçmişte, insanoğlunun evrimleştiğine dair bazı çevrelerden  taleblerle karşılaştığını, ancak insanların evrimleştiğine dair hiç bir delil bulamadığını, bazı basın yayın organlarında ‘Darwin Teorisi’yle  ilgili yayınlanan haberlerin gençleri bu yöne itmeye sebeb olabilecek nitelikte bir  kandırma çabası olduğunu’ ifade ediyordu.. Bilim adamlarının ‘evrim teorisi’ problemini, özünden uzak şekilde ele aldıklarını yazan Steve Jones, birçok bilim adamının kendilerini ‘2 + 2 = 5 eder’ mantığına kurban ettiklerini de vurguluyordu..

Dünya üzerinde ‘insanoğlunun evrimleştiği’ne benzer birçok görüş inanç olduğuna ve yeni ortaya çıkan bazı bilimsel verilere de değinen Steve Jones, ‘Bilimsel verilere göre, beyinde çok küçük yer kaplayan 'beyin korteksi’, kişinin kendisinde ve hislerinde merkezi bir görev üstleniyor. İnsanları maymunlarla karşılaştırdığımızda, insanlarda çok daha geniş ve kapsamlı olduğu görülüyor. Ayrıca insanlardaki bu korteks diğer hiç bir varlıkta olmayan bir şekilde kendini özel hale getirmiştir. Yapılan deneylerde görülüyor ki, bu korteks annenin çocuğuna baktığında ya da insanların güldüğünde parladığı fark edilmiştir..’ demekte..

*

Darwinistlerin ve anti-darwinistlerin tartışmalarında Müslümanların yeri, sahi, neresi olmalı?

Bu tartışmaların yapıldığı kültürel atmosfer, görüldüğü gibi, bizim kültür havzamızın dışında..  Biz müslümanlar olarak, belki, çok katı kategorik aklî çalışmalar halinde olmasa da, vahy-i ilahî ve hikmetin gölgesinde yapılan aklî çalışmalarla dünyayı yorumlarken, karşımızda ne Kilise paradigması vardır; ne de düşünceyi yasaklayan veya aklın verilerini ‘kesin olarak kabul edilmesi’ gereken bir ölçü olarak kabul ettiren bir anlayış.. Ve hikmet, mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alır.. Ama, bütün bunları, ancak insanın insanla, insanın tabiatla ve insanın Yaratıcısı ise ilişkisini tahrib etmeye değil, geliştirmeye yönelik bir hayırlılık ölçüsü içinde yapmaya çalışır..

Bu vesileyle, şu tesbitleri de yapmakta fayda vardır..

Darwin’in çalışmaları, farkında olarak veya olmayarak ırkçı anlayışların gelişmesine de hizmet etmiştir.. Çünkü, o, canlılar âleminde, ‘kuvvetlilerin hayatta kaldığı, zayıfların safdışı olduğu ve zayıflara tabiat tarafından hayat hakkı tanınmadığı’ bir naturel seleksiyonu, bir tabiî ıstıfa’yı, ayıklamayı, bir kural halinde ortaya koymaktadır.. Bu tamamen yalanlanmayabilir de.. Leylek de zayıf yavruyu yuvadan atıyor, hayatiyet gücü kuvvetli olanları bırakıyor.. Yani, tabiî ayıklama bir hilqat kanunu olarak da gerçekleşiyor.. Kezâ, günlük hayatın çeşitli kesimlerinde, özellikle hayvan nesillerinin ıslahı için güçlü damızlık hayvanlardan istifade edildiğini, tabiata bir nev’i müdahale yapıldığını da hatırlamalıyız.. Ama, bu ‘ırkların ıslahı’ görüş ve çabalarının insan hayatına da tatbikinin yolunu açmaz mı ve o zaman tavrımız ne olacaktır? Kaldı ki, Darwin,İnsanın Türeyişi’ (The Ascent of Nature in Darwin's Descent of Man)  isimli eserinde, kadınları da aşağı cins olarak göstermiş ve aralarında müslüman kavimlerin de bulunduğu birçok toplumları, ‘gelişmesini tamamlamamış fonksiyonları, bakımından geri kalmış eski ve alt bir yaşayış tarzına aid kitleler’ olarak tanımlamıştır.. (Darwin’in, ingiliz ve Avrupa emperyalizmine karşı asırlarca tehdid unsuru olmuş olan Osmanlı’yı aşağılamak için, Osmanlılar’ı ve türk kavmini aşağılamayı ihmal etmemesi de ilginçtir ve bu da anlaşılabilir.. New York Uni. prof.larından Theodore Woosley de, 1910’larda , ‘The International Law’ (uluslararası hukuk ) eserinde insanları üç ana kategoride inceliyor ve ‘medenî toplumlar, yarı medenîler ve gayrimedenîler/ putperestler‘ olarak üç ayrı kategoriye ayırıyor ve hrıstiyan ve yahpudileri ilk grupta, japonları ikinci grupda ve müslümanları da gayrimedenidelerin, putperestlerin grubunda gösteriyordu..)

Yani, bütün bu çarpık anlayışları Darwin ortaya çıkarmamış; belki, Darwin de, belki insanlığın hayrına sonuçlar vermesi mümkün araştırmalarıyla, içinde bulunduğu çarpık anlayışların sevkıyle, verimsiz ve hattâ zaman zaman zararlı ve insanlığı düşmanlıklara sürükleyen sonuçlara varmıştır..  

Bu görüşler insan hayatına uygulandığında, karşımıza çıkan tablonun bir ‘sosyal darwinizm’ olduğu da, geçmiş uygulamalardan da anlaşılmaktadır.. Nazi Almanyası’nda, nesillerin ıslahı fikrinin, insan ırkının ıslahı için de kullanıldığını en çarpıcı şekilde gördük.. Ve Batı dünyası, hâlâ, ‘beyaz insanın üstünlüğü’  teorisinden vazgeçmemiştir.. Kızılderililerin milyonlar halinde (12 milyondan fazla kızılderili  insanın Avrupa’lı beyaz insanlarca son 500 yılın ilk 200 yılı içinde) eritildiğini hatırlayabiliriz.. Barack Obama’nın Amerikan Başkanlığı’na seçilebilmesi bunun için çok büyük bir gelişme olarak görülmelidir..  Ama, bu bile, siyahlara verilen bir lûtuf gibi gösteriliyor, bir tabiî hakk olarak değil..

Hattâ, müslüman toplumlarda bile ve hele de kendi toplumumuzda de, resmî ideolojilerin yücelttiği ırkçı kalıpların dışında kalan onlarca kavmin yok sayılmasına, bizzat nice müslüman kesimlerimiz dahi, onyıllar boyu destek olmadılar veya seyirci kalmadırlar mı?

Yani, nicelerimiz Darwin’in nazariyelerine karşı çıkarken bile, fiilen şu veya bu ırkın veya cinsin, rengin, sosyal kesimin üstünlüğü veya düşüklüğü gibi anlayışları beyinlerimizden söküp atabilmiş değilizdir ve derilerinin renkleri daha koyu olanları gizli veya açık bir şekilde daha aşağı görmek gibi bir zâlim anlayış, hâlâ da beyinlerimizde, duygularımızda hükmünü sürdürmektedir; yani bir bakıma Darwin’e ve darwinizm’e karşı çıkan nicelerimiz de gerçekte fiiilen, ‘darwinist’tirler.. (1928-30’lu yıllarda, Türkiye’de de, Büyük Şef’in irşad ve yönlendirmesiyle,  türk ırkının ıslahı edilmesi için, Avrupa’dan sarı saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli ‘damızlık insan tipleri’nin getirilmesini teklif eden Abdullah Cevdet ve benzerlerinin çarpık anlayışı, ne yazık ki, hâlâ da yazı hayatında olan ve müslümanlar arasında bulunan bir kişi tarafından da dile getirilebilmiştir, 20 sene öncelerde de, toplumumuz , hele de müslüman kitleler ciddî bir tepki göstermemiştir..)

‘Bir türk dünyaya bedeldir’, ‘türke durmak yaraşmaz, türk önde, türk ileri!..’ gibi lafların benzerini, başka kavimlerin mensublarından duygumuzda rahatsız oluruz; ama, bu laflar kendi toplumumuzda söylenirken, bunları bir tekerleme rahatlığı içinde dinleyip geçmişizdir, hâlâ da ‘pis arablar, pis kürdler, pis çingeneler.. pis vs’ler..’ gibi laflardan vazgeçmemiş, güçlülere imrenmekten ve zayıf bırakılmış toplumları ise aşağılamaktan ve köpeklere bile özellikle de aşağı seviyede gördüğümüz kavimlerin adıyla seslenmekten el çekmemişizdir.. Ama, başkaları bizim kavmimizin adı üzerinde benzer oynamalar yapsalar, hemen tepkiler gösteririz..  Halbuki, bütün insanları ‘başlangıçta aynı anne-babadan, ‘Benî Âdem (Âdem nesli) ve doğuştan hür ve eşit ve aynı maddî hamurdan/ çamurdanbilen ve insanlar arasındaki farklılığın ancak taqvâ ve fazilet ölçüleri açısından olabileceğini telkın eden ve hiç bir kavmin diğerinden üstün veya düşük sayılamıyacağını aslî ölçü olarak kabul eden bir inancın mensublarıolarak, bu gibi tutarsızlıklardan uzak kalabilmeliydik..

Ama,  darwinizm’in, farkında olamayarak veya olmayarak, bizim dünyamıza da yansıması böyle olmuştur; ve nice kavimleri, ırkları üstün veya düşük seviyeli olarak görebilmekteyiz..

*

Konunun ilginç bir tarafı da, Darwin’in görüşlerinin ateizme dayanak yapılmış olmasına bakarak, bazı müslümanların da, Darwin’le Kilise arasındaki mücadeleyi kendi mücadeleleri gibi değerlendirmeye kalkışmaları ve Kilise’nin veya ‘darwinist’lerin paralelinde yer almalarıdır..

Halbuki, Kilise’nin itirazlarında doğrular olduğu gibi, Darwin’in yaklaşımlarında da doğru tesbitler bulunabilir.. Ya da, Kilise’nin anlayışı kadar, Darwin’in teorisi de, bazı yanlışları içinde bulundurabilir. Bu bakımdan, Darwin’in teorisinde ortaya koyduğu bazı ilginç tesbitler de bulunabilir.. Bu iki tarafın ‘tez’  ve ‘anti-tez’leri ve bunları çeşitli maksadlar için kullananlar olsa bile,  biz müslümanların yaratılış üzerine olana tefekkür, duyuş ve görüşlerimiz Kilise’nin iddiaları ve Darwin’in teorileriyle tıpatıp aynîlik gösteremez; bazen birisine, bazen de  diğerine yakın düşülse bile.. Bu konuda, toptan reddkadar,  toptan kabul de yanlış sonuçlar verir..

Yûnus Emre, 750 yıl öncelerden sesleniyor: ‘Yetmişiki millete bir göz ile bakmayan, halk’a müderris (de) olsa, Hakikat’e âsidir..’

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum