1. YAZARLAR

  2. Hasan Bülent Kahraman

  3. 'Cumhurbaşkanı göreve' derken...
Hasan Bülent Kahraman

Hasan Bülent Kahraman

Yazarın Tüm Yazıları >

'Cumhurbaşkanı göreve' derken...

10 Şubat 2014 Pazartesi 13:05A+A-

Son zamanlarda gün geçmiyor ki, Cumhurbaşkanına bir çağrı çıkarılmasın. Her çağrıda "Cumhurbaşkanının devreye girmesi" ve "müdahale etmesi" isteniyor. Hayli şaşırtıcı, hayli ilginç bir durum bu. Nedenleri üstünde durmak gerekiyor. Onun yanında Cumhurbaşkanı sürekli olarak sisteme müdahale ederse o durum ne anlama gelir sorusunu da cevaplamak gerekir.
Önce bir saptama yapalım. O saptama niçin sürekli olarak böyle bir model kurulduğunun ipuçlarını verecek. Bunun için geçen hafta açıklanan Kadir Has Üniversitesi Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması verilerini kullanalım.
Araştırmaya göre Cumhurbaşkanı toplumun ordudan sonra en fazla güvendiği "kurum"/kişi. Toplumun % 41'i güveniyor. Onu sevindirici bir şekilde Meclis Başkanı izliyor. Neredeyse aynı oranda. Gene o araştırmaya göre toplum Cumhurbaşkanına hükümetten fazla güveniyor. Bir kere bu tespit niye her başı sıkıştığında toplumun Cumhurbaşkanını hatırladığını bize açıklıyor. Hele mesela yargının bağımsızlığına güvenilmeyen bir ortamda bu tepki daha iyi anlaşılabiliyor.
Peki bu durumun kendi içinde bir çelişkisi var mı?
Onu da aynı araştırmanın bir başka sonucuyla ele alalım. Araştırmaya göretoplumun % 77'si parlamenter sistem istiyor. Ancak % 14'ü başkanlık sisteminden yana. Dolayısıyla toplum sorunların çözüm kaynağı olarak da parlamentoyu görmeli.
Fakat çok sorunlu bir durumla karşı karşıyayız. % 77 gibi ezici çoğunlukla parlamenter sistemden yana olan toplumun TBMM'ye güveni sürekli düşüyor. 2013'te %28'i toplumun Meclis'e güven duyarken 2012'de bu oran% 31, 2010'da %37 idi. Tüm bunların neticesinde de çare Cumhurbaşkanı. 

***

Şimdi başlangıçtaki soruya dönelim. Doğru mu CB'yi bu kadar aktif görmeyi istemek? Değil. Parlamenter sistemde, hele Türkiye'de CB'nin bu oranda siyasal işlerin ortasında bulunması daima olağanüstü hal demektir. Bizim anayasamızın ve onunla tayin edilmiş siyasal kurumlar arasındaki ilişkilerin yapısı, dokusu CB müdahalesini daima olağanüstü hale dönüştürecek bir muhakemeye dayanır.
Çünkü 1982 Anayasası ile yönetiliyoruz ve bu anayasa esasen CB makamını güçlendirmek maksadıyla hazırlanmıştır. Arkasında 1980 öncesinin zayıf ve kırılgan siyaset yapısı vardır. Dolayısıyla anayasa bir yandan parlamenter sistemi öngörürken bir yandan da gayet kuvvetli bir CB makamı tarif etmiştir.
Yani anayasa şizofrenik bir ruh yapısındadır. Parlamenter sisteme güvenmeyen ama onu zaruri olarak sistemin belkemiği yapan bir muhakemeyi haizdir. Daha açık söyleyeyim, anayasa esasen tek adam hâkimiyetini içten içe benimser ve o yönetim yapısını hiç yadırgamaz.
Nitekim Demirel Cumhurbaşkanlığı sırasında siyasal çıkarları doğrultusunda Çankaya'yı etkinleştirmiştir. Çankaya 1993-2000 arasında Türkiye'de siyasetin merkezi haline gelmiştir ve maalesef bunun sonucunda, 28 Şubat doruk noktasını teşkil etmek üzere, o dönem sürekli olağanüstü hal dönemi olarak yaşanmıştır. Doğrudur, Çankaya "işlemiştir", devrededir ama Türkiye demokrasi, meşruiyet, siyaset, cumhuriyet, laiklik, yönetim krizleriyleçalkalanmıştır. Demirel, bunların neticesinde devreye girmiş, etkin olmuştur denebilir ama o zaman da 28 Şubat dönemindeki Demirel'i hatırlamak gerekir. Hatta Sezer dönemi bile öne sürdüğüm muhakemenin bir kanıtı gibidir. Sezer, 2001 krizinde de, 27 Nisan döneminde de devrededir ve Türkiye'nin başına nelerin geldiği malumdur.
Tüm bunlar birlikte düşünülünce bugün Cumhurbaşkanlığı makamına yöneltilen çağrılar bir manada olağanüstü hal arayışının sonucudur. Belki çağrılarda iyi niyet görmek ve Cumhurbaşkanı Gül'ün bütün çevreleri kucaklayan bir yaklaşım içinde bulunmasını bu talebin uzantısı olarak değerlendirmek kabilse de Türkiye, şu sorunlu dönemini de,parlamenter demokrasi anlayışı içinde, onun araçlarını kullanarak çözmelidir.
Hep söylediğim şu şey, modernleşmenin tarih öncesi ancak böylelikle aşılacak.

SABAH

 

YAZIYA YORUM KAT