1. YAZARLAR

  2. ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

  3. Cihada Herkesin Katılması Zorunlu mudur?
ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Cihada Herkesin Katılması Zorunlu mudur?

23 Eylül 2016 Cuma 01:01A+A-

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlar, yüce Allah’a hamd, Resulüne (a.s.) selam ederim. Bu yazımızda cihad ile ilgili konuyu çeşitli sorularla açmaya devam edeceğiz. Bunun için yüce Rabbimizden yardım niyaz ediyoruz.

Cihada Herkesin Katılması Zorunlu mudur?

Bilindiği gibi cihad; çocuk, kadın, yaşlı, hasta ve benzeri kesimler gibi güç yetiremeyenler için de zorunlu değildir. “Allah'a ve Resulüne karşı sadık ve samimi oldukları takdirde, güçsüzlere, hastalara ve (seferde) harcayacakları bir şey bulamayanlara (sefere katılmadıkları için) bir günah yoktur. İyilikte bulunan kimselerin (kınanması) için de bir sebep yoktur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(9/91. Ayrıca bkz: 48/17.) Geriye kalan kesim için cihadın zorunluluğu duruma göre değişmektedir. Şayet herkesin cihada katılmasını gerektirecek düzeyde büyük bir tehlike yoksa ve bundan dolayı da müslümanların idarecileri seferberlik ilan etmemişlerse; bu durumda Müslümanların bir kısmının cihada katılması ile cihad sorumluluğu durumları müsait olsa dahi diğer müminlerin üzerinden kalkmış olacaktır. Bu durumlarda cihad, fıkhi ifadeyle farz-ı kifaye hükmüne girecektir. Nitekim şu ayeti kerimenin muhatap aldığı müminlerin durumunda olduğu gibi ”Mü'minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü'minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va'detmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(4/95,96) Dikkat edilirse burada cihad edenlerle etmeyenler, bir tutulmamakla beraber “Allah (mü'minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va'detmiştir.” mesajıyla, Yüce Allah, cihada katılmayanlara bir cezanın olmayacağını da açığa kavuşturmuştur. Nitekim birçok sefer, resulullah (s.a.v.) sahabeleri cihada gönderdiği halde kendisi onlarla beraber cihada gitmemiştir. Aynı şekilde yüce Allah da böyle durumlarda, cihada gitmek isteyenleri ve idarecileri toplumun diğer ihtiyaçlarını giderecek şekilde düşünmeye ve davranmaya teşvik etmiştir. “(Ne var ki) mü'minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.”(9/122) Resulullah (a.s.) tümüyle savaşa katılma ihtiyacının olmadığı durumlarda, müminlere dönük bu tür yönlendirmeler içinde olması da bu gerçeği teyit etmektedir. Abdullah bin Amr (r.a.) anlattı: “Peygambere bir adam geldi ve cihad için izin istedi. Resul (a.s.) sordu: annen-baban hayatta mı? O şahıs cevapladı: Evet. Resulullah buyurdu: o ikisi için gayret göster. (Buhari 18/4 rivayet etti). Ebu Said(r.a.) rivayetle: Bir adam Yemen’den Peygamber sallallahu aleyhi ve seleme hicret etti. Sordu: Yemen’de akraban var mı? Adam cevapladı: annem ve babam var. Resulullah (a.s.) Sordu: sana izin verdiler mi? Hayır, dedi. Resulullah(a.s.) : o ikisine geri dön ve onlardan izin al. Eğer sana izin verirlerse cihad et yok vermezlerse o ikisine ihsanda bulun. “(Ahmed tahriç etti, 75-76/3 ve Ebu Davud 39/3).

Diğer yandan Müslümanların tümünün cihada katılmasının gerektiği, seferberlik durumlarında durumu müsait olan herkesin cihada/savaşa katılması ise büyük bir zorunluluktur ve cihada katılmayanların, tevbe etmemeleri durumunda Allah’a hesap vermeleri de mümkün değildir. (Zorunlu vazifeler için iş bölümleri çerçevesindeki istisnalar bu durumun dışındadır. Hz. Ali’nin Tebuk seferindeki seferberliğe rağmen, Resulullahın kendisini geride vazifeli olarak bırakışı gibi…) Nitekim bu tür bir seferberliğin söz konusu olduğu Tebuk savaşına katılmayanlara dönük, şöyle buyrulur; “Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size "Allah yolunda sefere çıkın" denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”(9/38,39,) Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları çok iyi bilendir Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o şüphelerinin içinde bocalayan kimseler senden izin isterler.”(9/44,45)Görüldüğü gibi zorunlu durumlarda ve fıkhi ifadeyle, cihadın farzı ayn olduğu zamanlarda savaşa /cihada katılmak müminlerin olmazsa olmaz sorumluluklarıdır. Bu savaşların hayati olup olmadığını (farz ayn olup olmadığı) ise doğal olarak Müslümanların seçip yönetici kıldıkları, ehil idarecileri belirleyecektir. Ayrıca, bu çerçevede müslümanların savaş için eğitip, besleyip, ücret ödedikleri düzenli ve daimi askerleri varken diğer fertlere düşen sorumluluklar da o anın fıkhı göz önünde bulundurularak belirlenmek zorundadır. Zaten İslami anlayışta dokuz yüz, bin yıl önceki zamanda ve o günkü toplumsal yapılar için üretilen fıkıhların, bugünün şartlarına tamamıyla cevap vermeyeceği açık bir husustur. Bu durum nassların eksikliğinden değil, toplum ve şartların değişiminden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bugünün fıkhını, nassları dikkate alarak yeni içtihatlarla gidermek Müslüman âlimlerin/idarecilerin sorumluluğudur.

Farz-ı ayn olan cihada katılmayanların imani durumları nedir ve onlara İslam toplumu nasıl muamele etmelidir?

Hiçbir mazeretleri olmadan cihattan geri kalanların, tevbe edip hallerini düzeltmedikleri sürece ahirette yüce Allah’a hesap veremeyecekleri birçok ayette net olarak açıklanmıştır. De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah'tan, peygamberinden ve O'nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez."(9/24) "Allah'a iman edin ve Resulü ile birlikte cihat edin" diye bir sure indirildiğinde, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve "Bizi bırak da oturup kalanlarla birlikte olalım" dediler. Onlar geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular ve kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.(9/86,87) “İman edenler ancak, Allah'a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.”(49/15)Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi ciddi bir mazereti olmadan Müslümanların seferberlik ilan ettikleri bir durumda, cihada katılmayanların imani bir zaafa sahip oldukları açıktır. Yalnız bu insanlar Müslüman olma iddiasında da bulundukları için, Allah’ın dışında hiç kimsenin onları tekfir etme ve onlara mürted hukukunu uygulama hakkı yoktur. Zira onlar Allah’ın katında geçerli olmasa dahi kendilerince bazı mazeretler ileri süreceklerdir. Rabbimiz bu insanlara dönük şöyle buyurmaktadır: ”Onlar, Allah'ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Öyleyse onlara aldırma. Onlara öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle.”(4/63). Bazılarına ise, mazeretlerine inanılmadığını kendilerine söylenmeleri istenmekte ve böylelikle kendilerine çeki düzen vermelerine yardımcı olunmaya çalışılmaktadır. ”Onlara döndüğünüzde, size mazeret beyan edeceklerdir. De ki: "Mazeret beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Çünkü Allah bize sizin durumunuzu bildirdi. Bundan böyle davranışlarınızı Allah da Resulü de görecek. Sonra hepiniz, gaybı da görülen âlemi de bilene döndürüleceksiniz de yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecek."(9/94). Bu hususta bu insanlara zahire/şeriata göre muamele edilmeli ve onlara mürted hukuku uygulanmamalı, ancak diğer yandan bu insanların İslam toplumunun merkezi yerlerine gelmelerine ve Müslüman toplumu ifsad etmelerine de izin verilmemelidir. Bu sebeple resulullaha(a.s.) dahi şöyle uyarıda bulunulmaktadır. “Allah, seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin verdin?”(9/43) ”Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten geri kalmak için senden izin istemezler. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları çok iyi bilendir Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o şüphelerinin içinde bocalayan kimseler senden izin isterler.”(9/44,45). Diğer yandan Medine’deki İslam toplumunun içinde olmayan(Medinenin dışındaki bazı kabileler) ve normal şartlarda cihada katılmaları gerekirken, kabilelerine karşı savaşmaya güç yetiremeyen, ancak Müslüman olma iddiasında bulunanlara müdahale edilmemesi emredilmektedir: “Ancak sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavime sığınanlar ya da hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler (dokunulmazdır.) Allah dileseydi, onları üstünüze saldırtır, böylece sizinle çarpışırlardı. Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır.”(4/90). Öte yandan Medine’nin dışındaki bu kabilelerden bazıları ise Müslüman olma iddialarına rağmen, hicret etmedikleri için Müşriklerle beraber Müslümanlarla savaşmaktadırlar. İşte yüce Allah bunlara karşı kafa karışıklığına düşmeden, savaşılmasını istemekte ve böylelikle Müslüman toplumun maslahatını ihtiva eden bir hukuku uygulamalarını istemektedir. “Şu halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye? Oysa Allah, onlara kazandıkları dolayısıyla tepe taklak etmiştir. Allah'ın saptırdığını hidayete erdirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık sen ona kesin olarak bir yol bulamazsın Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.” Diğer birtakım kimselerin de hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak istediklerini göreceksin. Bunlar küfre her döndürüldüklerinde ona atılırlar. Eğer bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde yaşamak istemezler, ellerini savaştan çekmezlerse, onları yakalayın ve onları nerede bulursanız öldürün. İşte bunlara karşı size apaçık bir yetki verdik.”(4/88,89,91)

Dikkat edilirse Resulullah’ın yaşadığı on yıllık Medine döneminde bile Müslümanlar, kendilerine farklı fıkıhların uygulandığı onlarca değişik kesimle ve durumla karşılaşmışlardır. Bugün ise dünyanın köye dönüştüğü bir durumla karşı karşıyayız. Bu sebeple her meseleye çare olacak toplu bir hükme ulaşmak imkânsız bir durum olduğu gibi, böyle bir şeye teşebbüste bulunmak da Müslümanların büyük bir yanlışı olacaktır. Bu sebeple gerek fert gerekse toplumun kendi özel durumları göz önünde bulundurularak, nassların rehberliğinde sorulara ve sorunlara cevap bulmaya çalışılmalıdır. Bunu gerçekleştirecek olanlar da Müslümanların velayet bağı içinde oldukları âlimleri/yöneticileri olacaktır.

Sözlerimizin sonu Allah’a hamddır. Rabbimiz isabet ettiklerimiz senin lütfundan, yanıldıklarımız ise bizim meseleleri karıştırmamızdandır. Bizleri affeyle ve cihad arzusunu bir an olsun içlerinden çıkarmayanlardan ve kendilerinin eliyle mazlumlara yardım lütfettiğin bahtiyar kullarından eyle…

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum