1. YAZARLAR

  2. Muhsin Önal Mengüşoğlu

  3. Cidde’den Mısır’a Gezi Günlüğü -11
Muhsin Önal Mengüşoğlu

Muhsin Önal Mengüşoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Cidde’den Mısır’a Gezi Günlüğü -11

08 Ekim 2013 Salı 11:46A+A-

“Vicdan Tanrı’nın Fısıltısıdır”

Karanlık gündüzü örtüyor; bize geceyi yaşamak kalıyor. Issızlığın ortasında uykumu korna sesleri bölüyor. İçimde derinden derine bir çığlık büyüyor. Öfkem artıyor; hiddetim çoğalıyor. Sonu gelmez gürültü beni benden alıyor; yalnızlığımı kabusa dönüştürüyor. Düşlerimin kapıları birbir yüzüme örtülüyor. Halbuki ne kadar anlamlı bir kentsin sen Kahire; manalarının kıvrımlarında gezmek isterken ben, gereksiz bir uğultunun kurbanı oluyorum. Birşeyler yapmalıyım yoksa klakson sesleri beynimin zarını delecek; aklımı, zihnimi kemirecek... Olmuyor, ne yapsam çınlama sona ermiyor. Galiba kaçarak, kavgadan uzaklaşarak galip gelemeyeceğim. Hasmımın üzerine gitmeli onu başka bir yöntemle mağlup etmeliyim. Peki ne yapmalıyım? Sorunun kaynağına yönelmeli onu can evinden vurmalıyım. Beni huzura kavuşturacak yöntemleri hızlıca zihnimde tartıyorum. Savaşmak için dışarı çıkabilirim; yahut balkonu kullanabilirim. A şıkkına yoğunlaşıyor ama b’ye meylediyorum. Ayağa kalkıyor, terliklerimi giyiyorum. Ve nihayet balkonda harbin ortasındayım. Kollarımı iki yana açıyor, gözlerimi kapatıyorum: Ey bu kentin talihsiz zangoçları; Nil’in müşfik evlatları, sizler çanlarınızı çalmaya devam edin, isyanınız göklere ulaşsın, yeryüzünden taşsın, saldığınız gürültünün her bir zerresi mermi olsun müstekbirlere çarpsın; onların yüreklerini yaksın...

Bir nebze de olsa rahatlıyor uykumu bölen amansız düşmanı alt ediyorum. Kötüyü iyiye kurban etmenin zevk ve heyecanına vararak içeri giriyorum. Nihayet hayata kaldığım yerden devam edebilir; rüyalarıma yeniden kavuşabilirim. İşte birkez daha seninle birlikteyim. Yüreğim cam kırığı seni dinliyorum: “Ben benlikten çıkıp biz olunca; biz de belki ben oluruz” diyorsun bana. Adeta konuşmuyor, kelimelerle oynuyorsun ve ne yazık ki beni hergün biraz daha kendine bağlıyorsun. Kaçıyor, farklı olmaya çalışıyorsun oysa sen bana ne kadar da benziyorsun. Bir kere sen de benim kadar hüzünle bakıyorsun. Duyuyor ama asla işitmiyorsun. Sözcükleri bir araya getirip sözlere hayat vermenin ne kadar zor olduğunu fark ediyor, kelimeleri özenle seçiyorsun. Zorlandığında susuyorsun. Susuyor ve sadece dinliyorsun. Dalgınlığınla beni ürpertiyorsun. Sırlarımın sırrına erdiğin gün huzuru bulacaksın bunu hissediyorsun. Hergün bir adım daha yaklaşırken mutluluğa beni mutsuzluğun dehlizlerine hapsediyorsun. Gözlerini kimbilir kimin gözlerinde gizliyorsun. Biliyorum sen artık benim rüyalarımda olmayacak hayallerime hiç mi hiç dalmayacaksın. Zira uzaklaşarak kurtulacağını düşünüyorsun. Beni hiç unutma olur mu? Çünkü sen bana çok güzel hatıraları hatırlatıyorsun. 

Ey gönlü zengin, ruhu pak vicdanım seni seninle başbaşa bırakıp; beni ben yapan gündüze uyanıyorum. Bu sabah her sabahtan farklı bir sabah olacak bunu biliyorum. Ey Kahire ey kahırlı coğrafyanın masum evlatları, bugün yurdunda kan dökülüyor; bugün çocukların süt emerken öldürülüyor. Yakub’un hasretiyle gözler kör oluyor; Yusuflar masumiyetin elinde zindana düşürülüyor. Senden ayrılacak olmak azap veriyor; Seni teneffüs etmek mutlu ediyor. Ama unutma ki dünyayı siyaha boyasalar sen beyaz kalacaksın; evrene pranga vursalar özgür olacaksın. Sana düşen kinini sabırla yoğurup mücadele etmektir. Zulmünü tarihe kara bir leke olarak düşen zalimlerin istibdadını kırmak, prangaları sökmektir. Haklıya hakkını vermek; yürekleri yakan ateşi söndürmektir. Allah zalimlerin düşmanı; masumların dostudur. Ve muhakkak ki baskı, zulüm ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri kısıtlayan, Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen zalimlere; günahı, isyanı, Kur’ân’daki hükümleri inkârı alışkanlık haline getirenlere, “âhiret azâbından önce başka bir azap daha vardır. Lâkin onların çoğu bunu bilmezler” (Tûr, 47).

“Kuşlar Sizin Kadar Hür Olmaktır Hayalim”

Birkez daha balkondayım. Gecenin zafer sarhoşluğu hâlâ üzerimde. Bana düşmanca bakışlar fırlatan otomobillere bakıyor ve sadece gülüyorum; gülüyor ve keyifleniyorum. Güneşin yaydığı ateş adeta bedenimi delip ruhuma işliyor. Şimdi yeryüzünün tüm renklerini avuçlasam, gökyüzüne uzansam, alev topunun yaydığı ışınları toplasam, kurşun yapsam... Sonra kendime ebabiller bulsam, onları kurşunlarımla modern Ebreheler’in üzerine yollasam... Ey merhameti bol azabı çetin Rabbimiz, Sen’in gazabın çetindir. Gözler herbir darlıkta sana çevrilir. Ağıtlar hep sana doğru yükselir. Firavun tekrar Nil’e indi. Nemrut yeryüzüne hâkim oldu yeniden. Deccal’ın ayak sesleri gelir her zaman ve zeminden. Zulüm alevleri yükselir dünyanın her yerinden... Zulüm ateşinin yakmadığı, zorbaların şer ve fitne kusmadığı, mazlum feryatlarının kopmadığı bir avuç toprak parçası kaldı mı şu mahzun yeryüzünde. Öyleyse anlat zorbalara ki Kahhar kimdir. Cebbar’ı tefsir et zulüm saraylarına. Öyle bir şerh et ki yürekleri hoplasın yüreksiz diktaların. Muahhir sıfatın mucibince “yeryüzünde kâfirlerden yurt edinen kimseyi bırakma. Çünkü onlar kötülükte sınırı aşan kâfirden başkasını doğurmazlar” (Nuh, 26-27).

İşte O Vakit Kadınlar Belirdi; Hepsinin Adı Meryem’di”

Odaya giriyorum. Bugün hedefte öncelikle piramitler ardından da Kahire Müzesi, Selahaddin Kalesi ve Mehmet Ali Paşa Camii var. Hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. Fotoğraf makinemi boynumda taşımak istemiyorum. Bu her anlamda tehlikeli bir durum. Bu şekilde davranınca ne yaparsak yapalım yabancı olduğumuz hemen fark ediliyor. Dolayısıyla sırt çantamı da yanıma almalı makinemi onun içine saklamalıyım. Onu sadece ihtiyaç duyduğumda kullanmalıyım. Lobiye iniyoruz. Daha önce de ifade ettiğim gibi Mısır’da çok sayıda çalışan bayan var. Ve bunların neredeyse tamamı tesettürlü. Hanımların çok rahat davranışlar sergilediklerini söyleyebilirim. Erkeklerle rahatlıkla iletişim kurabiliyor hatta muhabbet edebiliyorlar. Yabancı bile olsanız durum değişmiyor. Üstelik bir çoğu İngilizce’yi iyi düzeyde konuşabiliyor. İşte şimdi biz de özgüveni yeterince gelişmiş, medeni cesaretin zirvelerinde dolaşan bayan resepsiyon görevlisinin yanındayız. Aslında ilk muhatabımız bir erkekti ancak kendisiyle İngilizce anlaşamayınca hanımefendiye yönelmek zorunda kaldık. Ona bir gece daha misafirleri olacağımızı söylüyoruz. Turistin mumla arandığı böylesine bir dönemde konukluğumuzu uzatmış olmak ev sahiplerimizi fazlasıyla sevindiriyor. Ayrıca önemli bir bilgiye ihtiyaç duyuyoruz. Bu konuda da hanımefendiden yardım talep ediyoruz. Kendisine en yakın bankanın nerede olduğunu soruyoruz. Zira ivedilikle bir ATM bulmalı ve para çekmeliyiz. Sayın bayan bize gayet sakin ve soğukkanlı bir biçimde hedefgâhımızı tarif ediyor.

Hile Şeytanın Kölesidir

Dışarıda, sokaklardayız. Bulunduğumuz Giza bölgesi başta olmak üzere sahil kesimi dışında Kahire’nin genel itibariyle Türkiye’nin güneydoğu kentlerini çağrıştırdığını rahatlıkla söyleyebilirim. Çarşısıyla, pazarıyla, seyyar satıcısıyla adeta bizden bir yerdeyiz. Etrafa yayılan kebap kokuları bana Mardin’i, Diyarbakır’ı hatırlatıyor. Kasetçiler, baharatçılar şehre bambaşka bir hava katıyor. Dükkanlardan yükselen müzik sesleri korna gürültülerine karışıyor ve ortaya anlamsız bir melodi çıkıyor. Galiba bu kentin en büyük ihtiyacı sessizlik. Zira şehirde sessiz hiçbir yer yok. Bulunduğunuz her noktada; yaşadığınız her anda bir ortağınız var, sürekli size eşlik ediyor ve sizi hiç yalnız bırakmıyor. Onunla kavga etmeniz bile çoğu zaman işe yaramıyor. Ancak ve ancak hile ve desiseyle zihninizi ve kulaklarınızı ikna etmeye çalışmalı kendinizi amansız düşmanınızın ritmine bırakmalısınız. Ona farklı anlamlar yüklemeli onu hayal dünyanızda eritmelisiniz. Bu konuda kendimi fazlasıyla şanslı addedebilirim. Sabah balkonda onunla imzaladığım anlaşmanın şartlarını yürütüyor; huzur buluyorum.

Arayışlarımız bizi bir türlü sonuca ulaştırmıyor. Dolayısıyla parasızlığımız da devam ediyor. Birilerine yeniden adres sormalı bu sorunu gidermeliyiz. Bu konuda da imdadımıza bir hanımefendi yetişiyor. Ne var ki sayın bayan duyduğu ses ile irkiliyor. Gerisin geriye kaçmaya başlıyor. Neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz; güçbela da olsa onu durdurmayı başarıyoruz. Kızcağız bizden korktuğunu bu nedenle de uzaklaştığını söylüyor. Başlıyoruz gülmeye. Meseleyi kendisine arz ediyor olayı tatlıya bağlıyoruz. Hülasa bir bayan da olsa çektiğimiz onca sancının ardından bizler de bir Mısırlı’yı korkutmayı başarıyoruz. 

Allah’tan aldığımız tarif bu sefer işe yarıyor. Bir tane beklerken onlarca bankanın bulunduğu bir caddeye ulaşıyoruz. 1000’er paund çekiyor bu işlem için 6 tl komisyon ödüyoruz. Bu arada kapıda bankanın Ramazan boyunca Pazar’dan Perşembe’ye 9.30-15.00 arası çalıştığı yazıyor. Oruç ayı için gerçekleştirilen bu düzenleme bize bir Arap ülkesinde olduğumuzu hatırlatıyor. Hafta sonu tatillerinin Cuma ve Cumartesi günlerine tekabül ettiği Mısır’da normal koşullarda resmi daireler, müze vb. tarihi mekânlar 08.00 ila 17.00 arası hizmet veriyor. Ancak Ramazan hayatı her yönüyle etkiliyor ve toplumsal yaşama damgasını vuruyor.

Firavun Kulesi Piramitler

Artık piramitlere gidebiliriz. İşimizi bitirmiş olmanın verdiği heyecanla düşüyoruz yollara. Bulunduğumuz bölge Giza ve piramit sahası olarak biliniyor. Nitekim dünyanın yedi harikasından sayılan bu tarihi yapıların en önemli üç tanesi kabul edilen Mikerinos, Kefren ve Keops bu civarda yer alıyor. Yaklaşık 145 metre uzunluğundaki Keops Piramitinin en önemli özelliği günümüze kadar zarar görmeden ayakta kalabilmeyi başarmış olması. Tabanı kare şeklinde, dört eşit büyüklükte üçgen yüzeye sahip, köşelerin tepede tek bir noktada birleşmesiyle oluşan bu geometrik yapıların Firavunların mumyaları ile onların değerli hazinelerini ve dönemin eşsiz sanat eserlerini saklamak amacıyla yapıldığı tahmin ediliyor. Fakat bugüne kadar hiçbirisinin içerisinde herhangi bir mumya veya hazineye rastlanmamış olması bu ihtimali zayıflatıyor.

Bununla birlikte piramitlerin başlangıçta Mısırlı köleler tarafından yapıldığı düşünülmekteyken 1990 yılında tesadüfi bir olay neticesinde bu konuda farklı bir kanaat hasıl oluyor. Buna göre bir turistin bindiği atın ayağı çukura düşüyor ve bu çukur gizemli bir mahzene açılıyor. Burası piramit yapımında çalışan işçilerin ustabaşı olan kişinin mezarı. Kubbeli mezar olarak da bilinen mekân, duvarları işlemeli ve ihtişamlı bir yapıya sahip. Böylesine güzel bir mezarın işçi sınıfındaki birisine yapılması, çalışanların esir olmadığının göstergesi. Gündüzleri çalışan işçiler geceleri civar köylerde bulunan evlerine gidiyor. Daha sonra bölgede yapılan kazılarda 250’den fazla farklı mezar daha bulunuyor. Ustabaşının çevresindeki mezarlar seçkin işçilerin kabirleriyken diğer çalışanların mezarları biraz daha uzakta toplu halde bulunuyor. Diğer taraftan mezarların girişlerinde işçilerin statülerini gösteren hiyeroglif yazılara rastlanıyor. Bunlar “mezar inşaatı denetçisi”, “mezar inşaatı yöneticisi” gibi ibareler. Ayrıca bu mezarlarda işçilerin minyatür heykelleri ve sanat eserleri de yer alıyor. Yapılan kazılarda evler, fırınlar, çömlekler gibi birçok tarihi eser bulunurken duvarlardaki hiyerogliflerde nasıl ekmek yapıldığı ve içecek hazırlandığı gibi detaylar resmediliyor. Bu sayede dönemin sosyal ve toplumsal hayatı hakkında fikir edinmek de mümkün oluyor. Ne var ki işçilerin, piramitlerin sırrını bildikleri için yapım bittikten sonra öldürüldüklerine dair rivayetlere de şahit olunuyor.

Yaklaşık 200.000 işçinin çalıştığı bölgedeki iskeletler incelendiğinde omurgaların inanılmaz bir yüke maruz kaldığı ortaya çıkıyor. Bu durum taş taşıma işleminin güçlüğüne işaret ediyor. İddialara göre Giza piramitlerinde 15 milyondan fazla kireç taşı kullanılmış. Bu taşlar piramitlerden 300 metre uzaklıktaki bir taş ocağından çıkartılıyor ve yine burada kesilip işlenerek hazır hale getiriliyor. Kazılarda ayrıca bu bölgede taşların kesilmesi için gerekli olan oluklu platformlar bulunuyor. Yine dev bir taş ocağının enkazı ortaya çıkarılıyor. Daha da ilginci taş ocağından çıkartılan taş miktarı piramitlerde kullanılan sayı ile örtüşüyor. Öte yandan piramitlerin yapımında kullanılan taş rampaların kil ve kireç taşı tozunun karışımından oluşan bir çamurla sıvandığı tespit ediliyor. Bu yöntem çok dayanıklı ve sert bir yapı oluştururken, bu yapı ufak bir keski darbesiyle kolayca koparak çözülebiliyor. Taş ocağı bulunduğunda içinin bu rampanın enkazı ile dolu olduğu görülüyor.

Diğer taraftan 1954 yılında Keops piramidinin güney ucunda bir kubbe bulunuyor ve kalıntılar incelendiğinde burada bir geminin yatmakta olduğu anlaşılıyor Bu, Mısır Firavunu Keops’un gemisi. 13 sene süren yoğun çalışmanın sonucunda geminin tüm parçaları birleştiriliyor ve ortaya çıkan maket müzede sergileniyor. Her yıl milyonlarca kişinin ziyaret ettiği müzede tamamı sedir ağacından yapılmış dünyanın en eski gemisinin varlığına şahit olmak ziyaretçileri büyülüyor. Sonraki yıllarda diğer firavunlar için yapılmış bir kardeş gemi daha bulunuyor. Fakat bu gemi zarar görmemesi ve tarihi değerini kaybetmemesi için bulunduğu odadan çıkarılmıyor.

Keops: Matematik Bilmeyen Giremez

Tarihsel geçmişi MÖ 2600’lü yıllara dayanan Mısır piramitlerinin en anlaşılmaz yönlerinden birisi de nasıl inşa edildikleri. Nitekim her yönüyle mimarlık harikası olan bu yapıların sadece bir tanesini örneklemek bile insanları hayrete düşürmek için yeterli. Bu konuda Giza piramitlerinin en büyüğü olan ve günümüze kadar zarar görmeden ayakta duran Keops’a müracaat etmekte yarar var. Keops yirmi yıl içinde 150 metre yüksekliğe kadar kaldırılan her biri 2.5 ton ağırlığındaki 2.300.000 adet kireç taşı kullanılarak inşa edilmiş. Toplam ağırlığı 5.5 milyon ton olan bu taşların bu zaman zarfında dizilebilmesi için her iki buçuk dakikada bir taşın yerine oturtulmuş olması gerekmekte. Sadece bu husus bile mucize kabilinden bir hadisenin gerçekleştirildiği kanaatine varılması için yeterli. Hayranlık verici bir orantıya sahip bu yapı gizemini adeta taşların suskunluğuna bırakmış. 51° 51’ 14” eğimle dizilen bu taşlarda hassasiyetin binde bir oranında bile şaşması durumunda piramitin en tepede birleşemeyecek olması uzmanları dehşete düşürüyor. Günümüzde bu tarz ufak hatalar en seçkin yapılarda dahi makul bir tolerans olarak görülmekte. Ama bundan 4500 yıl önce inşa edilen piramitlerde tepe noktası kusursuzca birleştirilmiş ve bunun nasıl gerçekleştirildiği hâlâ gizemini koruyor.

Merak uyandırıcı diğer bir hususta milyonlarca taşın nasıl olup da 140 metreyi aşan yüksekliğe kaldırılmış olması. İddialara göre bunun için taş bloklardan yapılma büyük rampalar kullanılmış. Bu rampalar piramitin yakınına kurulmuş olan taş ocağından başlayarak piramite kadar devam eden ve düzenli olarak kesintisiz taş taşınmasını sağlayan bir yapıda inşa edilmiş. Aksi halde asla gerçekleştirilen süre içerisinde işi tamamlamak mümkün olamayacakmış. Fakat rampa piramit hacminin %65’i tamamlandıktan sonra 43 metre yüksekliğe ulaşabiliyormuş ve bu noktadan sonra ne kadar etkili olduğu tartışma konusuymuş. Çünkü piramitin tamamını bu rampa vasıtasıyla yapmak için 43 metreden 140 metreye yükselmek gerekiyormuş. Bu da kulenin toplam hacminin iki katı kadar daha taşa gerek duyulması demekmiş. Bu nedenle bu seviyeden sonra piramitin inşasına içeriden devam edilmiş.

Bir diğer önemli husus da piramitlerin iki aşamada inşa edildiğidir. Bunlardan birincisi piramitin diğeri ise kral odasının inşasıdır. Kral odası piramit tabanından 43 metre yukarıdadır. İçerisinde dış ortama açılan hava kanalları vardır. Bu oda tavanında 60 tonu aşan düz blokların kullanılmış olması açısından hayranlık uyandırıcıdır. Tanesi 15 ton olan bu taş blokların nasıl taşındığı ise, büyük galeri denen ve kralın odasına giden geniş yolda gizlidir. Bununla birlikte Keops piramiti geçmişten günümüze ulaşan serüveninde 10 metre kadar aşınmıştır. Özellikle son yirmi yılda bu geometrik yapılar geçtiğimiz dörtyüz seneden daha fazla hasar görmüştür. Gerek güneş ışınları gerekse de iklim koşulları piramitlerin varlığını her geçen gün daha fazla tehdit etmektedir.

Mısır’da halihazırda yüzden fazla piramit vardır ve Kur’an-ı Kerim’de bu mucizevi yapıların ham maddesinin ne olduğuna dair bilgiler bulunduğunu savunan İslam alimleri mevcuttur. Bu kanaati taşıyanların iddiasına göre Kasas Suresi 38. ayette geçen şu ifadeler piramitlerle alakalıdır: “Ey Haman! Haydi, benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki Musa’nın Tanrısına çıkayım; ama sanıyorum ki, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir.” Bu alimlerin ifadesine göre yapılan araştırmalar neticesinde piramitlerin inşaatında kullanılan taşlar çamurdan yapılmıştır. Ancak Firavunlar bunu bir sır olarak gizli tutmuşlardır. Fakat Yüce Allah gizli ve açık olan herşeyi bilendir. O, bu gerçeği, İlahi söz Kuran’ın doğruluğuna şahit ve delil olsun diye bize açıklamıştır.

Bu iddiaların doğruluğu tartışma konusu olmakla birlikte değişmeyen tek bir gerçek vardır ki o da piramit denen ve ucu adeta göğü delercesine gökyüzüne uzanan bu görkemli geometrik yapıların Mısır’ın tarihsel ve turistik gelişiminde çok önemli bir rol üstlendikleridir. İşte biz de bu tarihi gerçekliğin sırrına ermek ve gizemini keşfetmek üzere yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardından 11.00 sularında piramit vadisine ulaşıyoruz. Birden dün yaşadığımız macera geliyor aklıma tedirgin oluyorum. Lakin beni rahatsız eden husus başka. Bugüne kadar Mısır’da pek çok tarihi mekânı ziyaret etme fırsatını yakaladık ama hemen hepsinde de önemli sıkıntılar yaşadık. Benzer hadiselere bir kez daha şahit olma ihtimali beni fazlasıyla korkutuyor.

Bilet için kişi başı 80 paund ödeme yapıyoruz. Neyse ki ilk badireyi kazasız belasız atlatıyoruz. Ne var ki içeriye girer girmez olayların seyri değişiyor. Etrafımız sarılıyor; insanlar mal bulmuş mağribi gibi üzerimize saldırıyorlar. Bir yandan onları ekarte etmeye çalışıyor diğer yandan da tarihin derinliklerine dalmak istiyoruz. İşimiz çok zor bunu biliyoruz. Adeta savunmada kalıp kontrataklarla gole ulaşmaya çalışan bir takım hüviyetindeyiz. Nelere maruz kalıyoruz bir bilseniz. Heykeller, maketler, farklı türde taşlar ve sahte ziynet eşyaları pazarlayanların ardı arkası kesilmiyor. Havlu satmak isteyenlere bile rastlıyoruz. Yani bu olmazsa o kabilinden bir muameleye şahit oluyoruz. Daha da kötüsü ısrarların zamanla tehdite dönüşmesi. Aslında “hayır” cevabı verme şansınız yok. Ama biz imkânsızı deniyor ve sonuçlarına katlanmayı göze alarak her salvoyu cansiperane bir biçimde savuşturuyoruz. Ancak bu cüretkâr tavrın sonucunda ağır bir fatura ödemek var. Zira baskı, taciz ve şiddetin her türlüsü üzerimizde deneniyor. Hani biraz sıcakkanlı davransak ve geri adım atsak belki de gaspa bile uğrayacağız. Tuhaf olan ise bu hadiselerin Kahire’nin göbeğinde Mısır’ın en önemli turistik tesisinde cereyan ediyor olması. Ve maalesef bir Allah’ın kulu yaşananlara müdahale etmiyor; gerilimi yatıştırmaya çalışmıyor. Anlayacağınız son derece ciddi bir güvenlik zaafıyla karşı karşıyayız. Bizi haklamaya çalışan zavallı bir güruhun karşısında rüzgara kapılmış bir saman çöpü gibi aciz ve çaresisiz. Herşeye rağmen imkânsızı başarıyor, yaklaşık iki saatlik bir zaman zarfında olabildiğince hızlı bir biçimde gezimizi tamamlıyor ve otele dönüyoruz.

“Kalbin Atışı Kaderin Sesidir”

Hedefimizde artık Kahire müzesi ve Mehmet Ali Paşa Camii var. Müze, Tahrir meydanında bu vesileyle darbe taraftarlarının otağını da görme şansı elde edebileceğiz. Bugün hakkı gaspedilmiş mazlum halkların isyan ve haykırışlarıyla inleyen bu meydan, Mısır ziyaretimiz sırasında “baltacı” olarak tabir edilen aciz ve korkak istibdatçıların timsah gözyaşlarına boğuluyor. Odamızda hazırlıklarımızı tamamlayıp bir kez daha lobiye iniyoruz. Yeni bir tarif vakasına şahit olacağız. Zira müzeye nasıl ulaşacağımız konusunda herhangi bir fikrimiz yok. Bu konuda bize yardımcı olacaklarını düşünerek otelin ana giriş kapısının önünde pinekleyen turizm polislerine müracaat ediyoruz. Ne var ki sorumuz karşısında beklenmedik bir tepkiyle karşılaşıyoruz. Beyefendiler bölgedeki karışıklık nedeniyle müzenin kapalı olduğunu söylüyorlar. Daha da mühimi o bölgede bir yabancının dolaşmasının çok tehlikeli olduğunu başımıza her türlü felaketin gelebileceğini ve hatta tutuklanmaya varacak bir sonuçla karşılaşabileceğimizi belirtiyorlar. Geriliyor ve ürperiyorum. Bu anlamda yeni bir maceraya atılamayacak kadar yorgun ve dirençsizim. Neyse ki yoldaşım da benimle aynı kanaatleri paylaşıyor. Rotamızı değiştiriyoruz. Eski Kahire’ye gidip Selahaddin Kalesi ve Mehmet Ali Paşa Camii’ni ziyaret etmeye karar veriyoruz. Bu ziyaret için iki minübüs değiştirmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Mesafesi çok kısa olan birinci minibüse 0,5’ar paund ödüyoruz. Bir köprünün ayağında iniyor ve minibüs değiştiriyoruz. Bu sefer ki yolculuğun bedeli üç kat artıyor ve kişi başı 1,5 paunda çıkıyor. İşin gerçeği aklımız Tahrir’de ve müzede...Doğrusu bir tarihçi olarak Kahire’ye kadar gelip müzeyi gezmeden dönmek hiç işime gelmiyor. İşte tam bu noktada kader ağlarını örüyor ve fevkalade bir hadise cereyan ediyor. Minibüsümüz normal seyrinde yol alırken şiddetli bir gürültüyle irkiliyoruz. Neler olduğunu anlamak üzere apar topar aşağıya iniyoruz. Neyse ki mesele çok mühim değil: Sadece bir lastik patlaması... Ancak bu hadise planlarımızı altüst ediyor ve kararımızın bir kez daha değişmesine neden oluyor. İnternet vasıtasıyla Tahrir’e yakın bir bölgede bulunduğumuzu öğreniyoruz. Bizi kendisine adeta bir mıknatıs gibi çeken meydan ve müzeye kavuşmaya ramak kaldığını fark ediyor ve yeni hedefgahımıza doğru yola koyuluyoruz. Bir müddet yürüdükten sonra meydandan geçtiğini öğrendiğimiz bir otobüse biniyor ve saat 14.30 civarında müzenin dibine ulaşıyoruz.

Acı Üzerine Acı Ekmek Ne Acı

Halihazırda iki farklı heyecan ve duygu yaşıyoruz. Bir taraftan Mısır’da despotça bir siyasi hamlenin karargahı kabul edilen meydanın önünde bulunmanın acısını tadarken diğer taraftan da açık olmasını ümit ettiğimiz müzeyi gezebilme ihtimalinin coşkusunu taşıyoruz. Gerek meydan gerekse de müzenin çok ciddi bir biçimde korunduğu, en ufak bir ayrıntının bile askerin nazarında olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Daha da mühimi sayıları elliyi bulan tankların üzerindeki rütbeli rütbesiz askerlerin neredeyse tamamının Mısır’da pek çok kez şahit olduğumuz şekliyle Kur’an-ı Kerim okumaları... Namlusu halkına dönük bir ordunun işlediği cinayetleri din adına gerçekleştirdiğini iddia etmesi ve zorbalığını meşru kılma çabasının gerekçeleri belki de en iyi bu sahnelerle gözler önüne seriliyor.

Ne yazık ki meydana çok fazla sokulmamıza müsaade edilmiyor. Ancak yaklaşık 100 metrelik bir mesafeden darbe taraftarlarının çadırlarını görme fırsatını yakalıyoruz. Belli ki onlar şeytani emellerini gerçekleştirme mücadelesi verirken er yada geç kazdıkları kuyuya hapsolacaklarından habersiz bir biçimde sonlarını beklemekteler. Pek yakında öyle bir gün gelecek ki sayıları ancak yüzlerle ifade edilebilecek bu zavallı topluluğun çaresizliği ve içine düştüğü buhran mazlumların ahıyla daha da şiddetlenecek ve masum halkların gözyaşları onları boğacak: “Eğer bu Kur'ân ile dağlar yürütülseydi veya yer o Kur'ân'la parça parça edilseydi, ya da ölüler bu Kur'ân'la konuşturulsaydı, yine de bu Kur'ân'a inanmazlardı. Fakat bütün işlerin olup olmamasına karar verme gücü Allah'a aittir. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu. İnkâr edenler, Allah'ın va'di gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez. (Veya miadını şaşırmaz)” (Ra’d, 31).

Antik Mısır Hazinelerinin Sahibi: Kahire Müzesi

Güneşi bile gölgeleyecek heybet ve gösterişteki tankları aşıp müzenin kapısına ulaşıyoruz. Evet, müze açık ve ziyaretçilerini ağırlıyor. Bu durum bizi fazlasıyla sevindiriyor. Fazla zamanımız yok bu nedenle hızlı hareket etmeliyiz. Hiç vakit kaybetmeden 75’er paund ödeyip biletlerimizi alıyor ve kapıdan içeri giriyoruz. Müzeye fotoğraf makinesi sokmak yasak. Makinelerimizi otelde bırakarak bu konuda gerekli tedbiri almış bulunmaktayız. Bununla birlikte içeri girer girmez olağanüstü güvenlik önlemleriyle karşılaşıyoruz. Nitekim İskenderiye kütüphanesinde X-ray cihazına takılmadan rahatlıkla içeri sokmayı başardığımız çakımız bu sefer cihazın gözünden kaçmıyor ve başımıza dert oluyor. Neyse ki kapıdaki polisleri çakımızı avluda bulunan emanet bölümüne teslim etme konusunda ikna ediyoruz. Aksi takdirde müzeyi ziyaret etmeden geri dönme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız. Bu badireyi atlattıktan sonra bir kez daha kapıya yöneliyoruz. Bu sefer sorunsuz bir biçimde içeri girmeyi başarıyoruz. Ve nihayet kadim Mısır uygarlığının en görkemli koleksiyonunu barındıran ve sahip olduğu yaklaşık 120.000 eserle her yıl milyonlarca ziyaretçinin akınına uğrayan Kahire Müzesi’ndeyiz.

Müzenin tarihi 1835 yılına kadar uzanıyor. Bahsi geçen tarihte Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa eski dönemlere ait eserlerin ticaretini yasaklıyor ve Kahire’de Ezbekiye bahçesinde bulunan küçük bir binada bu yapıtların korunması için emir veriyor. Paşa’nın ölümünden sonra 1850 yılı itibariyle tarihi eser ticareti yeniden başlıyor. Hatta dönemin yöneticileri Ezbekiye bahçesinde toplanmış ürünlerin bazılarını prestijli konuklarına armağan etmeye başlıyorlar. Bir müddet sonra müze Kahire Kalesi’ndeki bir binaya taşınıyor. 1854 senesinde ise yapıtların tamamı Mısır Hidivi Abbas Paşa tarafından Avusturya Arşidükü Maximilian’a hediye ediliyor.

Takvim yaprakları 1858 yılını gösterdiğinde çok önemli bir gelişme yaşanıyor ve Fransız arkeolog Auguste Mariette tarafından, Said Paşa’nın da desteğiyle Nil kıyısındaki bir bina müze olarak tahsis ediliyor. Müze uzun uğraşıların sonucunda ancak 1863 tarihinde açılabiliyor. 1890 yılında ise müzedeki bütün eserler Giza'daki Hidiv İsmail Paşa'nın sarayına taşınıyor. Ne var ki sergilenen eser sayısının sürekli olarak artış göstermesi Auguste Mariette ve diğer Mısırbilimcileri daha büyük ve sabit bir müze binasının seçilmesi fikrine yönlendiriyor. Buna bağlı olarak da 1897 senesinde Tahrir meydanında Hidiv Abbas Hilmi Paşa ve arkeolog Gaston Maspero’nun gözetiminde bugünkü Kahire Müzesi’nin temelleri atılıyor. Neo-klasik mimari tarzda inşa edilen müzenin resmi açılışı 15 Kasım 1902 gerçekleştiriliyor.

Müzenin bahçesinde Fransız arkeolog Mariette’nin heykeli bulunmakta. Zira bahsi geçen arkeoloğun tarihi eserlerin yurt dışına çıkarılması ve yağmalanmasını engellemek için müzenin kuruluşunu sağladığına inanılıyor. Bir Fransız vatandaşının Mısır’ın menfaatini korumaya çalıştığına kanaat getirmek güç olsa da Mısırlılar vefa borçlarını Mariette’nin heykelini dikerek ve ölümünden sonra na’şını müzeye getirip mermer bir lahide gömerek ödüyorlar.

Bu müze Mısır antik dünyasının adeta kalbi durumunda. Firavun mumyaları özel bir bölümde sergileniyor. Ayrıca mumyaları görmek ekstra ücrete tabi. Oldukça karanlık olan bu kısımda birinci odada Ramsese, ikinci odada da Ramses’in karısı ve çocuklarına ait mumyalar bulunuyor. İkinci katta Tutankamun’un lahdi ile altın eşya ve mücevherlerini kapsayan yaklaşık 1700 parça eseri görmek mümkün. Tutankamun dokuz yaşında Firavun olmuş, ondokuz yaşında ise ölmüş. Ölümünden sonra kullanabilmesi için mezar içi çok zengin hazinelerle donatılmış. Tutankamun’un önemi mezarının yağmacıların elinden kurtulabilmiş olması. Bu yüzden de hem mezar içi hem de hazineler sağlam kalabilmiş. Kahire Müzesi’nin ikinci katı büyük oranda bu mezardan çıkan hazinelere ev sahipliği yapıyor.

Yaklaşık bir saatlik gezinin ardından görevlilerin uyarısı ile dışarı çıkmak zorunda kalıyoruz. Zira kapanış vakti geliyor. Ramazan ayında olmamız itibariyle paydos zamanı 15.30’a çekilmiş. Kurallara uyuyor ve müzeyi terk ediyoruz. Sırada Selahaddin Kalesi ve Mehmet Ali Paşa Camii var. Bir müddet Nil kenarında yürüdükten sonra bitkin düşüyoruz. Hava oldukça sıcak. Bu koşullarda yaya olarak hedefimize ulaşmamız pek mümkün görünmüyor. Önce minibüse binmeye karar veriyoruz. Ancak boş bir minibüs yakalayamıyoruz. Ardından aklımıza taksi çevirmek geliyor. Bu kararı hayata geçiriyor ve gözümüze kestirdiğimiz bir taksiyi durduruyoruz. 15 dakikalık yolculuğumuz için 20 paund ödüyoruz. Ve nihayet eski Kahire’deyiz. Bölgede Memlük Hanedanlığı ve Osmanlı dönemine ait pek çok tarihi yapı var. Bunlara kısaca göz attıktan sonra durak noktamıza ulaşıyoruz. Ama kapıda bizi bir sürpriz bekliyor. Polis geçişimizi engelliyor. Zira burası da tıpkı Mısır’daki diğer tarihi mekânlar gibi sabah 09.00 ila 16.00 arası ziyarete açık. Dolayısıyla da elimiz boş otelimize geri dönmek zorunda kalıyoruz.

(Bitti)

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum