1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Cemal Kaşıkçı’nın Katilleri İçin Çember Daralırken
Cemal Kaşıkçı’nın Katilleri İçin Çember Daralırken

Cemal Kaşıkçı’nın Katilleri İçin Çember Daralırken

Yasin Aktay, Yeni Şafak’taki köşesinde Cemal Kaşıkçı cinayetinde yaşanan son gelişmeleri değerlendirmiş.

20 Ekim 2018 Cumartesi 14:01A+A-

Yasin Aktay’ın konuyla alakalı yazısı (20 Ekim 2018) şöyle:

Kaşıkçı’nın Katilleri İçin Çember Daralırken

Cemal Kaşıkçı’ya İstanbul’da yapılan operasyonun, bu operasyona katılanların kimlikleri ve faaliyetleriyle ilgili detaylar gün geçtikçe ortaya çıkıyor. Daha çok detayın ortaya çıkacağı da şimdiye kadar çıkanlardan anlaşılıyor.

Dostumuz Kemal Öztürk çok haklı olarak kalleşçe ve hunharca katledilen değerli dostumuz Kaşıkçı’yla ilgili haberlerin veriliş biçimine itiraz ediyor. Öldürülenin kimliğinin “bir muhalif gazeteci” olarak geçiştirilmesinin, cinayetle ilgili aşırı detaylar üzerinde durulmasının, öldürülme biçimi ve öldürülme anı üzerindeki aşırı ilginin, maktulün arkasındaki o büyük şahsiyeti, o insani durumu ve hikayeyi gözardı etmeye yol açtığını söylüyor.

Neticede ortada son derece insani bir hikaye var. Kendi ülkesinden uzakta bir izdivaç gerçekleştirmeye çalışan birinin kendi ülkesinin konsolosluğuna tedirgin gidişi var. Düşüncesiyle, şahsiyetiyle, insani ilişkileriyle, nezaketi, zarafeti ve asaletiyle dev gibi bir insan var.

Son derece zeki, entelektüel, analitik bir kafaya sahip bir siyaset uzmanı, aynı zamanda dünyayı, bölgeyi, Türkiye’yi ve Suudi Arabistan devletini çok iyi bilen bir insan ama bu insanın bütün bu bilgileri ve vizyonu kendi evlilik sürecini tamamlayabilmek için kendi ülkesinin konsolosluğunun vereceği basit bir evrakı almaya giderken tamamen devre dışı kalıyor.

Kendi ülkesinin kendisine bu veya buna benzer bir şeyi, hem de Türkiye’de, asla yapamayacağına duyduğu bir güven var. Bu güveni dört gün önce (28 Eylül günü) test etmiş zaten. O yüzden ikinci randevuya daha da rahat gidiyor.

Şimdi burada duralım ve olay gününden beri bu olay üzerinden geliştirilen senaryolara bir bakalım isterseniz.. Bir mecliste bu olayı bu şekilde anlattığımda “ne yani herşey bu kadar basit mi yani?” diye birini alaycı ve çok bilmiş sorusu tam da Öztürk’ü rahatsız eden noktanın gereğinden fazla ihmal edildiğinde bizi gerçekler aleminden ne kadar da kopardığını hissettim.

Bu sorunun zımnen varsaydığı şey şuydu: Devletler hiçbir zaman hiçbir şeyi öyle basit, hesapsız, plansız, stratejisiz yapmazlar. Herşey önceden, hatta çok önceden planlanmıştır. Bu olay içinde kendisine ölüm yazılmamış olsa belki kendisinin de komplonun bir parçası olduğu düşünülecektir.

Oysa devletlere atfettiğimiz aşırı zeka veya stratejik akıl da bazen gerçeklerden çok kopuk olabiliyor. Gerçekler bazen zannettiğimizden çok daha fazla basit olabiliyor.

Bizim kafamızda devletlerin davranışları için çizdiğimiz imajdan o devletlerin haberleri bile olmayabiliyor. O yüzden devletler hakkındaki efsaneler “şeyh uçmaz, mürit uçurur” kabilinden şeylerdir.

Neticede devletleri de insanlar yönetir ve o insanların becerileri, sorumluluk anlayışları, ciddiyetlerinden de etkilenirler. Üstelik bazen devletler, hele büyük devletler, çok daha az sayıda bir grubun, hatta bir bireyin organize olabilme yeteneğinden daha azına sahip olabiliyorlar. Bürokrasiyi az çok bilenler ne demek istediğimizi çok iyi anlarlar.

Olayı “15 kişinin göstere göstere gelip bir cinayet işlemesi” diye hikaye etmeye başlarsanız, olayın içinde sadece pespayelik ve acemilik görürsünüz. Oysa muhtemelen birçok faili meçhul cinayet başka türlü işlenmemiştir. Daha önce arkadaki pespayeliği gösterecek büyük bir iz veya sıcak takibi mümkün kılacak bir ipucu bırakılmamış olması başka bir çok olayı bugün takip etmemizi imkansız kılıyor ve faillerini efsaneleştirmemizi sağlıyor.

Bu cinayette de kritik ismin veya sıcak takibi mümkün kılan şahsın Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz olduğu çok açık. Olay günü Cengiz, Kaşıkçı’yı konsolosluk dışında bekliyor olmasa ve onun çıkışını bir türlü göremediği bilgisini sıcağı sıcağına aktarmış olmasa bugün muhtemelen Kaşıkçı’nın nerede kaybolduğunu Türkiye kazan istihbarat kepçe arıyor olacaktık. Akla konsolosluk ya hiç gelmezdi veya gelse de oraya doğru bir soruşturmayı uzatmak çok da mümkün olmazdı.

Bir de şu Agatha Christie akıllarıyla yürütülen komplo teorileri var ya: Cinayet en çok kimin işine yaramışsa cinayeti o işlemiştir. Buradan yola çıkarak bugün bu cinayetten en çok zarar görenin o olması dolayısıyla bu işin S. Arabistan’a karşı bir komplo olduğu sonucunu çıkaranlar var. S. Arabistan medyası bu akılla önüne gelene saldırıyor. Bir Türkiye’yi, bir Katar’ı, bir İran’ı suçluyor.

Savunma telaşı içinde ne dediğini bilmez vaziyetteki Suud medyasının bu akıl yürütmeye prim vermesini anlayabiliyoruz da Türkiye’den de sırf “hiçbir şey bu kadar basit olamaz” diyerek ciddi ciddi bu işte akıl yürütmeye çalışanlar var.

Ne yani? S. Arabistan Veliahtının emrinde çalışmakta olan her düzeyden 15 kişiyi, yine S. Arabistan Veliahtının hizmetindeki iki uçağa doldurup S. Arabistan konsolosluğuna Kaşıkçı’nın bulunduğu saati hedef alarak Katar, İran, Türkiye veya ABD mi getirtti? Bu nasıl bir akıldır?

Tabi bu cinayet romanlarının etkisindeki akıl yürütmenin ihmal ettiği çok basit bir gerçek var. Suçüstü durumunda, yani olayın açıklanmasıyla ilgili bir boşluk yoksa bu mantık işlemediği gibi oldukça münasebetsiz de kaçar.

Bir kazanç elde etmeyi uman katiller, yakalanacaklarını bilseler zaten cinayete girişmezler. Enselendiklerinde ise cinayetten kazanmayı umduklarının çok çok daha fazlasını kaybetmek durumunda kalırlar. Bu durumda Agatha Christie’den rol çalıp da komplo çözümlemelerine girenler hayal dünyalarında oyalanmaya devam etsinler.

Büyük kazanç umarak bu işe girişen katiller içinse çember daraldıkça daralıyor. Yakalanmaları an meselesi.

Yakalandıklarında kaybedeceklerinin haddi hesabı yok. Kaşıkçı’nın kanına bulaşan elleri kırılmış olacak. Onu katletmeyi akıllarından geçirdikleri âna lanet okuyacaklar.

HABERE YORUM KAT