1. YAZARLAR

  2. M. Şükrü Hanioğlu

  3. Çare "Fabrika Ayarlarına" Dönüş mü?
M. Şükrü Hanioğlu

M. Şükrü Hanioğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Çare "Fabrika Ayarlarına" Dönüş mü?

04 Eylül 2016 Pazar 06:15A+A-

Yapay bir kavram olan “Ortadoğu”yu coğrafyamızda yaşanan insanî trajedilerin sorumlusu bir özne haline getirmek, bizim açımızdan hayatî önem taşıyan bir mücadeleyi “kalleş bir kültürün vahşiliği”ne indirgeme anlamına gelir.

Türkiye'nin ait olmadığı bir bölgenin sorunlarından gereksiz yere etkilendiği, "bulaşmaması" gereken bir "bataklık"a rızası hilafına sokulduğunu iddia eden çevreler, onun bir bölgesel güç olarak, coğrafyasının yeni "status quo"sunun belirlendiği mücadelenin dışında kalmasının imkânsızlığını kabullenmek zorunda kalmışlardır.
Bu yalın tespitin dile getirilmesini "Ortadoğu bataklığı"na bulaşma olarak gören bu kesimler, gelinen noktada, söz konusu sürecin dışında kalabilmenin "Türkiye'nin ihtiyarında olmadığı" gerçeği ile kavga etmeyi bir kenara bırakmışlardır.

Homo medio orientalis

Buna karşılık söz konusu tezleri ileri sürerek, Türkiye'nin coğrafyasında yaşanan gelişmelere sırtını dönebileceğini savunmuş olan yarı literati, şimdi de bir "günah keçisi" yaratarak oynanan "büyük oyun"u perdeleme ve yaşananları "kalleş bir kültür"ün "vahşet"ine indirgeme gayreti sergilemektedir.

Bu yaklaşıma göre "Ortadoğu," bizatihi "Ortadoğu olması nedeniyle," çocuk intihar bombacıları yetiştiren "kalleş bir kültür" üretmekte; bu, ahlâkî boyuttan bütünüyle yoksun bir savaşı tetiklemekte, söz konusu kültürle ilintisi olmayan Türkiye ise istemeyerek de olsa beka endişesiyle bu "bataklık"a girmek zorunda kalmaktadır.

Özcü karakteri güçlü, ırkçı tonları kuvvetli bu yaklaşım Avrupa merkezli (Eurocentric), "yapay" bir kavram olan "Ortadoğu"yu "kültür üreticisi" bir özne ve sorunların aslî nedeni olan bir "günah keçisi" haline getirmektedir.

Bu sığlıktaki tahliller, on dokuzuncu asır sosyolojisinin yaygın biçimde yaptığı gibi "coğrafya"nın da ötesinde Avrupa'ya göre "konum" çerçevesinde üretilen bütünüyle "yapay" alanların toplumların kültür ve karakterini belirlediğini savunmaktadır. Bu ise "vahşi, ilkel, saldırgan" ve diğer coğrafyalarda görülmeyen, özgün bir "Homo Medio Orientalis"in varlığını ileri süren yaklaşımların şekillenmesine neden olmaktadır.
Daha sonra yerine "Ortadoğu (Middle East)" kelimesi ikame olunan "Yakın Doğu (Near East)" on dokuzuncu asrın ortalarında İngiliz siyaset ve entelektüel çevreleri tarafından yaratılarak diğer dillere (Türkçe'ye önce Şark-ı Karîb daha sonra da Ortadoğu olarak) geçen, bütünüyle "yapay" bir kavramsallaştırmadır. Bunun yapılmasıyla, o döneme kadar geniş ancak daha muğlâk bir bölgeye atıfta bulunan "Orient (Doğu)" kavramının yerini "Yakın Doğu" ve "Uzak Doğu (Far East)" olarak ayrılan iki "sanal" alan almıştır.

Avrupa entelektüel mehâfilinde yaratılan, sınırları akışkan bir kavramı özneleştirerek, onun "içinde" yaşayanlara özgün bir "kültür" aşıladığını ve farklı bir "insan tipi yarattığı"nı savunmanın anlamsızlığı ortadadır. Coğrafyamızda yaşanan sorunları "onları doğurduğu gerekçesiyle" bu "kültür"e lânet okuyarak çözmeye çalışmak ise bu anlamsızlığı bir kademe ileriye taşımaktadır.

Ortadoğu, onun ürettiği "Homo medio orientalis" prototipi ve "Ortadoğululaştırma," Avrupa entelektüel çevrelerinin on dokuzuncu asırda ürettiği "Balkanlar," "HomoBalcanicus" ve "Balkanlaştırma" kavramları gibi çarpıcı, ancak tahlil aracı olma niteliğinden fazlasıyla yoksun "Öteki"leştirmelerdir.

Maria Todorova'nın da işaret ettiği gibi "Balkanlar" kavramsallaştırması bir "Oryantalizm" biçimi olma dışında özelliklere de sahiptir. Buna karşılık, on dokuzuncu asır sonu dünyasının çözülmesi en zor görülen sorunu olan Makedonya'nın paylaşımı mücadelesinin tırmandırdığı bu "Öteki"leştirme de Avrupa'nın "medenî bölümü" ile benzerlik göstermeyen "ilkel, vahşi ve saldırgan" bir "kültür"ü açıklamaya gayret etmiştir.

Bu yapılırken de Slav, Yunan ve Ulah "komiteci"lerin, Arnavut "kacakëve"lerin, Türk "başıbozuk"ların, "medenî Avrupalılar"ın anlaması mümkün olmayan "vahşet"ini açıklamanın tek yolunun "Balkanlar" adı verilen alanın yarattığı "özgün kültür" ile onun ürünü "Balkanlı zihniyeti"ni kavramak olduğu düşünülmüştür.

Yapay olarak üretilen bir alanın "zihniyet" ürettiği, onun da "vahşet" yarattığı (Robert Kaplan benzeri literatinin bir adım daha ileri götürerek savundukları, Hitler ve Nazi ideolojisinin de bu 'Balkanlı zihniyeti'nden türediği) tezi, Paschalis Kitromilides'in de vurguladığı gibi abartılı bir indirgemeciliği yansıtmaktadır. Günümüzde benzer tezleri "Ortadoğu" için ileri sürmek de benzer sorunları beraberinde getirmektedir.

Olanı anlamaya çalışmak 

Yüz yıl önce dayatılmış, suni bir "status quo"nun değişim sancılarını yaşayan, farklı devlet,topluluk ve kimliklerin yaşamsal mücadeleye giriştiği coğrafyamızda aktör, ittifak ve koşulların sürekli biçimde değiştiği bir "büyük savaşım" yaşanmaktadır.

Mücadelenin kapsamı, aktörlerin çeşitliliği, kimliklerin korunma içgüdüsü, risklerin yüksekliği ve değişik bölgelerde çatışmanın aşırı güç ve teknoloji farkı nedeniyle "asimetrik" nitelik kazanması, onun biçim ve karakteri üzerinde önemli tesirler icra etmektedir. Ancak tiksinti verici yöntemlere odaklanarak "büyük oyun"u arka plana itmeye çalışmak ciddî bir indirgemecilik olmanın yanı sıra neticeleri "nedenselleştirmek" anlamına da gelmektedir.

Benzer bir yaşamsal savaş verilerek yeni sınırların çizildiği Makedonya'da yirminci yüzyılın ilk yıllarında tırmanan "vahşet"in Balkan dağlarının yarattığı "kültür"den kaynaklanmaması gibi günümüz "Ortadoğusu"nda yaşanan insanî trajediler de "bölge değerleri" tarafından üretilmemektedir.

Balkanlar'da bâzı toplumların ödedikleri büyük bedeller çerçevesinde yaratılan yeni "status quo," Bosna, Kosova benzeri artçı çatışmalar dışında bir "düzen" yaratmış, "Balkanlılar"ı birbirlerini "boğazlamak dışında" amacı olmayan "vahşi"ler biçiminde kavramsallaştırmanın anlamsızlığı anlaşılmıştır.

Büyük insanî; trajediler sonrasında ve yakın olmayan bir gelecekte coğrafyamızın yeni "status quo"su belirlendiği, bu da aktörlerin çoğunluğu tarafından "ehven-i şerreyn" bulunduğunda, yarı literatimizin ötekileştirdiği "Ortadoğulu"ların da "vahşi"liği sürdürmeyeceği, "sanal bir bölge"nin de hunharlık üretmeyeceği görülecektir.
Dolayısıyla coğrafyamızdaki gelişmeleri anlamak ve dışında kalmamızın "ihtiyarımızda olmadığı" bir süreçte izleyeceğimiz siyasetleri tartışmak yerine bir coğrafyaya "lânet okuyarak" son derece çetrefil, çok yönlü ve aktörlü bir sorunu "kültürel vahşet"e indirgemekten kaçınmak, "neticeler"i nedenselleştirmemek gereklidir.

Irkçı tonları yüksek böylesi yaklaşımlar yerine soğukkanlı tahlillerin yapılması, "yukarıdan bakarak lânet okumanın" parçası olduğumuz gerçeğini değiştirmediği bir coğrafyadaki geleceğimizin belirlenmesinde daha yararlı katkılar sağlayacaktır.

SABAH

YAZIYA YORUM KAT