1. YAZARLAR

  2. Abdullah Yıldız

  3. Çağın Ebreheleri ve Fil Orduları
Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Yazarın Tüm Yazıları >

Çağın Ebreheleri ve Fil Orduları

11 Aralık 2012 Salı 00:12A+A-

Namazlarımızda, Fatiha’dan sonra zammı sure olarak Fil suresinden (Elem-tere) başlayıp aşağısına doğru (Kureyş, Mâun, Kevser…) kısa sureleri okumak genel âdetimizdir. Fil suresinin anlamı ise şudur:“Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla. Görmedin/düşünmedin mi, Rabbin fil sahiplerine ne yaptı? Onların 'tasarladıkları planlarını' boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını gönderdi. Onlara 'pişirilip-sertleştirilmiş balçık taşları' atıyorlardı; sonunda onları, yenik ekin yaprağı gibi kıldı.”

Surenin adı "ashab-ı fil"den gelir. Yemen'e hâkim olan Hıristiyan Habeşistan devletinin bölge valisi Ebrehe, Bizans ve müttefiki Habeşistan’ın planları doğrultusunda Arabistan'da Hıristiyanlığı yaymak ve bölge ticaretini ele geçirmek için başkent Sana'da büyük bir kilise yaptırmış ve Arapların hac için Kâbe yerine bu kiliseye gelmelerini sağlamak için de Kâbe'yi yıkmayı istemişti. M.570'de 60 bin asker ve 13 fille Mekke'ye yürüdü. Öncü birlikler bazı hayvanları yakalayıp getirdiler. Bunların 200’ü Efendimizin dedesi Abdulmuttalib'e aitti. Abdulmuttalib Ebrehe’nin yanına gitti ve ona:

-"Adamlarının sana getirdiği develerimi geri isterim" dedi. Ebrehe bunu duyunca şöyle konuştu:

-"Seni görünce çok etkilenmiştim. Ama bu sözü duyunca gözümden düştün. Biz, atalarınızın dinî merkezi olan bu evi yıkmak için geldik, sen ise bunu hiç düşünmüyorsun da develerini geri istiyorsun."

Abdulmuttalib’in bu ifadeler karşısındaki cevabı gerçekten muhteşemdi:

-"Ben yalnız develerin sahibiyim ve ancak onlar için talepte bulunabilirim. Bu eve gelince, O'nun bir Rabbi var ve O, bu evi (Kâbe’yi) koruyacaktır."

Bunu söyledikten sonra Ebrehe'nin yanından kalktı. Ebrehe de ona develerini geri verdi.

Abdulmuttalib Kureyşlileri toplayarak çocuklarını alıp dağlara çekilmelerini, böylece katliamdan kurtulmalarını söyledi. Kureyş'in ileri gelenleri Harem-i Şerif'e gittiler ve Ka'be'nin kapılarını tutarak Allah'a, yalnızca Allah’a, kendi evini ve hizmetkârlarını koruması için yürekten dua ettiler…

Ebrehe Mekke'ye girmek üzere hareket etti. Ama onun en öndeki özel fili olan Mahmud birdenbire oturdu. Fili harekete geçirmek için o kadar kamçıladılar ki fil yaralandı ama yine de kalkmadı. O sırada sürü sürü kuşlar gaga ve pençelerinde küçücük taşlarla geldiler ve Ebrehe ordusu üzerine yağmur gibi taş yağdırdılar. Askerler bir anda perişan oldular. (Taşların bedenleri hemen çürütmeye başladığı, bunun çiçek hastalığı olduğu ve Arap ülkelerinde ilk kez o gün görüldüğü, taş kime dokunsa onda kaşınma başlayıp eti döküldüğü, kemikleri dışarı çıktığı, su gibi kan akmaya başladığı rivayet edilir.) Ebrehe de aynı akıbete uğradı. Askerleri telaş içinde Yemen'e doğru kaçarlarken yollarda öldüler…

Bu büyük olay, tüm Araplar arasında meşhur oldu ve Allah'ın bir mucizesi olarak kabul edildi. O yıla “Fil Yılı” dendi. Bu olaydan 50 gün sonra Rasûlüllah (s) doğdu. Tarihçiler, fil olayının Muharrem ayında olduğu, Rasûlüllah'ın (s) ise Rebiülevvel'de doğduğunda müttefiktirler. (Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’ân)

Fil olayı Araplarca bilindiği için, surede sadece fil ordusunun uğradığı azaba işaret edilerek, özelde Kureyş’in, genelde Arapların ve tüm insanlığın bu olaydan ibret alarak yalnızca Allah'a kulluk etmeleri, eğer hak davete karşı çıkarlarsa ashab-ı fil'in helâki gibi, ilahi azabın onları da yok edeceği zikredildi.

Peki biz namazlarımızda, bu tarihi olayı hatırlatan Fil suresini niçin okuyoruz? ‘Elem tere: görmedin mi?’ hitabına, fil olayını kendi gözleriyle görmüş gibi kesin olarak bilenler kadar, aynen gözlerimizle görür gibi inanan bizler de muhatap değil miyiz? Elbette, Fil suresinin nazil olduğu Mekke devrinden beri inanan-inanmayan tüm insanlar bu ihtarın muhatabı olduğu gibi Kıyamete kadar da olacaklardır.

Allah Teâlâ Ebrehe’nin kötü plânlarını ve tuzaklarını nasıl boşa çıkarmış ve Fil ordusunu başarısız kılmışsa, her çağın Ebrehelerini ve fil ordularını da başarısızlığa uğratmıştır ve uğratacaktır. Arapçada "ebabil", çeşitli yönlerden gelen sürüler anlamındadır. Rivayetlerde; bu sürüler halindeki kuşların ya da uçuşan varlıkların daha önce de, daha sonra da hiç görülmedikleri, her bir kuşun gagasında bir taş, pençelerinde ise iki taş olduğu ve askerlerin üzerine yağmur gibi taş yağdırdıkları belirtilir. Kuşku yok ki, “göklerin ve yerin orduları Allah’ındır” (Fetih 48/4, 7) ve Allah dilediği anda bu orduları harekete geçirip zalimlere hadlerini bildirir. Dolayısıyla, uçuşan sürülerin/ebabilin mahiyetini tartışmak anlamsızdır.

İmdi, biz müminlerin Fil suresini, bugün Kâbe’yi değilse de mübarek ve mukaddes Mescid-i Aksâ’yı yıkma plânları yapan çağın Ebrehelerine ve “fil ordularına” karşı, Kahhâr olan Allah’ın “göklerdeki ve yerdeki ordularını” yardıma çağırma niyazıyla namazlarımızda daha bir yürekten okumalı değil miyiz? Bu sureyi, vahye sırt çeviren seküler çağın inkârcılarına daha yürekten haykırmalı değil miyiz? Çağın Ebrehe ordularını yere serecek ‘tayran ebâbîl’ için siccîl’den taşlar/mermiler hazırlamalı değil miyiz?

Fil sûresini yürekten okuyup gereğini yapan Gazzelilere gelen ilahi nusreti, görüp-düşünmedin mi?

YENİ AKİT

YAZIYA YORUM KAT