1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Bu ordu, kime ve neye karşı bir savunma gücüdür?
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Bu ordu, kime ve neye karşı bir savunma gücüdür?

27 Ağustos 2011 Cumartesi 00:20A+A-

[email protected]

Bir önceki yazının son bölümünde, mustafî / istifa etmiş Org. Koşaner’in ses kaydına değinilirken, henüz tamamı açıklanamayan bir bölümde yer alan bazı konulara anahatlarıyla değinmiş ve, Genelkurmay eski Başkanı em. Org. Işık Koşaner’e aid olduğunda hemen hiç kimsenin şübhe etmediği bu ses kaydında, daha neler-neler yok ki..

’Asker-Polis ilişkisinde gerekirse ortalığı ayağa kaldırırız.. / Hukuka ne kadar saygılı olacağız? Biz enayi miyiz? / Erler, subayların  özel işlerinde kullanılıyor, kimi itini gezdiriyor, kimi evini boyatıyor.. /  Astlar, Genelkurmay’a yalan söylüyor.. / Ergenekon ve Balyoz dâvalarındaki itiraflar ve sorumluluğun kimde olduğu, / OYAK için verilen mücadele ve niçin vergi vermek istemedikleri, / Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ((AYİM)’in neden kalkmaması gerektiği,/ Sayıştay’ın askerî harcamaları kontrol etmeye başlaması ve artık paraların daha dikkatli kullanılması,/ TKS’nın kanun ve yönetmeliklerin dışına çıkılmasını bir yol haline dönüştürdükleri ve bunun hep böyle devam edeceğini zannettikleri..’ vs.. konularda yaptığı değerlendirmelerin herbirisi de, gerçekten de ibretlik..’ demiştim..

Şimdi, bu ikinci bölüme aid ses kayıdları da bütünüyle açıklandı..

Hâlâ, ’Koşaner’e aid olduğu ileri sürülen ses kayıdında...’ diye duyuruluyor bu sözler, ama, Koşaner’den bir reddiye de yok. Onun ses tonunu bilenler de, bu kadar uzuuun bir konuşmanın başka birisince taklid edilemiyeceğini ve ayrıca, dile getirilen konularda bir başkasının o kadar derin vukûfiyetle konuşmasının neredeyse imkânsız olduğunu da belirtiyorlar.. Kaldı ki, bir yerde bizzat kendisi de ismini telaffuz ediyor, ’Ben Işık Koşaner olarak..’ diye..

Ve amma, Işık Koşaner, günlerdir tek kelime etmiyor, ’O ses bana aid değil..’ diye..

MHP Lideri Bahçeli ise, konuya hâlâ, ’devlet mahremiyetinin kalmadığı’ açısından yaklaşıyor.

Elbette bu da doğru, ama, ortaya çıkan -Koşaner’in deyimiyle- bu ’kepazelik’ler, gizli kalsaydı, daha mı iyiydi?

Başbakan Yard. Bekir Bozdağ ise, bir tv. ’Özel bir görüşmenin bu gibi, kanundışı yollarla dinlenmesinin iyiniyetten uzak olduğunu’ dile getirmekle yetiniyordu..

Halbuki, ortada bir özel konuşma yok..  Anlaşıldığına göre, en yüksek askerî toplantılardan birinde, bir Genelkurmay Başkanı, başında bulunduğu ve ülkenin en önemli ve hassas kurumunun en mahrem konuları, diğer komutanlarla paylaşıyor..

Bu konuşmanın böylesine, ordu içindeki çürümüşlüğü itiraf  şeklinde değil de, ’bir savaş öncesi kriz veya direkt savaş’ durumunda, karşı tarafa uygulanacak taktik ve stratejilerin ele alındığı, tartışıldığı bir toplantıda yapılmış olduğu tasavvur edilsin..

O zaman, ortaya çıkacak fecaatin dehşetli boyutları tasavvur ve tahayyül olunabilir mi?

*

İnsanın kanını donduracak beyanlar..

Çünkü, bunlar TSK’nın en üst kademesindeki bir Orgeneral’e aid..

Şimdi...

Külahı önümüze koyup derin derin düşünelim..

Bir ordu, niçin,  kim tarafından, kime karşı bir savunma veya savaş mekanizması olarak oluşturulur?

Bu soruyu sormak bile abes sayılabilir..

Çünkü, bir ordu, bir halk tarafından, ülkelerinin ve hayat haklarının namus ve haysiyetlerinin ve bütün maddî ve manevî değerlerinin korunması için oluşturulur..

Ordusuz, savunma gücüne sahib olmaksızın, bir dünyada yaşamak belki güzel bir hayal olarak tasavvur edilebilir, ama, bu bir ütopyadan başka bir şey değildir..

Geçmişteki, hani o çok övünülen geçmişteki, ’Yeniçeri uygulaması’nı hatırlayalım..

Devletin güçlü olduğu zamanlarda müthiş bir savaş gücü olan bu ocak,  Osmanlı’nın geri kaldığı dönemlerde, ’kılıçlarını, namlularını kendi halkının sinesine çevirmesi’ gibi dehşetli  duruma gelmemiş midir?

Onun için, devamlı, ’Yeniçeri Hastalığı’ndan sözediyoruz, bu sütunlarda..

Bu hastalık, bugün de devam etmektedir, her ne kadar Yeniçeri Ocağı 1826’da kaldırılmış olsa bile, Yeniçeriliğin, za’fiyet dönemlerinde daha bir sınır tanımaz noktalara ulaşan o kanun tanımaz zihniyeti sürmektedir.. Yani, Yeniçeri Ocağı ve zihniyeti, ismen, şeklen ve hukuken yok ise de, fiilen bütün çürümüşlüğüyle karşımızda sırıtmakta, dişlerini göstermektedir.

Sadece son 50 yılda  başarıya ulaşmış 4 askerî darbeyi (27 Mayıs 60, 12 Mart 71, 12 Eylûl 80, 28 Şubat 97) yaşayan bir ülkedeki hastalığın bu mahiyeti kavranılmazsa, konu anlaşılamaz.. Ki, hatırlayalım, 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinde, en baştaki Genelkurmay Başkanı’ndan dönemin en hızlı orgenerallerine kadar niceleri, ’28 Şubat, yeni bir şey değildir, 1923’den beri hep vardı..’ demekteydiler..

Halbuki, o kadar da değil..

Daha gerilere gidilmeliydi.. Bütün asırlarımız, hep kılıç ve altın (zor ve zer)’a dayalı bir siyasî entrika, Hz. Ali’nin şehadetiyle noktalanan ve egemenliğini ilan eden zorbalık, sonraki bütün tarihimiz boyunca milletimizin, İslam Milleti’nin ensesinde, tahakkümünü asırlarca sürdürmemiş midir? (Bir takım sultanlar diğerlerinden daha iyi ve âdil olmuşlarsa, onlar, sistemin temizlemez, bu durum onların şahsî seciyelerindeki üstünlükten kaynaklanmış istisnaî durumdu.. Bugün de, iktidarda bulunanların, geçmiştekilere nisbetle daha kabul edilebilir bir durumda olmaları, mevcud rejimin geçmiş 90 yılının kabul edilebilir olduğu mânasında anlaşılmamalıdır.. Çünkü, sistem temelinden bozuktur.. Ve,  baştan bozuk olan, zamanla düzelmez..)   

*

Koşaner yargılanmalı; ama, ’suç örgütü’nün çözülmesine hizmet ettiğinden ’Pişmanlık Yasası’ndan faydalanmalı..

Evet, gizli bir el tarafından internetlere servis olunan ses kayıtlarında Koşaner’in, "Hatalar yaptık. Yasa ve yönetmeliğin dışında hareket ettik. Hep böyle olacak zannettik" sözleri dikkat çekiyor.

Hatırlanacağı üzere, kayıtların ilk bölümünde, ’Terörle mücadelede hata, ihmal ve zafiyetlerin olduğunu’ itiraf eden Org. Koşaner, eğitimi zaafı nedeniyle “Kendi askerimizi alnından vurduk” diyordu. Bu ses kayıtlarının devamı ise, birincisinden de daha bir dehşet vericici.. Çünkü, ilk bölümde çoğu eğitimle giderilebilecek zaaflar itiraf olunuyordu.. Bu ikinci bölümde ise, TSK’nın nasıl bir çürümüşlük içine düştüğünün itirafı vardı..

Hani insana, M. Türköne’nin, aylarca önce, Zaman’da kaleme aldığı ve ’TSK  da, Yeniçeri Ocağı gibi kaldırılmalı ve yeni bir ordu kurulmalıdır..’  şeklindeki görüşlerini kaleme aldığı bir makaledeki görüşleri çağrıştıran bir durum..

İnternetlerde, video paylaşım sitelerinde yer alan konuşmada Koşaner’in söyledikleri, -geniş bir özetlemeyle- şöyle:

POLİS-ASKER İLİŞKİSİ: “GEREKİRSE ORTALIĞI AYAĞA KALDIRIRIZ”

’Polisin askeri tutuklaması gücümüze gidiyor, ama bizimkiler (yani, askerler) suçlarını örtbas etmek için asker olduğunu söylemiyor, sonra karakolda söylüyor.

Bir askerî şahıs bir suçtan dolayı polis bölgesinde polisle muhatab olduğunda öncelikle asker olduğunu söylemesi lâzım. Şimdi bizimkiler suçlarını örtbas etmek için önce söylemiyorlar. Karakola gidip de sopa yemeye başlayınca, ben askerim diyor.

İş işten geçiyor, öyle yok.

’Yürü karakola..’ derse hiç karşı gelmeyin. Karakola gidin, ama, baştan asker olduğunuzu söyleyin.

Karakola gittikten sonra rol bize geçecek.

Bakın bunu ihmal etmeyeceğiz.

Eğer (polis) benim bir rütbeli şahsımı karakola götürmüşse ondan sonra merkeze haber veriyorsa gerekirse ortalığı ayağa kaldıracak.

“HUKUKA NE KADAR SAYGILI OLACAĞIZ DA, BİZ ENAYİ MİYİZ?”

‘Hukuka saygılıyız’ı yanlış anlamayın. biz enayi değiliz. Ağrı'da polise arkadaşlar haddini bildirdiler, bakınız.. Şu sözümüzü yanlış anlamayınız. Ben sık sık hukuka saygılıyız diyorum. bunun anlamı şu: Biz enayi değiliz. Sadece biz hukuka saygılı olmayacağız. Bize karşı olanlar da hukuka saygılı olacaklar. Ben bunu ifade etmeye çalışıyorum. Ben hukuka saygılı olacağım, ama, sen de saygılı olacaksın. Sen de olacaksın. Ben de bunu hakkımı arayacağım. (...)

Personelimiz bize doğru bilgi vermiyor..Doğrusunu bilemeyince tedbir alamıyoruz..  Olaylar doğru yansımadığı için sıkıntı yaşıyoruz.. (...) Birliklerimizde her türlü vukuat olur, iyi olur- kötü olur, birşeyler olur.. Ama, biz doğrusunu bilemezsek arkadaşlar, iş ortaya çıkınca, doğrusu iş işten geçmiş oluyor.. Ondan sonra da arkadaşımız diyor ki bize, ’Benle niye ilgilenmiyorsunuz?’ Yav ilgileneceğiz de, sen bana baştan doğruyu söylemedin ki.. (...) İş işten geçtikten sonra, geçmiş olsun.. (...)

“ER KULLANMA İŞİNİ KALDIRALIM; YOKSA, KALDIRTACAKLAR!”

Herkesin gözü üzerimizde.. Erleri kullanma işini yavaş yavaş kaldıralım. Yoksa, kaldırtacaklar. Bakakalacağız böyle..

Şimdi birkaç da idarî konudan bahsedeyim. Tabiî, herkesin gözü üzerimizde.

Nasıl üzerimizde?

Kim hangi asker kanunsuz iş yapıyor.

Hangi subay er kullanıyor.

Hangi subay, general, amiral her neyse, köpeğini itini, bilmem nesini askere gezdiriyor.

Okuyorsunuz değil mi gazetede. Hangi subay çocuğunu arabayla bilmem nereye gönderiyor? Hangi bilmem ne okula gönderiyor. Eşini bilmem nereye gönderiyor. Herkesin gözü üzerimizde.

Hiçbir şey artık gizli değil. Herkes birliğine sahib olsun.
Şu er kullanma işini yavaş yavaş piyasadan kaldırmamız lâzım.

Evinin badanasını askere yaptırıyor. Özel evinin badanasını.. Hey Allah'ım.

El birliği ile kaldıralım. Yoksa, kaldırtıracaklar. Bakakalacağız,  bakakalacağız böyle..

’YAĞMASANIZ DA GÜRLEYİN!”

Bölgenizde bulunan şehitlerimizin yakınlarına gazilerimize arkadaşlar biraz ilgide kusur ediyoruz. İlla kapısını çalıp da ziyaret etmek değil, ara sıra telefonla dahi olsa telefonla dahi olsa, mutlaka herkes bölgesindeki gazi-şehit ailesi gazilerimizle yakın temasını devam etsin. Yağmasak bile gürleyelim.
Köy okullarını tamir ettirelim. (Malî) Kaynağı validen, oradan buradan tırtıklarsınız.

“ERGENEKON’U BİLMİYORUM. AMA, BALYOZ HAKKINDA: “BALYOZLA İLGİLİ HER ŞEY İMHA EDİLMİŞTİ. HER ŞEYİ İDDİANAMEDEN ÖĞRENDİK

Genel, Silahlı Kuvvetlerimizi sıkıntıya sokan bazı olaylardan bahsetmek istiyorum.

Bir takım ele geçen bulgular nedeniyle silahlı kuvvetlerimizin pek çok personeli maalesef çeşitli suçlamalar nedeniyle soruşturma altında. bazıları tutuklandı (...) .Birtakım olaylarla karşı karşıyayız.

En büyüğü işte Ergenekon diye bir olay çıktı. Onun tam teferruatını ben de tam olarak ‘yav nedir bu Ergenekon nerden çıktı. kim ne halt etti’ filan..

Çeşitli iddialar var, ben de bilmediğim için bir şey söylemek istemiyorum. Ama Balyoz hakkında bir şey söylemek istiyorum. Balyoz denen olay hakkında söylemek istiyorum.

Şimdi Balyoz denen, yani 1. Ordu Komutanlığı karargâhında 2003 yılında yapılan bir plan seminerinden dolayı ortaya atılan bu iddialar hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Arkadaşlar, bu olayla ilgili seminerle ilgili evrakların hepsi imha edilmiş olduğu için, olay ortaya çıkınca bir şey bulamadık. Araştırdık Genelkurmayı, Kara Kuvvetlerini, 1. Orduyu ya nedir bu, ne diyorlar bunlar filan.. Balyoz-malyoz hiçbir evrak bulamadık. Bir tane mesaj çıktı. Bunun için bir girişim yapamadık. Beklemek zorunda kaldık.

Biliyorsunuz bir gazeteci gitti bir çuval evrak verdi falan cd’ler midiler. O gazeteciye. O dönem içerisinde o cd’leri de ele geçiremedik. Bize ne kadar doğru yazıldı ne yaptı onu da bilemiyoruz. Ne zaman ki iş iddianame hazırlandı vs. bu cd’ler elimize geçtiği zaman, olayın ne boyutta olduğunu, neyin iddia edildiğini açık açık anladık.

Sözleri, sadece itiraf değil, çürümüşlüğün resmi. Suçluları sorgulayan yargıya, ’namerd’ diyen bir Koşaner..

“HER ŞEYİ ÇALDIRMIŞIZ ESAS REZALET BU!..” Şimdi bizi üzen taraf arkadaşlar,  Birinci Ordu’da her şeyimizi çaldırmışız. Her şeyimizi. Seminerle ilgili seminerle ilgili neyimiz var, neyimiz yok çaldırmışız yetkisiz kişilere ulaşmış, konuşmalarımız dâhil. Esas rezalet bu.

Nasıl bu olur yav, nasıl bu olur.

Ne konuşuyorsak var adamların elinde. Sıkıntı burada. Bu rezilliği yapmışız. (İlginçtir, Koşaner, bu konuşmalarının da kaydedildiğniden habersiz, aynı rezaleti yaşıyor, farkında değil..)

Balyoz’un hikayesi bu.

Suç olan kısmı da işin içerisinde olabilir, onu burada kayd-ıihtiyatla sayıyorum. Ama bunlar hep bizim aleyhimizdeki kişilerin eline çok güzel malzeme verdi. Maalesef, namerdin eline malzeme verdik.

Balyozun, günahı, vebali 1.Ordu’ya aid. Karargâhtan böyle planlar nasıl dışarı çıkar izahı yok kim verdi, biz verdik. Biz verdik. Hiç kimseyi suçlayamayız.

Bunların günahı, vebali, hatası koskoca Birinci Orduda bir plan semineri yapılıyor tüm planlar tüm teferruatıyla milletin elinde şimdi. Bir de bu rezalet var. Nasıl olur yav, bir ordu karargâhından bu bilgiler nasıl çıkar ya. Nasıl çıkar izahı yok. İzahı yok.

“OYAK İÇİN MÜCADELE VERİYORUZ”

Şimdi bu olumsuz ortamın yansımaları olarak silahlı kuvvetlerimizi sıkıntıya sokan bazı diğer olaylar var bilmenizi istiyorum kısaca söyleyeceğim.

Birincisi arkadaşlar, OYAK / Ordu Yardımlaşma Kurumu’yla uğraşıyorlar. Biliyorsunuz Ordu Yardımlaşma Kurumu tamamen bizlerin maaşlarından kesilen, işte bu kadar yıldır kesilen paralarla oluşturulan bir kurum. Genişletilmesi, büyütülmesi falan vesaire. Şimdi OYAK’ı kamu kurumu olarak kabul etme eğilimindeler.

Öyle olunca.. İşte biz bazı vergilerden muafız biliyorsunuz, sosyal yardımlaşma kurumu olmamız hasebiyle bazı vergilerden filan muafız.

Ama, kamu kurumu olduğumuz zaman, olursak eğer, ki kamu ihale kurulu böyle istiyor mahkemeye verildi mahkeme maalesef lehimize karar vermedi.O zaman vergi vermek durumunda kalacağımız için, işlemlerden dolayı emekliliğimizde falan alacağımız paralarda bayağı yüzde onbeş civarında falan düşme söz konusu olacak.

Şimdi bunun mücadelesini veriyoruz. Biliniz diye söylüyorum. İşte maalesef propagandanın sonucu, bu vergiden dolayı bir sıkıntı içindeyiz. (...)

“ASKERÎ YARGIYI DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞIYORLAR”

Diğer bizi sıkıntıya sokacak bir konu arkadaşlar, askerî yargı sitemini değiştirmeye çalışıyorlar. Emir veremedikleri için, ‘onu nasıl ortadan kaldırırız nasıl pasifleştiririz’ onun derdindeler. Balyoz, terfilerle ilgili, sivil kesim zamanında açığa almak akıllarına gelmedi. Her şey hukuka uygun, ama, imzalamazlarsa ne olacak? Hukuk boş bırakmış.

Söz oraya gelmişken terfi edemeyen terfileri onaylanmayan iki generalimizden bir amiralimizden söz etmek istiyorum. bu arkadaşlarımızın terfisini engelleyen hukuki hiçbir engel yok arkadaşlar. Hukuken hiçbir engel yok. Çünkü her şey zamanında hukuka uygun olarak yapıldı. İdare dediğim sivil kesim zamanında açığa alma falan akıllarına gelmedi öyle bir şey yapamadılar.Onun için her şey hukuka uygun olarak yürüdü.

İşte itirazlar mitirazlar vs’ler.

Takib ettiniz biliyorsunuz.

Şu anda yüksek askerî idare mahkemesi tekrar terfi etmelerine karar verdi. Tekrar terfi kararnamelerini tekrar imzaladık. Tekrar gönderdik. Şimdi top imza makamında. Kim imza makamları. İki tane bakan. İşte, içişleri bakanıyla milli savunma bakanı.

Başbakan ve cumhurbaşkanı. Şimdi yasa bunları imzalayın diyor ve hiç şüpheniz olmasın, ne kılıf takarsa taksınlar tamamen hukuka uygun yaptığımız şey ve haklıyız. Hiçbir şüpheniz olmasın. Ama, ama imzalamazlarsa ne olur.

Hukukumuz orada boş. Ne olur, nasıl olacak ondan da şüpheliyiz.

(...)

“SAYIŞTAY KANUNU DEĞİŞİNCE, PARA İŞLERİ ÇOK CİDDİYE BİNDİ”
“BU DURUMLARA GELMEMİZİN SEBEBİ BİZİZ. HATALAR YAPTIK!”

Dikkatinizi çekeceğim son iki konu arkadaşlar Sayıştay kanunu değişti, biliyorsunuz.

Çok dikkat ediniz. Para işleri bundan sonra çok ciddiye bindi.

Sayıştay denetleyecek. Sıkıntı olur.. Yönergemizde, bilmem nemizde ne diyorsa onun dışına katiyen çıkmayınız.

Bir de bu kamu denetçiliği ombudsman denen sistem yakın zamanda şeye girecek . Bu da her türlü idarî şikâyette ombudsman  (kamu denetçisi) denen adam bize de gelecek hesab soracak. Diyecek, ‘siz bu adamı dövmüşsünüz, niye dövdünüz?.’

Böyle bir ihtimal de var, ama daha yakında değil, kanun çıkacak. Bu sıkıntılı durumlara gelmemizin sebebi arkadaşlar maalesef biziz. Biziz. Bizleriz. Hata yaptık. Yanlış şeyler yaptık. İşimizi ciddîye almadık. İşte evrakımıza, bilmem nemize sahip olmadık. Çaldırdık. Ortalıkta rastgele konuştuk. Konuşmalarımızı duydular. Ona buna suç yüklediler. Bilir bilmez konuştuk.  Efendim. İmza atarken kâğıtlara dikkat etmedik. Yav nedir bunun. ‘Herkes paraf etmiş, ben de atayım altına bir imza’ dedik, o iş nelere döndü geldi. Dikkat etmedik.

BUNDAN DAHA AÇIK SUÇ İTİRAFI OLUR MU?:

“KANUNSUZ HAREKET ETTİK”

Cep telefonlarımızla olur olmaz konuştuk. Malzeme verdik. Bilgisayarlarımızda lüzumsuz bilgileri depoladık. İşte geldiler aradılar. Bir sürü şey buldular. Şimdi hesabını veremiyoruz.

Yasa ve yönetmeliğin dışında hareket ettik. Hep böyle olacak zannettik. Ama maalesef içimizde hainler çıktı. Maalesef, onu da bulamıyoruz.. Yasaların yönetmeliklerin dışında hareket ettik. Bazen etmemiz gerekiyordu bazı dönemlerde. Ama bunu yol yaptık hep öyle olacak zannettik. Öyle devam ettik ve hakkımız olmayan bazı imkânları kullandık. Halen de var. Halen de var. Onlar da karşımıza çıkacak. Bir de maalesef içimizde, maalesef ; bizim içimizde, maalesef helal süt emmemiş arkadaşlarımız da çıktı. Maalesef onu da bulamıyoruz. Belki birkaç kişi. Neticede maalesef çok malzeme vermişiz. Çok vermişiz malzeme.

Milletin ordusu, milletin temsilcilerine karşı dikleşemez, ama TSK dikleşir:

“KİMSE BİZE AKIL ÖĞRETEMEZ”

(...) Şimdi.. Kim ne derse desin arkadaşlar, kim ne söylerse söylesin. Bunun bir yerde yazılması

da gerekmez.

Hani, diyorlar ya, 35. maddeyi kaldır da bilmem ne maddeyi koy.

İster koy, ister koyma. Biz Silahlı Kuvvetler olarak bunun için varız.

Bu bizim doğal tarihî görevimiz.

Kimse, bunun hakkında bize akıl öğretemez. Kimse bunun aksini bize söyleyemez. O zaman bizim varlığımızı inkâr ederiz. Bunu diyemez. Biz de bunu söylediğimiz zaman bazılarının hiç hoşuna gitmiyor. Biz bunu söyleyeceğiz. Ve bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da omuz omuza dimdik, başımız dik vazifemizi müdrik, bu duygularla kol-kola omuz omuza görevimizi yapmaya devam edeceğiz.

Bunun başka hiçbir çıkar yolu yok.

(...) Bu sıkıntıları dile getirme ihtiyacını duyduğum için söylüyorum.
Biz milletin ordusuyuz. Onun bunun paralı askeri değiliz. Bunu da her zaman göstermek zorundayız, biz milletin ordusuyuz (...) Zâten, bize çok görevler-yetkiler veriyor yasalarımız. Onları bilip onlara göre yapın, konuşun, tartışın.

Hepinize sağlıklar başarılar dilerim.’

*

Evet,’milletin emrinde, bir ordu’  değil,

bir ’suç örgütü’ algısı ortaya çıkıyor..

Evet, bu,  Temmuz 2011’in son günlerindeki Yüksek Askerî Şûrâ (YAŞ) toplantısı öncesinde, TSK’nın eski alışkanlıklarıyla yaptırmaya çalıştıklarını bu Hükûmet’e de dayatmak isteyince..

BaşbakanTayyîb Erdoğan’ın kararlı tutumu karşısında istifa etmekten başka yol bulamayan Gen. Kur. Başkanı Org. Işık Koşaner’in 12 Haziran 2011 genel seçimleri öncesinde, yüksek rütbeli komutanlara, generallere hitaben yaptığı anlaşılan bir konuşma.

Milletin kendi ülkesini, hayatını, namus ve haysiyetini, maddî ve manevî bütün değerlerini korumak için bir savunma gücü olarak oluşturduğu bir kurumun, başına buyruk, eli silahlı bir güç konumunda olduğu bu konuşmadan bir daha en net şekilde anlaşılıyor..

Bir ordu kurumunun başında bulunan kişi, bir çok kanunsuzlukları yaptıklarını, açıkça dile getiriyor ve bu durumun hep öyle gideceğini zannetlerini itiraf ediyor.. Hattâ, -neler olduğu ve mahiyeti hakkında kamuoyuna hiçbir bilgi yansımamışken- Ağrı’da, polislerin askerler tarafından nasıl da tedib edildiklerini övgüyle anlatıyor.. 

Balyoz Yargılaması’yla ilgili olarak söyledikleri ise, daha bir fecaat..

İddianâmede yazılanların herbirisini doğruluyor, ’onların hepsini imha etmiştik’ diyor ve sonra ’ordu içindeki helal süt emmemiş kimselerce dışarıya kaçırıldığını’ ve suçun I. Ordu’ya aid olduğunu belirtiyor..

Bu sözler, yargılamada, ellerinde objektif deliller olmadığı için, yargıçların elini bağlayan konularda, onların elini rahatlatacak net açıklamalar.. Ayrıca, bu konularda hâlâ tereddüd içinde olup, bu iddiaların ve iddianâmelerin komplo ve düzmece olduğu yakıştırması içinde olanlara da, Koşaner’in bu sözleri de herhalde bir şeyler anlatır..

Bir TSK düşününüz ki, bir ordu değil, âdeta bir suç örgütü gibi..

Hele, bütün ihtilallerin, darbelerin kanunî dayanağı olarak gösterilen ve TSK İçhizmet Kanunu’nun 35. maddesinin kaldırılması gerektiği yönündeki taleblere Koşaner’in söyledikleri; gerçekte, hemen bütün ordu mensublarının ve de askerlerden daha asker kafalı sivil kemalist-laiklerin ve diğer ’entel’lerin zihniyetini yansıtması bakımından, ibretlik..

Adam, elindeki silaha güvenerek, ’bu madde ve benzerleri değişse de, değişmese de, kendilerinin varlık sebebini o maddeye göre davranmak olduğunu’ bir meydan okuma havası içinde belirtiyor.. Halbuki, o madde, kanunî yettkili olan bi rüst matkamdan bir taleb olmadan, bir emir gelmeden, aklına esen herkesin, ’Ben laik cumhuriyeti, kemalist ilke ve devrimleri tehlikede görüyorum..’ diyerek, re’sen, kendi başına, kimseden emir almadan harekete geçip onları korumak adına darbe yapmasının yolunu açıyor. Halbuki, böyle tehlike durumunda, Başkomutan ve diğere kanunî yetkililerin talebi ile harekete geçmek suretiyle, ordu, bir başıboşluktan kurtulabilirdi..

Bu zamana kadar bütün darbeler hep bu mantıkla oldu ve olan da ülkeye ve halkımıza oldu..

Hele, bu zamana kadar askeriye’nin harcamalarının kontrol edilememesi yüzünden, nelerin nasıl hortumlanması konusunda, Koşaner’in, artık, o yolun da kapanmakta olduğundan haber vermesi, dikkatli olunmasını istemesi ve OYAK’a sağlanan imtiyazların kalkacağından ve bunun kendilerinin emekli maaşlarının yüzde 15’inin azalmasıyla sonuçlanağından yakınıyor..

Ortaya dökülen bütün açıklamalar, ülkenin en önemli ve hassas kuruluşunun içinden nasıl tefessüh ettiğini, çürüdüğünü, kokuştuğunu ortaya daha bir ortaya çıkarıyor; ama, bir faciadan haber veriyor.. Bu bakımdan, Koşaner de yargılanmalıdır, ama, bir suç örgütünün karanlık ilişkilerini -istemeksizin de olsa, ortaya çıkan- itiraflarından dolayı, ona, ’pişmanlık yasası’ndan faydalanma imkanı verilebilir..

Ve geçmişteki, Büyükanıt, Başbuğ gibi diğer Genelkurmay Başkanları ve öteki yüksek rütbeli komutanlar da, bütün bu pisliklerin içinde oldukları veya bunların üzerini örttükleri için hesaba çekilmeliler, elbette..

Evet, ’bu düzen, bu devran hep böyle gidecek zannettik.’ diyenlerin düzenlerinin çökmeye daha bir sur’atle başladığı yeni bir döneme doğru yol alınıyor..

Koşaner’in ve diğer komutanmların istifaya mecbur bırakılmaları bu yolu açtı ve Başbakan Tayyîb Erdoğan, iktidarının ancak 9. yılında, YAŞ’a  normal bir görüntü vermek konusunda önemli bir adım attı.. Ve 30 Ağustos törenlerinde de, kutlamaları Genelkurmay Başkanı ve diğer komutanların değil, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kabul edeceği şekilde yapılan yeni düzenleme, bu yolda atılan önemli değişikliklerin bir diğer habercisi..

Bir takım şerr güçlerinin, ’yeniçeri hastalığı’nın hecmesiyle bir takım depreşmeler içinde olmak isteyecekleri ve bu bakımdan olabildiğince teyakkuz halinde bulunulması gerektiği de unutulmaksızın..

Hayırlı gelişmeler oluyor, inşaallah..  

YAZIYA YORUM KAT

9 Yorum