1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. 'Bu Göçün Artıları Olabilir'
'Bu Göçün Artıları Olabilir'

'Bu Göçün Artıları Olabilir'

Göç konularında uzman Prof.İbrahim Sirkeci, Suriye’ye 10 yıl sonra demokrasi ve zenginlik gelmiş olsa bile Türkiye’ye göçün süreceği görüşünde. Al Jazeera’ye konuşan Sirkeci’ye göre, bu göçü artı bir değere dönüştürmek mümkün.

26 Ağustos 2015 Çarşamba 18:37A+A-

Röportaj: Selma Bardakçı / Al Jazeera

Avrupa İkinci Dünya Savaşı sonrası en büyük mülteci krizini yaşıyor. Birleşmiş Milletlerin rakamlarına göre, 2015’te yaklaşık 255 bin kaçak göçmen ve sığınmacı Avrupa’ya ulaşmak için Akdeniz’i geçti, en az 2300 göçmen bu yolculuklarda hayatını kaybetti. Hemen her gün yüzlerce insan daha iyi bir hayata ulaşabilmek için tehlike dolu yolculuklara çıkıyor. Yüzlerce sığınmacı günlerce sınırlarda bekleyerek Makedonya, Sırbistan, Bosna-Hersek, Arnavutluk gibi ülkelerden Avrupa Birliği sınırlarına girmeye çabalıyor. 

Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin sayısı ise yaklaşık 2 milyona vardı. Türkiye’nin neredeyse hemen her ilinde bulunan Suriyeli mültecilerle zaman zaman gerilimler de yaşanabiliyor. Göç artık Türkiye’nin en önemli konularından biri… Göç konusundaki çalışmalarıyla tanınan Londra Regent’s Üniversitesi Ulusötesi Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. İbrahim Sirkeci'ye göre, Arap ülkeleriyle ticaret yapan Türkiye’de göçlerle birlikte şu an ekonomiye katkı sunabilecek Arapça konuşan 2 milyon insan var; “Bu gücü siz yasalarla kaçak yollara itebilir ya da yasal alana çekebilirsiniz. Dolayısıyla Suriyeliler de, başkaları da Türkiye’ye ekonomik ve kültürel olarak bir şeyler katar.” Prof. Sirkeci ile Al Jazeera için Selma Bardakcı konuştu. 

Hemen her gün yüzlerce kaçak göçmen, Avrupa’ya ulaşma hayallerinin peşindeyken, batan teknelerde yaşamını yitiriyor. Güvenliksiz botlarla denizleri aşmaya çalışıyor ya da AB sınırlarında günlerce bekliyorlar. İnsanlar plajda güneşlenirken bir anda denizden mülteciler çıkıyor. Bu tablo size ne anlatıyor?

Bu kadar çok hayat kaybı yaşanması sadece bu insanların kendi ülkelerinde ne kadar büyük bir rahatsızlık, güvensizlik, tehdit yaşamış olduklarını gösteriyor. Kimse keyfi yerindeyken macera olsun diye uyduruk bir bota binerek, Ege Denizi’nde ölüme yelken açmaz. Bu plaj karşılaşmaları, göç meselesinin ne kadar hayatın tam da ortasında olduğunu gösteren bir tuhaflık. Uzun çalışma yılının sonunda dinlenmek için sahillere akan insanlar ile felaketten kaçan mültecilerin aynı plajlarda buluşması ironik. Ancak belki de sorunun daha kolay anlaşılmasına hizmet edebilir. Yani belki de hayatında hiç mülteci görmeden onlardan nefret edecek insanlar, mültecilerle tanışmış oluyor. Tanış olmak çoğu zaman düşman olmayı zorlaştırır.

Peki bu yaşanan trajediye bir çözüm bulmak mümkün mü?

Göçe ilişkin doğru politikaların geliştirilebilmesinin tek koşulu ulusötesi bir barış sağlamak. Yani ulusötesi bir çözüm gerekiyor.

Ulusötesi çözüm ne demek?

Sudan'da, Somali'de, Türkiye'de, Suriye'de, Pakistan'da, Çin'de, Rusya'da, Ukrayna'da, Latin Amerika'da, Meksika'da işsizlik sorunu varsa, buralarda ekonomik barış ihtiyacı var demektir. Siyasal sorunları, sınıfsal ve kültürel çatışmaları çözemezseniz, göç meselesini de çözemezsiniz. Sınırları yükselterek, duvar örerek, daha çok polis ve asker koyarak bu göç meselesini çözemediğimiz çok açık. Bu duruma en iyi iki örnek Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği'dir.

ABD sınıra yatırım yaptıkça göçmen sayısı arttı

ABD ve AB’nin göç konusundaki başarısızlığının sebebi nedir?

AB milyarlarca euro masraf yaptı, bu işe on binlerce insan kaynağını akıttı. Bu amaçla kurulan Frontex sistemi de, ABD’nin Meksika sınırı da muazzam başarısızlıklar. Araştırmalar gösteriyor ki; ABD sınıra yatırım yaptıkça, ülkedeki ‘kaçak’ göçmen sayısı katlanarak artmış. Bu nedenle de bugün göç meselesi uluslararası bir sınır meselesi değil, ulusötesi bir barış meselesidir. Ortadoğu'da da farklı bir durum yok. 2000'lerden bu yana yaptığım çalışmalarda İsrail işgalinden sonra Lübnan'daki göçü, Irak'ta Türkmen göçünü ve Türkiye'deki Kürt göçünü inceledim. Hepsi de çok bariz şiddetli çatışmaların sonucu olan göç hareketleriydi.

Şimdi de Suriye meselesi var.

Ortadoğu son 60-70 yılın en çatışmalı bölgelerinden. 60 yıllık Filistin çatışmasına Arap Baharı’yla Suriye, Mısır, Libya ve Tunus da eklendi. Bugün Suriye'de yaşananlar, Türkiye dahil tüm ülkelerin daha da hazırlıklı olması gereken bir mesele. Göç kültürü bugünden yarına kurulabilir ancak bugünden yarına bozulamaz. Önümüzdeki 50 yıl daha bu göç ve mülteci akınları devam edecek diyebiliriz. Suriye’ye 10 yıl sonra demokrasi ve zenginlik gelmiş olsa bile Türkiye’ye göç sürer.

O zaman bu göç trendinin değişmesi yıllar mı alacak?

Bunlar zor değişen trendler. İnsanlar ilişkiler kuruyor, networkler oluşuyor. Mesela Türkiye'den Almanya'ya göç başlayalı 60 yıl olmuş. Göç bitti mi? Aksine iki yönlü bir hale dönüştü. Türkiye'den Almanya'ya geçmişe göre daha az göçmen gidiyor ama sekiz, dokuz yıldır aksi yönde ciddi bir net göç var. Dünyanın hiçbir yerinde, savaş dolayısıyla ortaya çıkan zorlamalar olmaksızın, bu tarz kitlesel geri dönme hareketleri olmadı. Son dönemde ise artan uluslarası nüfus hareketliliğine paralel olarak Türkiye’den de dışarıya yönelik biraz süper hareketliliğin olduğunu söylemek mümkün.

Türkiye’den beyin göçü var

Nedir bu süper hareketlilik? Beyin göçü mü?

Süper hareketlilikten kasıt, uluslararası hareket edenlerin ve hareket frekansının artması. Beyin göçü ayrı. Özellikle Gezi olaylarından sonra ya da AKP'nin üçüncü dönemiyle birlikte, Türkiye'nin batısında da laik diyebileceğimiz çevreler arasında ciddi bir rahatsızlık oluşmaya başladı. Özellikle profesyonel meslek sahibi kişiler arasında önemli bir beyin göçünün de bu anlamda gerçekleşebileceğini hatta gerçekleştiğini düşünüyorum. Ortada illa bir savaş olması gerekmiyor; rahatsızlık hissedildiği noktada, güvensizlik hissine, algısına dönüştüğü noktada göçü tetikleyen bir durum haline geliyor.

Türkiye artık sadece bir geçiş ülkesi değil, bir göç ülkesi mi?

Evet. Özellikle 2011'den bu yana Suriye ve Irak’tan 2 milyondan fazla insan Türkiye’ye göç etti. Resmi olmayan rakamlar muhtemelen daha fazla, 3 milyon civarı. Ama daha önemlisi, komşu iki ülkede de savaş var ve bunlarla kabaca 1000 km.’lik bir sınırımız var. Bu sınır ne kadar kontrol edilirse edilsin, herkesin kaydını tutmak mümkün değil. Türkiye'de zaten Mersin, Adana’dan Mardin’e kadar giden hatta yüzde 3 dolayında Arapça konuşan bir Arap nüfus vardı. Dolayısıyla Suriye’deki çatışmayla birlikte, öncelikle Türkiye’den akrabaları ve imkânı olanlar göç etti.

Türkiye’nin uyguladığı açık kapı politikasını doğru buluyor musunuz?

Evet çünkü kapalı kapı politikası hep kaybeder. Dünyanın her yerinde kapıları kontrol etmeye, kapatmaya çalıştıkça kaçak göçmen yaratıyoruz. Kapıları kapattığınızda insanları suça itiyor, hayatlarını riske ediyorsunuz. Bugün vizeyle, pasaportla girebilecek insan, kapılar kapanınca kaçakçılara 3–5 bin euro gibi paralar verip, Akdeniz’de derme çatma botlarda, teknelerde ölüyor. Bunun çok ciddi bir insani maliyeti var. Ayrıca sınırları kontrol etmenin maliyeti, dünyanın dört bir yanındaki yoksul insanlara yardım etmenin maliyetinden daha yüksek. Mesela İngiltere’de bir insanın sınır dışı edilmesi yaklaşık 3 ila 25 bin sterlin. Bu meblağ büyük ihtimalle Etiyopya’daki bir köye bir yıl gıda sağlar. Bu çatışmaları yerinde çözmezseniz, göç ve kaçak göç her zaman kapınızda olacaktır.

Çözüm sadece siyasi mi?

Çözüm hem siyasi hem ekonomik hem de kültürel. Ulusötesi barış tek çözüm ve bunun da muazzam bir işbirliğiyle yapılması lazım. Birleşmiş Milletler, Mülteciler Yüksek Komiserliği, Dünya Göç Örgütü görev alabilir veya yeni bir örgüt de olabilir. Ama ulusötesi işbirliğinden başka bir yol yok. Bu süreçte dikkat edilmesi gereken bazı hassasiyetler var.

Nedir bunlar?

Türkiye’de tahminimize göre toplamda 4,5 milyon bir göçmen nüfus var. Var olan 1,5 milyon Türk kökenli göçmene (büyük kesimi Türk kökenli ya da Türkiyelilerin Avrupa’dan dönmüş ikinci veya üçüncü kuşak çocukları) 2 milyon Suriyeli ve en az 1 milyon kadar da kaçak göçmen eklenince bu rakama varılıyor. Ekonomi ve nüfus olarak Türkiye büyüklüğünde bir ülkede de bu rakam normal. Fakat bir ülkede bu kadar göçmen varsa, politika öncelikleri değişmelidir. Artık birinci politika önceliğiniz uyum meselesi olmak zorunda.

İki taraf da birbirine uyum sağlayacak

Uyumdan ne anlamalıyız? Kim kime uyum sağlayacak?

Uyumu tek yönlü bir şey olarak düşünmemek lazım. Dünyanın her yerinde uyum iki yönlü bir etkileşim getirir. Göçmenler de, göç edilen ülkedeki insanlar da birbirine uyar biraz. Burada “Göçmenler gelecek, dilimizi öğrenecek, Türk olacak, hepsi bizim gibi olacak” diye bir beklentiye girmenin bir anlamı yok.

Suriye’den gelen göçün artıları neler olabilir?

Arapça konuşmak bir artı değerdir. Türkiye, Arap ülkeleriyle ticaret yapıyor. Bu, şu anda bu sektörde çalışacak, katkı sunabilecek 2 milyon Arapça konuşan insan var demektir. Bu gücü siz yasalarla kaçak yollara itebilir ya da yasal alana çekebilirsiniz. Dolayısıyla Suriyeliler de, başkaları da Türkiye’ye ekonomik ve kültürel olarak bir şeyler katar. Ayrıca Türkler de bu süreçte biraz Arapça öğrenecek. “Teşekkür ederim” yerine “Şükran” demek kimseyi o kadar bozmaz yani. Örneğin 15-20 yıl önce Londra dışında Türk kebapçısı bulmak çok zordu. Şimdi her şehirde hızlı gıda dükkânlarının çoğu dönerci. Uyum böyle bir şeydir. İngiltere’deki bir buçuk milyon Hintli’nin varlığı, 100 yılda İngiltere’nin en çok tüketilen milli yemeğinin bir Hint yemeği olması sonucunu getirmiştir.

Son zamanlarda toplum ile Suriyeliler arasında bazı gerilimler de yaşanıyor.

Evet. Dünyanın her yerinde işler biraz sarpa sardığı zaman göçmen azınlıklar hep hedef tahtası haline geliyor. İngiltere’de, Almanya’da ya da Yunanistan’daki krizin nedeni Türkler ve Müslümanlar değil. Ama medyanın ve siyasetin dolduruşuyla insanların önemli bir kısmı böyle olduğuna inanıyor. Türkiye’de de Suriyelilere karşı benzer bir sevimsiz tablo söz konusu. Türkiye yasalarını, uygulamalarını ona göre düzenleyip, göçmenlere karşı nefret suçu işlenmesinin önüne geçebilir. Suriye meselesi Türkiye’de uzun süre kapanmayacak bir konu. Bu nedenle Türkiye uyum ve nefret suçları konularına acilen el atmalı.

Suriyelilerin ucuz işgücü olarak istihdam edilmesi de gerilimlere sebep olabiliyor.

Tabii. Bu durum işgücü piyasasında bir sıkıntı yaratıyorsa düşmanlık oradan başlar. Türkiye’nin bir dezavantajı da hâlâ çok yoğun bir kayıt dışı ekonominin söz konusu olması. Türkiye göçmenlere yönelik nefret suçlarını önlemek istiyorsa, önce bu konuda bir şey yapmalı.

Siz Avrupa’daki örnekleri çok iyi biliyorsunuz. Türkiye’nin göçmenlerden sorumlu bir bakanlığa ihtiyaç var mı?

Son beş yılda İçişleri Bakanlığı’na bağlı “Göç İdaresi Genel Müdürlüğü” oluşturuldu. Ancak göçle ilgili bağımsız bir bakanlığa ihtiyaç var. Çünkü bu büyük bir nüfus hareketi ve herkesi etkileyecek. Politika önceliklerinin merkezî bir yerden, bağımsız bir şekilde belirlenmesi çok önemli. İskandinav ülkelerinde, Almanya’da, gelişmiş pek çok ülkede bu tarz bakanlıklar var. İngiltere’de İçişleri Bakanlığı’nın içinde yer alıyor. Ancak bu insanlar sadece bir güvenlik meselesi olarak ele alınmıyor. Göçmen nüfus, güvenlik söyleminin dışında tutulmalı. Örneğin Türkiye’de 3,5 milyon göçmen varsa, bunun üç, beş tanesi terörist diye tüm nüfus hedef alınamaz.

AB de Türkiye de Afrikalı göçüne hazırlanmalı

Türkiye’ye gelen çoğu göçmenin hedefi AB ülkeleri, Türkiye’yi geçiş için kullanıyorlar. Avrupa sınır güvenliği açısından bu konuya nasıl bakıyor?

Aslında AB o sorunu “geri kabul” antlaşmasıyla zaten aştı. Türkiye bu anlaşmayla, Türkiye üzerinden AB ülkelerine geçmiş düzensiz göçmenleri geri kabul edeceğini taahhüt ediyor. Yani yakalanan ‘kaçak’ göçmenler Türkiye üzerinden giriş yapmışlarsa Türkiye’ye geri gönderilecek. 2016 itibariyle bu işlemler başlayacak. Türkiye, AB için göç, özellikle de kaçak göç anlamında en önemli meselelerden biri olmayı sürdürecek. Çünkü Türkiye AB üyesi olsa da olmasa da, AB’nin dış sınırlarından birisini oluşturuyor ve maalesef bu dış sınır, dünyanın belki de en problemli coğrafyasına açılıyor. Irak’ta, Suriye’de savaş var, İran kapalı kutu. Afganistan hemen burnunun dibinde ve Afrika’nın kara üzerinden geçiş yolu yine Türkiye’den geçiyor. AB’de kabaca 40 milyon göçmen var, 3 milyonun üzerinde izinsiz ya da kaçak göçmen bulunuyor. Durum orada da parlak değil. Tek kara sınırı Türkiye de değil, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya’dan gelenler de var.

Sadece 2015’te en az 2300 göçmen Akdeniz’den Avrupa’ya tekinsiz yollarla ulaşmaya çalışırken hayatını kaybetti. AB’nin bu konudaki tedbirlerinin yetersizliği de ortada. AB bu konuda ne yapıyor?

Bu göçü kontrol etmek artık pek mümkün değil, o yüzden artık göç kontrolü yerine göç yönetimi diyoruz. Ama AB ne yapıyorsa ya yanlış ya eksik yapıyor. Göçmenlerin köken ülkelerindeki sorunları çözmedikçe bu trajedi sürecek. Demografik eğilimler bu sorunun artarak süreceğini gösteriyor. 7.3 milyarlık dünya nüfusunun 2050’de 9.7, 2100’de 11.2 milyara çıkması bekleniyor. Diğer kıtalar görece sabit kalırken, Afrika nüfusu dört katına çıkacak. Nijerya nüfusunun 2050’de 300 milyonu aşarak ABD’yi geçeceğini tahmin ediyoruz. Afrika’da muazzam bir nüfus patlaması yaşanıyor. Çoğu Afrika ülkesinde doğurganlık oranı çok yüksek ve savaşlar geçmişe göre azaldı. Ekonomik ve siyasi olarak da zayıf devletlerce yönetiliyorlar. Dolayısıyla AB ve Türkiye acil bir şekilde Afrikalı göçüne hazırlık yapmalı. Bu durum ileride sosyal ve ekonomik problemlere yol açabilir; ya bu göçmenleri ağırlayacak bir sistem kurulmalı ya da Afrika’da ekonomik ve siyasi barış projeleri geliştirmek, demografik planlama projelerine kalkışmak zorundalar. Özetle ciddi bir göç sorunu kapıda. 

Kaynak: Al Jazeera

HABERE YORUM KAT