1. YAZARLAR

  2. MUSTAFA BULUR

  3. Böyle Buyurdu “Başbuğ” Başbuğ!
MUSTAFA BULUR

MUSTAFA BULUR

Yazarın Tüm Yazıları >

Böyle Buyurdu “Başbuğ” Başbuğ!

30 Ağustos 2008 Cumartesi 15:14A+A-

Orgeneral İlker Başbuğ’un devir teslim töreninde yaptığı konuşma seksen beş yıllık ezberin sorgulanmaya hiç niyeti olmadığının bir göstergesidir. Dikkat çekici olan husus, Ergenekonculardan duymaya alışık olduğumuz benzer söylemlerin, “toplumsal gelişmelere müdahale hakkı”, “hukuk devleti sınırlarını keyfi tanımlarla belirleme” gibi hususların elit bir seçkin grubun “kutsallarının sorgulanmasına izin verilmeksizin” dillendirilmesidir.

Askeri bürokratik söylemin, insanların nasıl düşüneceğini, nasıl hareket edeceği ve nasıl yaşayıp/ibadet edeceğini dar ideolojik kalıplara mahkûm edip tek-tipleşmeyi savunması bir yana; daha önemlisi bunu, tarihsel koşulları, değişim parametrelerini hiç gözetme ihtiyacı duymaksızın, tarihi dondururcasına, “Ben söyledim ve yaptım oldu!” mantığıyla tekrar edegelmesidir.

Görüntüde, küresel değerlere karşı olma adı altında ulusalcı reflekslere biati öngören bu anlayışın köklü biçimde sorgulanabilmesinin halen kanun maddeleriyle yasaklanabildiği bu ülkede, insanların ifade ve örgütlenme özgürlüğüne, sivil siyasi alana yönelik açık ve kapalı müdahaleleri teşvik etmeye yönelik bu tutumun mahkum edilmesi şarttır…

İlkokul çocuklarının bile dinlemekten bezdiği tarihi ezberler ve kişi kültü üzerinden ülkedeki baskıların, hukuksuzlukların devam etmesini talep etmenin hak ve özgürlükler bağlamında kitlelere katacağı bir şey yoktur. Asıl bu ezber, korkuların, “bölücülük ve irtica” sendromlarının temcit pilavı gibi tekrarlanarak, sosyolojik dönüşümlerle kavgalı, realitelere karşı kendi ütopyasını dillendiren söylemlerin, bu ülkenin gerçek sorunlarının üzerini örttüğü görülmelidir…

 

Bu tür konuşmalarda sürekli tekrar edilegelen “irtica” ve “laiklik” kavramlarının seçkin elitin meşruiyet malzemesi olmaktan çıkarılıp gerçek hüviyetine kavuşturulması, hak ve özgürlüklerden yana olan tüm kesimlerin üzerine yüklenmiş bir sorumluluktur. Bu meyanda “gerçek laiklik” vurgusuna sığınanların ve mezkur oligarşinin kutsallarına müdahanede bulunanların da bu tutumlarını yeniden gözden geçirmeleri şarttır…

 

Asıl tartışma, “laiklik” kavramının açıkça İslam düşmanlığı anlamına gelen bir retoriğin üzerini örtmek ve halkın ıslahının önünü tıkamaktan beri bir düzlemde yapılmayı gerektirmektedir.

 

“Giderek güçlenen cemaatler”den bahsederek, bunlara karşı alınması gereken erken tedbirlerden dem vuran bir zihniyetin, toplumun geniş kesimlerini açıkça tehdit ettiği ve gerektiğinde bu sürece müdahale için elinden geleni ardına koymayacağına ilişkin tavrı, Ergenekon sürecinin neden işletildiği ve Ergenekon tetikçilerinin mahkûmiyetinin neyi değiştireceği sorularını da sordurtmakta…

 

Üstelik Başbuğ’un konuşmasında dikkat çekici hususlar olduğunu belirten Büyükanıt’ın, aslında ‘irtica’dan bizatihi toplumun ve tercihlerinin anlaşıldığını mukim kılan şu sözleri de, bu zihniyet sahiplerinin hakiki kimlik ve niyetlerini ortaya koymaktadır: “Bugün toplumun bir kesimi, (Büyükçe bir kesimi demeye dili varmıyor! -MB-) yeni bir kültürel kimliğin, yaşam tarzının oluşumunda dini düşüncelere büyük bir ağırlık verildiğini düşündürtmekte.”

 

Her daim Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu dile getirenler, bu tür konuşmalarda ne yargıya, ne kuvvetler ayrılığına, ne de parlamentoya aslında güvenmediklerini açıkça ortaya koymaktadırlar; o halde seçilmişlerin görevi de bu gerçekleri kendilerine hatırlatmak olmalıdır.

 

“Sayın Cumhurbaşkanım!” lafzının tekrar edildiği her cümlenin ardından seçilmişlere brifing üslubunun açıkça izharı, ülkenin gerçek sahiplerinin aslında kimler olduğu ve TC’nin siyasal yapısının mahiyetini göstermesi açısından manidardır. Böylesi bir üsluba ve tutuma katlanmak zorunda kalmak ise, ülkenin bir hukuk devleti mi, yoksa atanmışlar/kutsanmışlar iktidarı mı olduğu sorusunu yineletmekte, anayasa değişiklikleri ve özgürlükler konusunda atılan adımların her an askeri keyfiyet içerisinde bahane ve mazeretlerle geri alınabilir gelişmeler olduğunu göstermektedir.

 

Velhasıl bu zihniyet ve söylem, açıkça, uzunca bir dönemdir kendisiyle mücadele edildiği söylenen darbe gelenekçisi bir söylemdir.

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum