1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Bir Sol Yöntemi: Şiddet
Bir Sol Yöntemi: Şiddet

Bir Sol Yöntemi: Şiddet

Sol, tarihinin hiçbir döneminde şiddetten azade olmadı. Onu ya bizzat kullandı ya da solda şiddet kullananları övdü, kutsadı, kahramanlaştırdı; en hafif tabiriyle ses etmedi.

19 Nisan 2015 Pazar 19:05A+A-

Cengiz Alğan / STAR

Bu elbette, “tarihin sınıflar mücadelesi” olduğu ve burjuvazinin iktidarının ancak ve ancak “zor” yoluyla devrilebileceği şeklindeki teorik yaklaşıma da uygundu. Büyük dönüşümlere gebe olan her dönemde devrimcilerin yaptığı ilk iş silahlanmak oldu. Bu yüzden bugüne kadar dünyanın gördüğü bütün devrimler kanlı oldu. 

Silahlı fraksiyonlar

1917 Rus Devrimi’nde de, 1918-23 Alman Devrimi’nde de Kızıl Ordular, Kızıl Müfrezeler kuruldu. Var olan ordulardan asker ve subaylar devşirildi. 2. Dünya Savaşı sonrası devrimlerinde de aynı şey geçerliydi. Çin’de mesela, gerillalar kırlardan şehirleri kuşatıp iktidarı aldılar. 1960 ve 70’lerde Latin devrimleri de böyleydi. Küba devrimi, tüm dünya solunu olduğu gibi Türk solunu da en çok etkileyen devrim oldu. Çok da kalabalık olmayan silahlı bir grubun iktidara el koyabilmesi, bizde de genç romantikleri heyecanlandırdı. Küba’nın Che’ye olduğu gibi, Türkiye’nin de Mahir’e, Deniz’e “ihtiyacı vardı”. 

Devrimin kırdan kente mi, kentten kıra mı, ikisi aynı anda mı yapılacağı 70’lerin popüler tartışmalarındandı. Hepsi de devrimi silah yoluyla yapmayı savunan Mahir Çayan’ın THKP-C’si, Deniz Gezmiş’in THKO’su, İbrahim Kaypakkaya’nın TİKKO’su bu tartışmalardan türedi. Sonraları bunlardan türeyen Dev Yol, Dev Sol, Kurtuluş gibi nispeten kitlesel örgütlerin de, irili ufaklı sayısız küçük fraksiyonun da hepsi silahlıydı (Karşılarında da hem devlet şiddeti hem de MHP’nin paramiliter örgütleri vardı. Ama bu yazının konusu bu değil). 

1980 darbesi bu hareketlerin hepsini, kelimenin tam anlamıyla ezdi geçti. İdamlar, ağır işkenceler, sürgünler, kaçaklık yılları kadrolarından geriye pek bir şey bırakmadı, anlatmaktan usanılmayan “destansı” anılardan başka... Çoğu aşırı abartılı anılardı bunların. Boğaz’a demirleyen ABD 6. Filo’suna mensup üç deniz piyadesini denize iteklemek “Amerikan emperyalizmine şanlı direniş” diye anlatıldı ve neredeyse 50 yıl Dolmabahçe’de kutlaması yapıldı. İsrail elçisini ve üç İngiliz teknisyeni kaçırıp öldürmek de “devrimci eylem”in gereğiydi.

DHKP-C’nin öne çıkışı

90’larda işler değişti. Ayakta kalan veya sonradan toparlanan birkaç örgütten biri olan DHKP-C epey öne çıktı. Seri cinayetler işlemeye başladı. Generaller, MİT’çiler, polis müdürleri, hatta düz polis memurlarına sayısız suikast düzenlediler. Tabii bu arada pek çok üyeleri de çatışmalarda, bazen de yargısız infazlarda öldürüldü. Ama bunlardan çok daha fazla kendi üyelerini öldürdüler. Hain, işbirlikçi, ajan diye yaftalayıp, insanlara kendi arkadaşlarını, yoldaşlarını öldürttüler.

Her şey devrim adına yapılıyordu. Muhayyel bir mutlu gelecek uğruna gencecik insanlar kendi hayatlarını feda etmeyi göze alıyordu. Adlarına “feda kuşağının evlatları” denildi ve arkalarından şarkılar, marşlar yazıldı. Her biri kendini feda edecek yeni gençlere ilham kaynağı olacak ajitatif marşlar, destanlar. 

Şiddetin hesabı verilmedi

Türk solu bu kanlı geçmişle hiç hesaplaşmadı. Sol içi kavgalarda birbirini öldüren militanların hesabını kimse sormadı da vermedi de. 60 ve 70’lerde orduyla kolkola girişilen eylemleri, bunların ülkeyi darbelere sürükleyen tezgâhların parçası oluşunu soldan kimse üstüne alınmadı. Devletin ve Ülkücülerin şiddeti en ağır biçimde lanetlendi ama sol şiddet aksine kutsandı, efsaneleştirildi. Kuşaktan kuşağa direniş destanları olarak anlatılageldi.

Bugün Çağlayan baskınında savcıya yapılan intihar saldırısına (evet, bu bir intihar saldırısıdır) alkış tutan solun ruh halinde bu hesaplaşmanın asla yapılmamış olmasının büyük payı var. Bu marazi yaklaşımın bir sebebi de Türk solunun militarist zihin yapısıdır. 10 gün sonra gidip 1 Mayıs gösterilerini izleyin. Asker (tabii devrimin askeri) gibi tek tip giysiler kuşanmış, örgüt flamalarını askerî törenlerdeki gibi taşıyan, beşerli sıralar halinde uygun adım yürüyüp marş söyleyen kortejleri rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz. Bu, üyelerine askerî eğitim veren illegal örgütlerde olduğu kadar, silahlı eylem yolunu seçmeyen legal yapılarda da böyledir.

Sol ve militarizm

Örgüt isimleri ve jargonundan da militarizm sızar: ‘Halk Kurtuluş Ordusu’, ‘İşçi-Köylü Kurtuluş Ordusu’, ‘Kurtuluş Cephesi’ gibi isimler 1970’lerden beri süregelmektedir. Askerî terimler de solun jargonunda yaygındır: Savaş, zafer, yenilgi, şehit, düşman, müfreze, kale, silahlı devrimci birlikler, Kalaşnikof, mavzer, kuşatma, cephe, cephe gerisi gibi doğrudan askerlikle ilgili terimler ilk bakışta rastlananlardandır.

Şiddetle ve şiddetin diliyle bu kadar iç içe olan solun bu hastalıklı halden kurtulması, kendi dairesinde bir sorgulamaya girişmedikçe çok zor, biliyorum. Ama hiç değilse, kendisi şiddete bulaşmasa da solun şiddetini kınamaya gelince dilleri “tutukluk yapan”ları belki “o hayattan çekip alabiliriz”.

Bu arada: 

Eskiden arkadaşlık ettiğim Roni Margulies, savcının öldürülmesi dolayısıyla sol şiddeti eleştirdiğim bir söyleşiyi okuyup beni (ve Hilal Kaplan’ı) “AK Parti’nin paralı askerleri” ilan etmiş ve şöyle demiş: “Olayı doğru ve haklı bulan tek bir solcu tanımıyorum”. 30 kişilik arkadaş çevresinin dışında kimseye kulak vermediğinden tanımıyor olabilir tabii. Yardımcı olayım: Twitterda savcıyı öldürenleri uğurlamak için #BizdeSiziSeviyoruz etiketiyle yazan binlerce solcu ve Gezi savunucusunun sözlerine baksın.

Daha komik sözleri de var: “İki hafta boyunca... bölge biz Gezicilerin elindeydi. Kaç tane adli olay oldu? Sıfır.”  Daha olaylar başlayalı birkaç gün olmuşken, 4 Haziran 2013’te İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre; 280 işyeri, 1 konut, 6 kamu binası, 207 özel araç, 18 belediye otobüsü, 103 polis aracı, 1 polis merkezi, 11 AK Parti binası, Gezi’deki iş makineleri, tam sayısı belirlenemeyen otobüs durakları, ATM’ler, MOBESE kameraları, trafik ışık ve levhaları tahrip edilmiş. Çiğli’de AK Parti binası kundaklanmış. Biri komiser iki polis olaylarda ölmüş (Aynı günlerde yedi polis memuru da intihar etmiş ama hadi bunu saymayalım). Gezi’nin devamı sayılan Berkin Elvan cenaze töreni sonrası Okmeydanı’nda Burak Can Karamanoğlu adlı genç silahla vurularak öldürülmüş. Üç TV kanalının canlı yayın araçları yakılarak tahrip edilmiş. Barikat kurmak için sokaklardan ve esnafın işyerlerinden sökülen araç gereç ve çöp konteynırlarının sayısı bilinmiyor. Patlayıcılarla desteklenmiş piknik tüplerin Dolmabahçe yolu üzerine bubi tuzağı olarak yerleştirilmesi, bir kepçeye el konup Başbakanlık Ofisi basılması gibi olaylar ise adli vaka değil “devrimci faaliyet” tabii. 

Ama sıfır en son bulunan sayıdır.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum