1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Bingöl'de “İslami Mücadelede Tarih Değerlendirmesi” Semineri
Bingöl'de “İslami Mücadelede Tarih Değerlendirmesi” Semineri

Bingöl'de “İslami Mücadelede Tarih Değerlendirmesi” Semineri

Bilgi ve Düşünce Derneği’nde “İslami Mücadelede Tarih Değerlendirmesi” konusu Hamdullah DARGIN tarafından işlendi.

25 Ocak 2015 Pazar 22:09A+A-

Bilgi ve Düşünce Derneği’nde, “İslami Mücadelede Güncel Fıkıh ve Kimlik İnşası” üst başlıklı seminerler dizisinde bu hafta “İslami Mücadelede Tarih Değerlendirmesi” konusu Hamdullah DARGIN tarafından işlendi.

Tarihte, kendilerine peygamber gönderilen müşrik ve müstekbir toplumların, peygamberleri önce hafife alıp sıradan şahsiyetler gibi göstermeye çalıştıklarını, daha sonra onları alaya alıp hakaret ettiklerini ve nihayetinde onları yurtlarından çıkarmaya çalıştıklarını hatırlatan Hamdullah DARGIN, tarihin tekerrür ettiğini, Salman Ruşdi’nin Şeytan Ayetleri adlı kitabı ile Peygambere hakaret ettiğini ve bu kitabı Türkiye’de yayınlamaya çalışan Aziz Nesin ve Aydınlık Gazetesinin o günlerde ciddi bir provokasyona imza attıklarını, İtalya ve Fransa’da  karikatür üzerinden Resulullah’a yönelik iğrenç saldırıların yapıldığını ve bu karikatürleri yayınlamak suretiyle Cumhuriyet Gazetesinin iğrenç bir provokasyona imza attığını kaydederek, bu saldırılara imza atanları lanetleyerek sunumuna başladı.

Tarihin tanımını yaparak, beşeri tarih yazıcılarının objektif davranmadıklarını, ideolojik tasavvurlarını destekleyen bir tarih bina ettiklerini anlatan Hamdullah DARGIN, tarihin tutsaklığından kurtulmanın, Vahyin Tarihe yüklediği anlamı kavramaktan ve vahiy ışığında bir tarih okuması yapıp geleceği bunun üzerine inşa etmekten geçtiğini söyledi.

Hamdullah DARGIN, sunumunda özetle şunları aktardı:

Geleceği inşa etmeye aday İslami hareketlerin sağlam bir gelecek kurmalarının yolu, sağlıklı bir geçmiş tasavvuruna sahip olmalarından geçer. Çünkü tarih süreklilik arz etmektedir ve toplumları kendisine hapsetmektedir. Kendilerine peygamber gelen toplumların “atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldayız” şeklinde bir itiraz yükseltmeleri bunun en açık göstergesidir. Tarihin bu tutsak edici özelliğinden kurtulmanın ve tarihin yönünü değiştirmenin yolu, doğru bir geçmiş bilincine sahip olmaktan geçer.

Tarihten etkilenmeden ona yön veren, onu doğru bir zemin üzerine oturtan vahiy, kendisine kulak veren ve geçmiş kavimlerin tarihini bu eksende değerlendirenlere yol göstermek için ibret verici kıssaları konu edinmiştir. Bu kıssalarda ayrıntılara girmeden, gerekli olan bölümler insanlığın dikkatine sunulmuştur. Aynı zamanda insanlar için gayb olan ilk insan ve ondan sonra gelen birçok kavmin, bu kavimlere gelen peygamberlerin bilgisinin beşeri tarihlerde yer almamalarına karşın, bu bilgilerin en doğru biçimde vahiyle insanlara ulaştırıldığı malumdur.

Vahyin tarihe bakış açsı sınıfsal, ekonomik ve ulus temelli değildir. Tarihin ana eksenini hak ve batıl, yani tevhid ve şirk mücadelesi oluşturur. İnsanlık tarihinde ilk kutuplaşma, Adem’in iki oğlunun vahiy karşısındaki farklı duruşları ile ortaya çıkmıştır. Tercihini zulümden yana koyan, kardeşini öldürerek ilk kanı dökmüştür. Baş gösteren ifsadı önlemek ve toplumları Allah’ın gösterdiği dosdoğru yola çağırmak için peygamberler gönderilmiş, kendilerine kulak verip Allah’ın dinine yardım edenlerle onları inkar edip Allah ve Resullerine düşman kesilenler arasında amansız bir mücadele yaşanmıştır. Vahyi rehber edinen müminler peygamberleri ile kurtuluşa ererek yücelmiş, inkar ve zulümde inat edenler helak edilerek tarihe gömülmüşlerdir.

Kur’an, toplumları ırk ve sınıflarına göre değil, onları “Allaha karşı sorumluluğunu yerine getirmek” ekseninde değerlendirerek “üstünlüğün takvada olduğu” ilkesini ortaya koyar. Fatiha Suresindeki “ Bizi, nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil” son iki ayet, müminlerin kime benzemeleri gerektiği ve kimlerden uzaklaşmaları gerektiğinin altını çizmektedir. Vahiy, salt bir geçmiş bilgisi vermekle kalmaz.    Toplumların kurtuluşunun veya helakının sınıfsal, ekonomik ve ulusal nedenlere değil, tamamen ilahi ilkelere tavır almakla alakalı olduğu bilgisini verir.

İslami mücadelede doğru bir tarih tasavvurunun olmazsa olmazlarından biri de tarihe adil bir eleştirel yaklaşım sergilemektir. Vahiy, tarihe yön veren ve ümmetlerini tevhide çağıran peygamberlerin hatalarını görmezden gelmemiş, bu tarihi kesitleri sonraki ümmetlerin dikkatine sunmuştur. Adem’in yasak meyveden yemekle, Yunus Peygamberin mücadele alanını terk etmesi sureti ile nefsine zulmettiklerini konu edinen vahiy, Abese suresinde Resulullah’ı uyarmış, Tevbe Suresi 43. Ayette Resulullah’a   Allah seni affetsin. Doğru söyleyenler kimler, gerçekten yalancılar kimlerdir, bunların iyice belli olmasını beklemeden niçin onlara izin verdin?” diyerek savaşa katılmamak için bahane arayanlara izin vermekle hata yaptığı kendisine bildirilmiştir. Tarihi sorgulamamayı ve onu kutsamayı cahiliye olarak tanımlayan vahiy, bunu yapanları ise cahil olarak ilan etmiştir.

Vahiy, tarihin inişli ve çıkışlı bir serüvene sahip olduğunu, bu iniş ve çıkışların zamana değil, toplumların vahyin öğretilerine göre hareket edip etmemelerine bağlı olduğu bilincini verir. Vahye kulak verenler yücelmiş, yüz çevirenler ise alçalarak tarihte yerini almışlardır.

“Ey Muhammed! De ki: "Ben Peygamberler içinde bir türedi  değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben ancak bana vahyedilene tabi oluyorum. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”(Ahkaf:9) ayeti ile Peygamber ve ona inananların bu davada ilk ve yalnız olmadıkları vurgulanmış, bu davanın insanlık tarihi ile eş olan bir geçmişe dayandığı bildirilmiştir. Aynı zamanda müşriklerin ve Yahudilerin kendilerini İbrahim Peygambere nispet etmelerinde haksız olduklarını örnekleri ile anlatmıştır. Bu gün dahi kendi ekollerinin bakış açılarını geçmişe dayandırmaya çalışan yapıların varlığına şahit olmaktayız. İslami mücadeleye yön verenlerin, tarihte tevhid ve şirk mücadelesinin seyrini iyi tahlil etmeleri, bu mücadelenin her devirde benzerlikler arz ettiğini görerek geleceği bu bilinçle inşa etmeleri gerekir. Geleceğin tarihini yazmak, geçmişin tarihini yazmaktan geçer.

Geçmiş ve gelecek, önceden yazılmış bir kader değildir. İlerlemek ve gerilemek, toplumların vahye karşı duruşlarına bağlıdır. İradelerini kullanarak vahyin öğretileri doğrultusunda hareket edenler, sağlam bir gelecek inşa edebilirler. Mehdi’yi bekleyenler, işleri başkalarına ve başka devirlere havale edenlerin geleceği inşa etmeleri beklenemez. Geleceği inşa etmek bizim elimizdedir. Kurtuluş reçetesini Resulullah 22 yıllık risalet devrinde pratik olarak yazmıştır. Bu öğretiyi iyi inceleyen Afgani, El Benna, Mevdudi ve Seyyid Kutup gibi İslami Hareket önderlerinin çalışmaları geleceği kurmaya aday olanlar için büyük birikimlerdir.

Kur’an kıssaları salt bir tarihi bilgi vermeği amaçlamaz. Verilen tarihi kesitlerden ders alarak sahih bir gelecek inla etmenin yolunu gösterir. İbrahim – Nemrut ve Musa – Firavun kıssaları egemenlere daveti götürmenin fıkhını, Ashab–ı Kehf kıssası iman iddiası ve samimiyeti, Salih Kul kıssası birlikte yola çıkma fıkhını, yine Kehf suresinde geçen bahçe sahibi iki kişinin kıssası ise bize mülk tasavvurunu öğretmektedir.

Tarihi süreç, toplumsal kurumlaşma ve belli hedeflerin gerçekleştirilmesi için bir imkan zemini olduğu kadar, bireysel arınma ve tekamül için de temel bir süreci içerir.

Soruların cevaplanmasının ardından gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbete devam edildi.

hamdullah_dargin-20150123-01.jpg

hamdullah_dargin-20150123-02.jpg

HABERE YORUM KAT

3 Yorum