1. YAZARLAR

  2. Davut Dursun

  3. 'Beyefendi, halk dört yılda bir fikrini söyler; her gün fikrini söyleyen
Davut Dursun

Davut Dursun

Yazarın Tüm Yazıları >

'Beyefendi, halk dört yılda bir fikrini söyler; her gün fikrini söyleyen

27 Mayıs 2008 Salı 04:35A+A-

Basında yer alan yazılarda bir yandan devrik iktidar mahkum ediliyor diğer yandan ise darbeye meşruiyet zemini oluşturulmak çabası dikkat çekiyordu. İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinin aktif rol oynadıkları süreçte aydınların ortaya koydukları darbe yanlısı tutum ve destek, Türk demokrasisi için ciddi bir sorun oluşturmuştur. Aydınlar da, basın mensupları gibi demokrasi süreci ile ilgili olarak ilkesel değil pragmatist bir davranış göstermişlerdir.

Türkiye'de çok partili dönemde ortalama onar yıllık periyotlarla gerçekleşen darbeler, basının ve aydınların demokratik duruşlarının test edilmesine imkân veren önemli tarihsel/siyasal olaylar olarak değerlendirilebilir. Normal ve sorunsuz dönemlerde demokratik değer ve kurumlardan yana tavır takınan ve tercihlerini ortaya koyan kesimlerin asıl duruşları olağanüstü dönemlerdeki konumlarda ortaya çıkıyor. Darbe, müdahale, muhtıra vb. adlarla demokratik süreçlere yönelik olarak gerçekleşen olağanüstülükler, demokratik duruş, tutum ve davranışların samimiyet derecesini belirleme noktasında büyük bir fırsat sunmaktadır. Demokratik sistemin ve süreçlerin özde bir "demokratik kültür" ve bundan neşet eden demokratik tutum ve davranış formları gerektirdiği çokça vurgulanan bir husustur. Zira pek çok toplumda demokratik kurum ve yapılar mevcut olmasına rağmen sağlıklı bir demokratik hayatın teessüs edemeyip demokratik süreçleri işletmenin çeşitli zorluklarla karşılaştığı gözlenmektedir. Demokratik kültür ve değerleri yeteri kadar içselleştirememiş, buna uygun tutum ve davranışlardan mahrum toplumlarda demokratik kurum ve süreçleri işletmenin zor olduğu, öncelikle sorunun yapısal olmaktan çok kültürel olduğu kabul gören bir görüş olarak öne çıkmaktadır.

Çok partili dönemdeki darbeleri ve müdahaleleri bu açıdan okumak ve değerlendirmek mümkün olabilir. Demokratik süreçlere siyaset dışı çevrelerden yönelen çeşitli baskı ve müdahaleler toplumun etkin kesimlerince nasıl karşılanmakta, ne tür bir tavır gösterilmektedir? Toplumun etkin kesimleri olarak öne çıkan aydınlar ve basın dünyası halkın siyasal temsil yetkisini alan ve iktidarı kullanma hakkına sahip siyasi kadrolara atanmışlardan gelen baskı ve müdahaleler karşısında nerede durmakta, nasıl bir davranış formunun içinde bulunmaktadırlar?

27 Mayıs 1960 darbesi, Türkiye'de gerçekleşen ilk darbe olmamakla birlikte çok partili dönemde gerçekleşen ilk darbe olması, sonuçların kalıcı ve toplum yapısı üzerinde sürekli olması bakımından daha önemlidir. Zira bu darbe sonrasında tesis edilen olağanüstü Milli Birlik Komitesi rejimi sırasında gerçekleştirilen kurumsal ve zihinsel yapılanmanın süreklilik arz etmesi siyasetin önemli bir niteliği olarak belirmiştir. 27 Mayıs bir yandan Atatürk döneminin en önemli normatif metni olan 1924 Anayasası'nı yürürlükten kaldırmış ve yeni bir iktidar örgütlenmesini gerçekleştirmiş diğer yandan da kendisinden sonraki olağanüstülüklere ve müdahalelere örnek oluşturmuştur.

DP ile basın arasında iplerin kopma sebepleri

27 Mayıs darbesiyle iktidardan uzaklaştırılan ve Yassıada Mahkemeleri'nde yargılanan Demokrat Parti'nin (DP) 14 Mayıs 1950 tarihindeki genel seçimde iktidara gelmesinde özellikle basının büyük desteği olmuştur. Yirmi yedi yıl devam eden tek parti yönetimi sırasında basın özgürlüğü çok ciddi sınırlama ve baskılara maruz kalmıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında demokratik ülkeler blokunun öne çıkması ve totaliter/otoriter rejimlerin savaşı kaybetmeleri Türkiye'de de tek partili sistemin sonunu getirmiş ve çok partili sisteme geçme konusunda önemli adımlar atılmıştı. Tek partili sistemin aktif aktörü Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yanlısı olmayan basın demokratikleşme yönünde atılan adımları ve gelişmeleri desteklemiş, otoriter rejimin liberalleştirilmesi için büyük destek vermiştir. Cumhuriyet döneminin ilk çok partili genel seçimi olan 1946 genel seçimi ile muhalefet partisinin de Meclis'te temsil yetkisini alması 1946-1950 döneminde iktidar-muhalefet ilişkilerinde basının da bir tarafta yer almasına imkân vermiştir. Bu mücadelede basın genel olarak özgürlüklerden ve liberalleşmeden yana olan muhalefetin yanında yer almış ve iktidar partisinin otoriter/totaliter politikaları karşısında güçlü eleştiriler yöneltmiştir.

DP'nin topluma vaatleri arasında basın özgürlüğü önemli yer tutuyordu. Tek parti yönetiminin baskı ve sınırlamalarından bunalan basın için DP özgürlüklerin önünü açacak tek siyasi hareket olarak görülmüştü. DP programının hazırlanmasında basın mensuplarının önemli katkıları olmuştur. Parti genel merkezinde gazeteciler iç içe çalışmışlardı. DP iktidar olduktan sonra basın, kendisine vaat edilenlerin gerçekleşmesini bekledi. Menderes iktidarının ilk yıllarında çıkarılan Basın Kanunu, basın mensuplarının katkılarıyla çıkarılmıştı.

DP'nin basınla iyi ilişkileri 50'li yılların ortalarına kadar sürmüş ve bu tarihten sonra basın-iktidar ilişkilerinde ciddi sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Menderes iktidarının basınla yollarının ayrılmasında pek çok faktör etkili olmuştur. Ancak en önemlisi basının kendisine verilenlerle yetinmemesi ve daha geniş imkânlar istemesiydi. Ekonomik sorunların uç vermesi, CHP yanlısı bürokrasi ve aydınların iktidara karşı sürdürdükleri acımasız muhalefetleri, CHP'ye yönelik iktidarın tasarrufları ve iktidarın basından umulanı bulamaması bunda etkili olmuştur. İlk dönemde özgürlük ve serbestlik konusunda ittifak eden kesimler ilerleyen yıllarda serbestliğin bütün toplum kesimlerine verilmesinden rahatsızlık duymaya başladılar. CHP'nin özellikle 1957 seçimlerinden sonra yöneldiği yıkıcı muhalefete basın da destek vermeye başlayınca basın özgürlüklerinin sınırlandırılmasına yönelik politikaların devreye sokulması ve bu çerçevede hükümeti eleştiren gazetecilerin toplum basın mahkemelerinde yargılanmaları DP-basın ilişkilerini temelinden sarsmıştır. DP iktidarı her ne kadar kendi yanlısı bir basın oluşturmaya çalıştıysa da muhalif basın daha da güçlenmiş ve özellikle CHP bunu iyi yönetmesini bilmiştir. 27 Mayıs darbesi öncesinde sıkıyönetimin ilan edildiği illerde basın özgürlükleri daha da sınırlandırılmış ve basın adeta nefes alamaz hale gelmiştir. Başbakan A. Menderes'in zaman zaman basın patronlarıyla sürdürdüğü toplantı ve iyi ilişkiler yeterli olmamış, gazetecilerin CHP ile ilişkileri devam etmiştir. Her fırsatta millete dayandığını ve "milli irade"yi temsil ettiğini söyleyen iktidar, halk dışındaki toplum kesimlerini dışlayıp basını baskı altına almaya çalışmakla basın ve aydınların muhalefete sığınmasının mahzurlarını hesap edememiştir. O koşullarda DP'yi ve Menderes'i eleştirmek bir tür iftihar vesilesi olarak kabul ediliyordu. CHP arkasına hem basını, hem de üniversiteyi alarak muhalefet yapıyordu. Aydınlar ve basın kendilerini CHP'ye daha yakın görüyorlardı. İlişkiler öylesine gerilmişti ki Tahkikat Komisyonu'nun araştıracağı konuların başında CHP ile basın geliyordu. Bu ortamda basının iktidar karşısına geçmesinde şaşılacak bir şey yoktur.

Şevket Süreyya Aydemir'in Başbakan A. Menderes'e karşı şu sözleri darbe öncesinin ortamını yansıtması bakımından açıklayıcıdır: "Beyefendi siz halk halk diyorsunuz. Halk dört yılda bir fikrini söyler. Her gün fikrini söyleyen güçler var. Ordu her gün fikrini söylüyor. Basın, partiler, entelektüeller her gün fikrini söylüyor. Bunlar sizinle beraber değil. Siz her gün fikrini söyleyenleri bırakıp dört yılda bir konuşan güce dayanıyorsunuz, kaybedersiniz!" (D. Dursun, Ertesigün, İstanbul, 2000, s. 33)

Darbe sonrasında basın ve aydınların tutumunun darbeden yana olmak şeklinde belirmesi şaşırtıcı değil. Zira darbe ile iktidardan indirilen hükümet basına ve aydınlara karşı baskı politikaları uygulamış, özgürlükleri ciddi şekilde sınırlandırmıştı. Nitekim darbe günü ancak akşam baskılarını yapabilen gazeteler darbeyi büyük bir sevinçle ve mutlulukla karşılamış "ordu millet el ele" manşetleri atmışlardır. Her geçen gün geliyorum diyen darbenin önüne geçilmesi mümkün olmamış, karşılıklı restleşmeler, inatlaşmalar ve basiretin bağlanması darbeye davetiye çıkarmıştı. Basın ve aydınların darbe ve darbecilerin hizmetine girmesinde özellikle son bir ay içerisinde yaşananların büyük etkisi olduğu kesin olmakla beraber bu duruşun özünde ciddi bir demokrasi noksanlığı ve demokrasinin yeteri kadar özümsenmemiş ve içselleştirilmiş olmamasının etkisi olduğu açıktır. Özellikle aydınların zamanın ruhunu iyi analiz ederek dünyanın gittiği yöndeki demokrasiyi benimseyip ilkesel bir duruş göstermeleri, demokrasilerin en temel ilkesinin iktidarların seçimlerle değişmesi gerektiği, seçim dışında herhangi bir müdahale veya baskı ile seçilmiş iktidarları uzaklaştırmanın kesinlikle kabul edilemeyeceğini savunmaları ve bu görüşün yanında durmaları gerekirken bu ilkesel duruş gösterilememiştir. Aslında 27 Mayıs darbesinden sonraki müdahaleler dikkate alındığında o yıllarda bu ilkesel eksikliğin fazla şaşırtıcı olmadığı söylenebilir.

Daha on yıl önce DP'ye ciddi destek veren gazeteler ve gazeteciler şimdi karşısına geçmiş ve darbecilerin yanında yer alıp onlara övgüler düzüyorlardı. DP'ye destek verenlerden biri olan Dünya Gazetesi sahibi Bedii Faik darbe sonrasındaki ortamı şu cümlelerle anlatıyor: "...Suyun önüne bent yapılmış. Ordu gelmiş tekmeyi vurup yıkmış, gürül gürül akmaya başlamış. Sular duruluncaya kadar, hiçbirimiz kendimizde değildik. Açık söyleyeyim hepimiz kendimizi kaybetmişizdir. Adama hırsız, uğursuz, namussuz de. Çaldı, çalmadı, eroin kaçakçısı de. (...) Tahkik etmeye imkân yok, lüzum da yok. Ne kadar mahvederseniz o kadar kârlısınız gibi..." (D. Dursun, Ertesigün, s. 57) Böyle bir ortamda haberin doğrusunu beklemek elbette mümkün değil. Herkes düşene bir tekme de benden anlayışı içerisinde hareket etmiş, çeşitli baskılar ve sınırlamalar nedeniyle yazılamayanlar misli ile ve abartılarla yazılmaya başlanmış, yayınlamayanlar ardı ardına yayınlanmıştır. DP'ye yönelik hakaretler, aşağılayıcı ve küçültücü yayınlar itibar vesilesi olmuştur. Darbe ile anayasayı yürürlükten kaldıran darbeciler ve onlara destek veren basın ile aydınlar devrik hükümete karşı akla ve hayale sığmayan suçlamalar yöneltmişlerdir. Suçlamaların başında anayasayı ihlal etmek, çoğunluk diktatörlüğü kurmak, Meclis'i zümre menfaatleri için şahsî nüfuz ve ihtiras müessesesi haline getirmek, yüzlerce öğrenciyi öldürmek, cesetlerini çukurlara atmak, kıyma makinelerinden geçirmek gibi konular geliyordu. Gazeteler bunlarla ilgili yazılar ve haberlerle çıkıyor, devrik hükümetin halk nezdinde mahkum edilmesi için büyük gayret gösteriliyordu.

27 Mayıs'ın diğer mirası: Darbeci aydınlar

Genelde DP iktidarına karşı bir duruş gösteren aydınlar iktidarın politikalarını Cumhuriyet ideallerinden bir sapma olarak görmüş ve karşı çıkmışlardır. Karşı oldukları iktidarı deviren darbeye de büyük bir destek verme konusunda tereddüt göstermemişlerdir. Darbeden sonra basında yer alan yazılarda bir yandan devrik iktidar mahkum ediliyor diğer yandan ise darbeye meşruiyet zemini oluşturulmak çabası dikkat çekiyordu. İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinin aktif rol oynadıkları süreçte aydınların ortaya koydukları darbe yanlısı tutum ve destek, Türk demokrasisi için ciddi bir sorun oluşturmuştur. Aydınlar da, basın mensupları gibi demokrasi süreci ile ilgili olarak ilkesel değil pragmatist bir davranış göstermişlerdir. Karşı oldukları, politikalarını benimsemedikleri seçilmiş iktidarın bir askerî darbe ile uzaklaştırılmasının meşruiyetini oluşturmak kendilerine kalmış ve bu davranışlarını demokratik süreçle bağdaştırmaya çalışmışlardır.

İlk olmaklığı nedeniyle 27 Mayıs darbesi karşısında basının ve aydınların takındıkları tavır ve gösterdikleri duruş, daha sonraki müdahalelerde bir tür örnek model oluşturmuştur. Ne var ki hem basının hem de aydınların çeşitlenmesi, demokratik siyasal kültürün yerleşip pekişmesi ve demokratik süreçlerin kurumsallaşması yönündeki gelişmeler 27 Mayıs sonrasındaki müdahalelerde giderek artan oranda darbelere karşı ciddi bir duruş gösteren bir kitlenin de ortaya çıktığını görmekteyiz. Hâlâ bu yönde darbelerden ve müdahalelerden yana olan belli medya ve aydınlar kesiminin bulunması Türk demokrasisinde kurumsallaşma ve demokratik kültürün özümsenmesi sorununun varlığına işaret etmektedir. Türk medyası ve aydınları demokrasi için gerekli olan ilkesel bir duruşa sahip olma noktasında ciddi bir zaaf içerisinde bulunduğunu ortaya koymaktadır. Türk siyasetini aydınların bu niteliği açısından da okumak mümkündür.

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT