1. YAZARLAR

  2. Mehmet Görmez

  3. Beşeri coğrafyada din - 2
Mehmet Görmez

Mehmet Görmez

Yazarın Tüm Yazıları >

Beşeri coğrafyada din - 2

10 Ocak 2012 Salı 00:14A+A-

Bugün pek çoğumuz için oldukça heyecan verici sayılabilecek gelişmelerin aslında şaşılacak bir yanı olmadığı açıktır.

Görece geri çekilme şeklinde tasvir edilebilecek bir duraksama ya da bastırmanın ardından din tekrar aynı soğukkanlılık içinde tabiri caizse insanın vicdanı olarak, hayatın kalbi olarak arzı endam ediyor. Aslında örtbas edilemeyecek pek çok şey var ve bütün bunların arkasında dinin ne düzeyde rol oynadığı konusunda ihmal edilmemesi gereken açıklıkta bir analize her zaman ihtiyaç var. Bugün dünya ölçeğinde Vatikan'ın rol ve beklentileri nasıl göz ardı edilebilir? Doğu Bloku ülkelerinde ortaya çıkan yeni bölünmelerde dinî yönelimlerin, mezheplerin ve dinsel siyasî aktörlerin hiç mi etkisi yoktur? Ya da Ortadoğu'da meydana gelen olayların mükevvenatında Yahudiliğin, İslamiyet ve Hıristiyanlığın rolü nasıl ihmal edilebilir? Aynı şekilde Afrika'nın eski ve yeni kolonyalizm süreçlerinde bu coğrafyalara çoktan ulaşmış Hıristiyan misyonerlerin siyasî payları göz ardı edilebilir mi?

Tabii ki böyle bir tartışmada Bosna'yı, Kudüs'ü, hatta yeni zamanların "Arap Baharı"nı hatırlamak gerekecektir. Aynı şekilde İngiltere'yle İrlanda arasındaki tarihsel husumetin arka planına sinmiş dinsel-mezhepsel görüş ayrılıklarını, yer yer etnik kimliklerle özdeşleşmiş karşıt dinî söylemleri unutmamak gerekir. İspanya iç savaşında ya da Kore'nin bölünmesinde perde arkasındaki devasa güçlerin çatışmasında esaslı enstrümanın din olduğu gerçeği unutulabilir mi? Tüm dünyayı derinden sarsan gerilimlerin arkasında birer motivasyon aracı olarak seferber edilmekten geri bırakılmayan dinler Haçlı seferlerinden beri hâlâ aynı işlevleri koruyarak varlıklarını sürdürüyorlar. 11 Eylül saldırılarıyla birlikte tüm dünyada dikkat çekici bir ayrışmanın konusu haline getirilen İslam konusu da aynı çerçevede gündemde tutulmaktadır. İlginç bir şekilde Avrupa Birliği konsepti için iddia edilen özel bir birlik tasavvurunu haklı çıkaracak kimi çıktılara da artık rahatlıkla ulaşabiliyoruz. Tabii ki burada söz konusu edilen Avrupa Birliği'nin ne olduğu, hangi siyasal ya da kültürel referanslara gönderme yaptığı değildir. Burada vurgulamak istediğim, büyük bir tecrübe olarak bu birliğin de sonuçta kendi dinsel müktesebatının ağırlığını hiçbir şekilde göz ardı edememiş olmasıdır. Nitekim AB Anayasası'nın hazırlanması sürecinde bile bu husus en çok konuşulan konulardan birisi olmuş ve hiç olmazsa anayasanın dibacesine az önce ifade ettiğim hususların yer alması noktasında hatırı sayılır bir çoğunluğun ısrarcı olduğu dikkatlerden kaçmamıştır.

Esasen 11 Eylül sonrasında münferit bir terör olayından bütün bir İslam dünyasını sorumlu tutacak kadar oldukça geniş bir cephede açıkça yaylım ateşine tutulan Müslüman varlığını da bu çerçevede okumak gerekecektir. Irak ve Afganistan müdahaleleriyle şekillenen 'yeni dünya' tasavvurunda Batı'nın ve Doğu'nun hiç de mütecanis olmayan halkları acaba dinlerini, dinî inanç ve sembollerini hangi çerçevede ele alıyorlar?

Bütün bunları, tek tek niyetleri ne olursa olsun dinin birbirinden farklı coğrafyalarda ne tür siyasetlerin içinde konuşlandığını belirtmek için sıraladım. Daha derin olanı ise dinin hayatın gerçekliğindeki sahici rolüdür. Hakikatte din tek başına ne bireysel ne de toplumsal görüntülere hasredilebilir. Onun sosyolojik gerçekliği topluma yansırken deruni boyutları da bireyin iç dünyasını tanzim etmektedir. Bu hakikatin farkında olmak, ulusal ve uluslararası düzeylerde ortaya çıkan gerilim ve çatışmaların tabiatına karşı geliştirilecek siyasetlerde bütün bu süreçlerin temel bileşenleri arasında yer alan din olgusunu dikkate almayı gerektirir.

MEZHEPLERİ YANLIŞ YORUMLAMAK

Bugün ülkemizin yakın çevresinde oluşan siyasal refleks, gerilim ve çatışmaların arka planını değerlendirirken din gerçeğini göz ardı etmek mümkün değildir. Bölge ölçeğinde birbirleriyle açıkça rekabete yeltenen kimi dinî grup ve yaklaşımların uluslararası siyasette üstlendikleri roller her haliyle dikkat çekicidir. Üzülerek belirtmek isterim ki yakın çevremizde İslâm'ın tarihsel bölünmesi bir kez daha aktüelleştirilmek istenmektedir. Gerçekleştirilmek istenen siyasî ve coğrafî bölünmelere mezhep ayrımları mesnet kılınmak istenmektedir. Kaldı ki bu bölünmede modern zamanların ürünü olarak açıkça öne çıkan dinî metinleri hayatın gerçeklerinden kopararak kanun metni hâline getiren bir yorumun, kendisini Sünnîliğin yerine ikame etme çabası asla göz ardı edilmemesi gereken bir husustur. Bu bağlamda hem Şiî hem de Sünnî aktivizm bölgesel güç dengelerini hesaba katacak şekilde rol, pozisyon ve nüfuz arayışını açıkça genişletme çabası içindedir. Her biri İslam'ın farklı yorumlarından beslenen mezhep ve meşrepler, başta Şiî ve Selefî akımlar örneğinde görüldüğü üzere açıkça kendilerini İslâm'ın üst temsili olarak lanse etme çabası içine girmişlerdir. İslam'ın değişik yorum ve uygulamalara açık varlığı bütün zamanlarda meşru olarak telakki edilse bile onun dünya ölçeğindeki itibarını zayıflatıcı adımlara karşı özenli davranmak bugün her Müslüman'ın başta gelen görevi olmalıdır. Artık yeni bölünmelere, yeni krizlere kapı aralayacak ayrışma noktalarından uzak durmak ve Müslümanların yüksek çıkarları söz konusu olduğunda onu her türden ayrıştırıcı/parçalayıcı akım ve eğilimlerden korumak gerekmektedir. Esasen Diyanet İşleri Başkanlığımız da daha kuruluşundan itibaren İslam'ın farklı yorum geleneklerinden herhangi biriyle kendini özdeşleştirmeksizin, mezhep, meşrep ve siyaset üstü yapılanmasıyla tüm Müslümanlara hizmet etme çabası ve gayreti içinde olmuştur. Bu çerçevede bölgemizde meydana gelen sorunların aşılmasında da herhangi bir yorumu ve pratiği esas kabul etmek yerine İslam'ın saygın konumundan hareketle bir üst söylem çerçevesinde kalmaya dikkat ederek olay ve olguları değerlendirmek gerekir. Nihayet İslam'ın yerel ve bölgesel dinamiklerle yoğrulmuş sosyolojik gerçekliğini ihmal etmeksizin bütün bu detaylardan bağımsız bir İslam telakkisiyle sorunların ele alınmasına ihtiyaç had safhadadır.

Öte yandan Türkiye'nin dünya ölçeğinde artan rol ve itibarı bölgedeki dinî söylemlerin rekabet çıtasını da yükseltmeye yetmiştir. Türkiye, Cumhuriyet öncesinden başlamak üzere kendi geleneğinden ürettiği çağın yorumunu şu anda daha güçlü bir şekilde savunabilir hale gelmiştir. Biz bu gücün, yorumun kendi gücünden beslendiğine, İslam dininin önerdiği tasarının makuliyetinden, ahlakiliğinden ve tüm insanları kucaklayıcılığından beslendiğine inanıyoruz. Bu yüzden önyargıları bir yana bırakıp bu öneriye ve bu güçteki diğer tüm önerilere kulak vermemizi temenni ediyorum.

İzin verirseniz bu vesileyle Diyanet İşleri Başkanlığımıza yönelik olarak dünya ölçeğinde artan teveccühe vurgu yapmak isterim. Sahip olduğu denge, derinlik ve yüksek düzeylilik hiç kuşkusuz tüm dünyada hatırı sayılır bir ilgiye mazhar olmasına yol açmıştır. Türkiye'nin din alanına açtığı özgürlükçü ve rasyonel imkânlar, huzur ve saadetin toplumsallaşmasında son derece güçlü katkılara yol açmıştır. Kimi muğlâk politikalar eşliğinde din alanının sınırlarını daraltmaya yönelik adımlar olsa da -şükürler olsun- artık günümüzde din, bir huzur ve ferahlık arayışının kaynağı olarak teyit edilmiştir. Kendine özgü laikliği ve formel yasalarla kayıt altına alınmış inanç ve düşünce hürriyetiyle Türkiye, hem kendi bölgesinde hem de dünya ölçeğinde saygın bir yapılanmaya öncülük etmektedir. Bugün dünyanın her yerinde kendi varlığını türlü zorluklar içinde idame ettirmeye çalışan ve kimlik kaybına yönelik baskılara karşı kararlılıkla direnen bir olguyu da unutmamak gerekir.

Özellikle Avrupa'da Türkler bulundukları ülkelerin inkârcı ve yer yer asimilasyonist sayılabilecek politikaları karşısında kültürel ve dinsel köklerini koruma konusunda Başkanlığımızın hizmetlerine ihtiyaç duymaktadırlar. Aynı şekilde Osmanlı bakiyesi kardeşlerimiz de Balkanlar'dan Türk cumhuriyetlerine kadar yayılan geniş bir spektrumda kendi aidiyet ve referanslarının tahkim edilmesi için çaba göstermektedirler. Şii ve selefi yorumları İslâm'ın kendisi kabul eden bazı ataklar bu coğrafyalar üzerinde Türkiye'nin etkisini kırma çabasındadır. Bütün bunlara dünya ölçeğinde sistematik bir dile kavuşturulan geleneksel oryantalizm ve modern İslamofobia tezahürlerini de eklediğimizde durumun vahameti bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanlığı sadece ülke içinde değil, ülke dışında da kültürel ve dinsel müktesebatın koruyucu kalkanı olmaktadır. Başkanlığımız, bütün bunları gerçekleştirirken ülkemizin yarım yüzyıllık ilahiyat birikimini de yanına olarak ve hiç kuşkusuz herhangi bir siyasî iradenin etkisiyle değil, mezhepler ve siyasetler üstü bir tecrübe zenginliğiyle adımlarını atmakta, tarafgirlik yerine saygınlığını koruyan bir hakemliği tercih etmektedir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT