1. YAZARLAR

  2. Abdurrahman Dilipak

  3. Ben Müslümanlardanım!
Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Yazarın Tüm Yazıları >

Ben Müslümanlardanım!

11 Ekim 2013 Cuma 15:35A+A-

Evet, ben Müslümanlardanım (elhamdülillah).. Ama her zaman Müslümanlardan yana mıyım?

Evet, eğer Müslümanlar “Müslümanca şeyler” yapıyorlarsa, ben her zaman onlardan yanayım. Ama onlar Müslüman da olsalar,  Müslümanca şeyler yapmıyorlarsa onlardan yana değilim.

Hem mazlum olup, hem de zulüm yapmak mümkün. “Ama onlar mazlum” diyebilirsiniz.. Mazlum da olsalar, eğer başkalarına zulüm ediyorlarsa, mazlum olmak, başkalarına zulmetme hakkı vermez.. Haklı gerekçelerimizin olması, haksızlık yapma hakkı vermez hiç birimize..

Sonuçta haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa..

Öyle buyuruldu kitapta değil mi: “Bir topluluğa olan düşmanlığınız, sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin”!

Müslüman Müslümanla cedelleşecek olursa, arasını bulacağız. Anlaşmaya yanaşmayan ve haksızlığında ısrarcı olana karşı da direneceğiz..

Tabii bunun için zanlarımızı, din büyüklerimizi ilah ve rab ya da din edinmeyeceğiz..

Bakın, dincilik, mezhepçilik, hemşehricilik, kabilecilik, lidercilik, mutlak anlamda belirleyici konuma yükselttiğiniz her türlü taraftarlık ırkçılıktır!

O her ne ise, her şey ona göre, onun için ve onun tarafından yapılacaksa, o şey Allah’tan başka her ne ise, o Put’tur! “Din büyüklerimizi İlah (hüküm koyucu) ve Rab (terbiye edici) edinmeyin” denmedi mi bize!

Masiyette itaat yoktur.

Aklınızı kimseye kiraya vermeyin.

Allah’tan başka hidayete erdirme gücü kimsede yoktur. Kalplerin ve mülkün sahibi O’dur! Kalpleri çeviren O’dur!

İslam düşmanları, bizim üzerimizde otorite sağlama konusunda umutlarını kaybetmeye başladılar. Filistin direnişi, Suriye direnişi ve Mısır direnişi bu anlamda İslam ümmeti için bir mektep oldu! Şimdi bütün umutları, bizim zaaflarımız, tefrika üzerine kurulu.

Daha önce de yazdım. Şimdi de yazıyorum: Tefrikadan sakınalım.. Benim bir diğerine uzaklığım, onların bana uzaklığına eşittir. Benim fikirlerim onlara ne kadar yabancı geliyorsa, onların fikirleri de bana o kadar yabancı. Biz birbirimizin ilahı ve Rabbi değiliz. Allah’tan başka kimse bizim ilahımız ve Rabbimiz olmadığı gibi, biz de kimsenin ilahı ve Rabbi değiliz.. Hem “bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin gerçeği bir gün bize gösterilmeyecek mi?” “Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır olabileceği” konusunda uyarılmadık mı?

İslam ümmeti 3 gelenek üzerinde varlığını sürdürüyor. Sünni/Sufi gelenek, Sünni/Selefi gelenek ve Şia.. Biri ehlibeyt sevgisinden yola çıkıyor, bir diğeri nebevi geleneği, Selefi anlayışı, ötekisi ise hikmet ve safiyeti, mekarimi ahlakı kendine şiar edinmiş durumda..

Sünni geleneğin en önemli imamlarından biri olan İmamı Hanefi, İmam-ı Caferi Sadık’ın hem üvey oğlu hem de talebesi değil mi?

Aslında temel kaynak farklı değil. Selefi geleneği reddeden bir ehlibeyt, ya da takvaya ulaşmak için safiyet ve ahlaki erdemi reddeden bir Müslüman anlayışı olabilir mi?

Gel gelelim, bugün, maalesef bu üç gelenek, birbirini tekfir ediyor.

İşin gerçek yanı ise, birbirine yönelttikleri eleştirilerde büyük ölçüde haklılık payı olması..

Aslında biz hepimizin İslam kardeşliğinde buluşması için, Allah, Resul ve Kitabı kendimiz için rehber ittihaz etmemiz gerekmiyor mu? Nas ile sabit olan bir konuda içtihada yer olmaz.. O zaman derdimiz ne! İttifak ettiğimiz zaman birlikte hareket eder, ihtilaf ettiğimiz zaman birbirimizi mazur görürüz.. Ama olmuyor işte. İstişare ve şûradan uzaklaştık. Hakeme de gitmiyoruz. Din büyüklerimiz bizi Allah’a Resul’e ve Kitaba çağırıyorsa, ümmetin bütünlüğüne çağırıyorsa, onlar veresetül embiyadır, tamam, ama bizi kopartıyor, ayırıyor ve aramızdaki muhabbeti kesiyorsa, bu din büyükleri o zaman bize ilahlık ve Rablik taslamış olmuyorlar mı? O zaman biz de o din büyüklerini ilah ve Rab edinmeyelim..

Bugün ümmetin önündeki 3 bela, cahillik, fakirlik ve ahlaksızlık.. Bunun sonucu olan büyük bela, en büyük felaket, tefrika. “Tefrika girmeden bir millet düşman giremez, toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” Allah (cc) tefrikaya düşmeyin buyurmadı mı, bizi kardeş ilan etmedi mi? İstişare ve şûrayı farz kılmadı mı? Saflarınızı sık ve doğru tutun demedi mi, Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, tefrikaya düşmeyin demedi mi, bizi ateşin dokunması konusunda uyarmadı mı?

Muhkemleri bırakıp müteşabihlerin peşine takılıyoruz. Tefsir etmek yerine te’vil ediyoruz. Kendi yorumumuzu, nasın yerine ikame ediyoruz. Allah korusun..

Şeytan (LA), Kur’an’ı değiştiremiyor ama, bizim anlayışımızı değiştiriyor..

Eğer tefrikaya düşersek rüzgarımız kesilir, şeytanın askerlerine av oluruz.. Cahilliğimiz ve öfkemiz şeytanın askerlerinin umudu olur..

Unutmayalım ki, cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşenir bazan..

Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah (cc) hayır murat etmiş olabilir.. Ve son pişmanlık fayda vermez. Onun için aklımızı başımıza toplamamız gerek..

İktidar ve servet, makam ve mevki, şöhret hırsı bizi yaralıyor.. Aman dikkat!

Bizler Müslümanız. Kardeşiz. Birbirimize şahid tutulacağız. Bir birbirimizin velisiyiz. Aramızda işlerimiz istişare ve şûra ile olmalıdır..

Selâm ve dua ile..

YENİ AKİT

YAZIYA YORUM KAT