1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Belediye Başkanları Muhtar Olabilecekler mi?
Belediye Başkanları Muhtar Olabilecekler mi?

Belediye Başkanları Muhtar Olabilecekler mi?

Kararsızlığın, belirsizliğin hâkim olduğu anlarda dahi onların uykuları; kilitlenmiş "hayır" kapılarını açabilen istihâre uykusudur.

03 Aralık 2018 Pazartesi 19:41A+A-

Mustafa Özbilge, Taraklı Ajans sitesinde yazdığı makalede, Sakarya’nın Taraklı ilçesi gibi küçük belediyelerin, Büyükşehir Belediyeleri tarafından nasıl işlevsiz hâle getirildiğini kaleme almış:

Elma ağacından elma, armut ağacından armut beklenir. Gerçi aynı mevsimin iki meyvesi olan ayva ve muşmulayı doğru aşıladığınızda, tek bir ağaçtan iki ürünü birden toplayabilirsiniz. Yûnus Emre: "Çıktım erik dalına/Anda yedim üzümü/Bostan ıssı kakıyıp/Der ne yersin kozumu" diyerek eriğin, üzümün ve cevizin nereden, nasıl yenileceği noktasında meselenin çok ciddi bir usûl tartışması olabileceğine dâir işaretler de vermiştir. Dolayısıyla neyin, nereden, nasıl yenileceği basit bir iş değildir.

Elmayla armudu karıştıracak kadar bulanık bir zihne sahip değilim. Belediye başkanı, belediye başkanıdır. Muhtar da muhtardır. Öyleyse neden bu yazıya, belediye başkanlarının muhtar olup olamayacaklarına dair -ilk anda kafa karıştırıcı- bir başlık seçtim?

Şunun için...

Taraklı'da, çok zamandır üzerimize ilişmiş bir yabancılık var. Yani kendimizi küçük ilçemizde yabancılar olarak hissediyoruz. Duyan, duygulanan, duyarlı olmaya çalışan kimseler olarak yapılan birçok işten, ya o işin yapım aşamasında yahut yapılıp bitirilme durumunda haberdar oluyoruz. Bu da bizi her defasında yabancı ve büyük(!) bir şehirde -kent mi demeliydim- yaşıyormuşuz hissiyatıyla dolduruyor.

Misal vermek için tekrara düşeceğimi biliyorum, ancak aynı hataya düşmektense aynı örnekleri tekrar tekrar dillendirmeyi tercih ederim. Yûnuspaşa Camii önüne yapılan ödüllü berbat meydan projesine hiç kimse müdahale edemedi. Çünkü bu proje büyükşehir hazretlerinin tasarrufatıyla icrâ edilmişti. Yine Rüştiyeönü'ne ve Hamamönü'ne yapılan çevre düzenlemeleri(!) aynı büyük eller tarafından hoyratça yapılmıştı. Halk ise kendi kasabasında çekilen bu dizi filminde bana da küçük bir rol verirler mi diyerek çalış-maları kenardan kenardan izliyordu.

Kendi müsrif bütçelerinde pek bir şey arz etmeyen meblağlarla, birkaç trilyona mâl edildi bunların hepsi. Mahalle muhtarı, mühndislerle birkaç faydasız teknik tartışmanın dışında meseleyi konuşamayacak kadar dışarıda tutulduğunu, gücünü çokça aşan bir meseleyle karşı karşıya bulunduğunu hemen fark etti.

Taraklı Belediyesi, biz yapmıyoruz, o yapıyor; diyerek bütün mesuliyetten güya kendini sıyırmış oluyordu. Böylece Muhtar(lık) olamadığını da itiraf ediyordu.

Olanlar oldu!..

Şimdi seçimler olacak. İnsanlar belediye başkanı seçilebilmek nâmına vaatlerde bulunacak. Taraklı, kendi muhtâriyetini, yani irade ve idâresini kendi elinde tutabilme özelliğini/özerkliğini gösterebilecek mi? Gösteremeyecekse bu seçimin bir mânâsı var mıdır?

Bir şeyin mânâsını sorgulamak, bugün yapılabilecek en tehlikeli eylemdir. Çünkü mânâ; bir şeyin aslına, hakîkatine doğru, maksatlı bir yürüyüştür. Bizden istenense kastın ne olduğunu gözden ırak tutmamız ve her defasında, bir yerlere güdümlü çalışmamızdır.

Mefhumlarla düşünmeye başladığımızda; meselelerin özüne doğru yönelebilir ve böylece ayartıcı yönlendirmeleri fark edebiliriz. Bugün tek anlama indirgenecek şekilde kullanılan, aslında aynı kökten türemiş birçok kelimeyle birlikte Türkçenin anahtar kelimelerinden biri olarak görebileceğimiz muhtar kelimesine yönelmemiz, bir şeyleri fark edebilmemiz açısından önemlidir. Çünkü düşünmek kavramlarla mümkündür. "Kur'ân'dan Türkçe'ye, Türkçeden Kur'ân'a Kelimeler" başlıklı yazılarımızın yirmi birincisine yönelişimiz de bu gâyeye dönüktür.

Muhtar kelimesi, (ihtiyâr "seçmek, tercih etmek'ten) "beğenilmiş, seçilmiş, seçkin, mümtaz; zor, baskı ve emir altında bulunmayan, dilediği gibi hareket edebilen; özerk, otonom; bir köy veya mahalle halkı tarafından o köy yâhut mahallenin kanunla belirlenmiş idâri işlerini yürütmek üzere seçilen kimse" mânâlarına gelmektedir. Muhtar olma durumunu ifade etmek için kullanılan otonomi kelimesinin karşılığı da muhtâriyet'tir.

Kökü "hayır" olan bu kelime, Hz. Peygamber (a.s) için Ahmed-i Muhtar yani seçilmiş, seçkin Ahmed şeklinde Ümmî Sinân'nın bir beytinde şöyle geçmektedir:

Her kim irdi Seyyid-i Muhtâra oldur bil veli 
Kalbine inzâl ider anun kelâmullâh u nûr

(Her kim o seçkin efendiye Hz. Peygamber'e erdi, bil ki veli odur / Allah'ın kelâmı ve nûru onun kalbine iner)

Muhtar kelimesi, Fâil-i Muhtâr tamlamasıyla: "yaptıklarından sorumlu olacak durumda ve yaşta olan kimse" manasına geldiği gibi, "Allah’ın bütün nesne ve olayları, özellikle insanlara ait ihtiyarî fiilleri iradesine göre yarattığını ifade eden bir tabir"dir.

Tâcizâde Câfer Çelebi'nin bir beytinde kelime şöyle geçer:

Var ümidüm kim zünū ba oluben keffā ret ol
Az zamā nda defʿ ide Hak fā ʿ il-i muhtā rdur

(Ümidim var, günahlara kefârettir o / Az zamanda def eder, Hak fâil-i muhtardır)

İhtiyar kelimesi de aynı kök üzere türetilmiştir. "Seçme, intihap etme, tercih etme; katlanma, kabul etme, râzı olma; kendi isteğiyle hareket etme, iradesini kullanma; iki şey arasında tercihte bulunma" manalarına gelmektedir.

"İnsanın kendi irade ve isteğine bırakılmış" şeye ihtiyârî; "İrade dışı, elde olmadan" olan bir şey için gayriihtiyârî denir. İhtiyar heyeti de (yaşlı heyeti değil): "Köylerde seçimle oluşan ve muhtarın başkanlığında toplanarak çalışan karar organı durumundaki heyet"dir.

İhtiyarın bir başka anlamı: "yaşlı, kocamış kimse"dir. Türkçede, yaşlı insanlar için ihtiyar kelimesinin kullanılması dikkate değerdir. Arapçada yaşlı anlamında kullanılmayan ihtiyar kelimesinin (Türkçenin tesiriyle ammicede hityâr şeklinde kullanılıyor) kökeninde hem "seçme irâdesi" hem de "hayır, iyilik" vardır.

“Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı belâlar üzerinize sel gibi gelirdi” hadîs-i şerîfinin verdiği mesajı yüklenen kelime, Türkçedeki ihtiyardırİhtiyar; bilgisi, tecrübesi, Allah'a olan kulluğu, duâsı ve irfânıyla cemiyetin en saygın, sözü dinlenir en hayırlı insanıdır.

Tâhâ sûresi 13. âyette, Allah'ın Hz. Mûsâ'ya Tuvâ Vâdisi'nde seslendiği kısımda kelime şöyle geçmektedir:

"Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ"

(Ve ben, seni ihtiyar buyurdum/seçtim, şimdi verilecek vahyi dinle)

Duhân sûresi 32. âyette kelime İsrailoğulları kastedilerek şöyle geçer:

"Ve lekadihternâhum alâ ilmin alâl âlemîne"

(Ve şanım hakkı için; biz onları bilerek âlemlerin üzerine ihtiyar eylemiştik)

Edirneli Nazmî, aşağıdaki beyitte ihtiyar kelimesini hem seçmek hem de yaşlı manalarıyla kullanmıştır.

Kanda olsa kim delükanlular eyler şûr işi
Anı itmez ihtiyâr olan kişiler ihtiyâr

(Delikanlılar nerede olsalar kavga çıkarırlar / ihtiyar olanlarsa böyle bir şeyi ihtiyar etmezler, seçmezler)

Kelimenin çoğulu olan ihtiyârât ise "yıldızlardan, bir işin şu günde veya bu günde yapılacağına yâhut yapılamayacağına dâir çıkarılan ve takvimlerde bu isimle gösterilen hükümler"dir.

Aynı kökten gelen bir diğer kelime ise muhayyer'dir. "Müşteriye memnun kalmadığı, beğenmediği takdirde geri getirmesi şartıyla satılan şey; istediğini seçmekte serbest olan kimse" manalarında kullanılmaktadır.

Kelime, Bağdatlı Rûhî'nin bir beytinde şöyle geçer:

Ey dil ol şûha muhayyer deyü çok yaklaşma
Hûblar hâtır-ı ahbâb nedir bilmezler

(Ey gönül, o işveli sevgiliye muhayyer diye çok yaklaşma / güzeller, dostların hatırını bilmezler)

Hatta Türk Mûsikîsi'nde: muhayyer, muhayyer bûselik, muhayyer kürdî gibi birçok makam bulunmaktadır. "Doğu menşeli, şeker renkli bir kâğıt cinsi" de bu muhayyer ismiyle anılmaktadır.

Şeyh Gâlib'in bir beytinde, Türk mûsikîsinde bir makam olan muhayyer sünbüle şöyle geçer:

Beste kıldım sâz-ı efkârı o zülf-i sünbüle
Oldu Gâlib perde-i âhım muhayyer sünbüle

(Sümbül saçı, gam sazına bağladım ve beste yaptım / Ey Gâlib, âh perdesi muhayyer sünbüle oldu)

"Bir kimseyi iki şeyden birini seçme hususunda serbest bırakma" manasındaki tahyir kelimesi de aynı kök üzeredir. Kelime Kalem sûresi (37) 38. âyette geçmektedir. Allah, müşriklere sesleniyor burada:

"Em lekum kitâbun fîhi tedrusûne. İnne lekum fîhi lemâ tehayyerûne"

(Yoksa elinizde okuduğunuz bir kitap var da orada dilediğinizin sizin olacağı mı yazılı? )

Kelime Şinâsi'nin bir beytinde şöyle geçer:

Kader dedikleri halkın murâd-ı Hak'tır kim
Ezelde etti bizi her umûrda tahyir

(Halkın kader dediği şeyler, Hakk'ın irâdesidir / Ezelde bizi bütün işlerde mükellef kıldı)

Hayır kelimesinin çoğulu hıyâr: "İyi, yararlı, üstün olan; bir işi yapıp yapmamakta, bir şeyi alıp almamakta serbest olma, muhayyerlik" manasına gelmektedir. Bu kelime, Farsça kökenli bir kelime olan ve aynı şekilde yazılan bitkiden (hıyar) farklıdır. Muhayyerlik manasındaki hıyar kelimesi Kasas sûresi 68. âyette şöyle geçer:

"Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâru, mâ kâne lehumul hıyaratu, subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûne"

(Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir)

Bütün bu kelimelerin kökeninde hayır vardır. Şerrin zıddı olan hayır, sözlükte: "Her durumda, her şartta herkesin katında iyi ve makbul olan hâl ve iş; maddi veya manevi karşılık beklenilmeden yapılan iyilik, yardım, ihsan" manalarına gelmektedir.

Yine "Hırlı-hırsız" kelimeleri de "hayırlı-hayırsız" kelimelerinin yıpranmış şekilleri olduğu düşünülmektedir.

Kelimenin çoğulu hayrât ise "sırf hayır maksadıyla herkesin faydalanması için yapılan câmi, köprü, sebil, çeşme vb. tesisler, başkalarının yararlanması için vakıf ve tahsis edilmiş olan gayrimenkuller veya mallar" için kullanılır.

Bakara sûresi 103 ve 148. âyetlerde kelimeler şöyle geçer:

"Ve lev ennehum âmenû vettekav le mesûbetun min indillâhi hayrun, lev kânû ya’lemûne"

(Eğer onlar iman edip Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmış olsalardı, Allah katında kazanacakları sevap kendileri için daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi!)

"Ve li kullin vichetun huve muvellîhâ festebikûl hayrâti"

(Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın!)

Kelime, Yûnus Emre'nin bir mısraında şöyle geçer:

Biz dünyâdan gider olduk kalanlara selâm olsun
Bizim için hayır-duâ kılanlara selâm olsun

Türkçede "öyle değil, yok, asla" anlamında kullanılan hayır kelimesi, ifade edilecek olumsuzluğu iyi bir dilekle, dolaylı olarak karşılamaktadır. Hayır demenin, reddetmenin ve inkârın içerisinde hayrın bulunabileceğine dâir inanç, lisâna farklı bir incelik katmaktadır.

İsrâ sûresi 28. âyette, yoksul Müslümanlara kanatlarını geren Hz. Peygamber aleyhisselâmın, kendisinin de maddi sıkıntı yaşadığı ve yoksul insanlara yardım imkânı bulamadığı zamanlarda, fakirlere yardım edemeyecek durumdaysa onlara karşı nasıl davranması gerektiğini bildirmektedir. Âyet, eğer o miskinlere yardım edilemiyorsa buna mukabil ümit verilmesi, teskin edici güzel ve yumuşak sözler söylenmesi, gönül kırmamaya dikkat edilmesi gerektiğini telkin etmektedir.

İşte Türkçedeki hayır/hayr kelimesi, bugün her ne kadar o mânâdan uzaklaşmış gibi gözükse de mânâ olarak aşağıdaki bu ayetin vermek istediği mesajı hâlâ içerisinde saklamaktadır.

"Ve immâ tu’ridanne anhumubtigâe rahmetin min rabbike tercûhâ fe kul lehum kavlen meysûren"

(Eğer elin dar olduğu için Rabbinden umduğun bir rahmeti bekleyerek onlardan yüz çevirecek olursan/sarfı nazâr etmek mecburiyetinde isen, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle)

Kelime, Mehmet Âkif'in bir beytinde şöyle geçer:

Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın? 
Hayır, o nesl-i necîbin , o şanlı evlâdın, 
Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine; 
Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.

Ahyar kelimesi de aynı kök üzeredir. "Hayırlı, iyi, olgun kimseler; fazîlet ve kemâl sahipleri" manasına geldiği gibi "Tasavvufta, dünyanın düzenini sağladıklarına inanılan ricâlü’l-gayb zümrelerinden birine verilen ad"dır. Bu kelime, Sâd sûresi 48. âyette şöyle geçer:

"Vezkur ismâîle velyesea ve zel kifli, ve kullun minel ahyâri"

(Ve İsmail'i ve Elyesa'yı ve Zülkifl'i de yâd et ve hepsi de hayırlılardandır)

Dede Ömer Rûşenî'nin bir kıtasında muhtâr kelimesiyle birlikte kullanılır:

Ahmed-i muhtârdur adun senün
Hem-dem-i ahyârdur adun senün
Mürşid-i ahrârdur adun senün
Reh-ber-i ebrârdur adun senün

(Senin adın seçilmiş Ahmed'dir / Senin adın fazîlet sahiplerinin dostudur / Senin adın hürlerin mürşididir / Senin adın iyilerin rehberidir)

"Devamlı ve çok iyilik eden kimse" için hayyir; "II. Mahmud döneminde bastırılan altın para" için hayriye; "eskiden belli sayıdaki mûteber Müslüman tüccarlara beratla verilen imtiyaz ve ünvanı"na hayriye tüccarı denmektedir.

Aynı kökten gelen istihâre kelimesi de "bir işin hayırlı olup olmayacağını görülecek rüyadan çıkarmak amacıyla abdest alıp duâ okuyarak uykuya yatma" manasına gelmektedir. Kelime Nâbî'nin bir beytinde şöyle geçer:

Umûr-ı maslahat-ı dîn içindir ey gā fil
Değil menâsıb için vaz’ı istihârelerin

(Ey gâfil! İstihâre, Din'in maslahat işleri içindir / Makam ve mevkie konmak için değil)

Yukarıdaki bütün bu kelimelerin birbirleriyle olan ilişkilerini, Kitâb'la olan irtibatlarını, hayatta nereye karşılık geleceklerini düşünmek, ancak ihtiyârımızı elde edebilmemizle mümkündür. Yani ihtiyâr, iki şeyi ara-ş-tırıp ara-larında karşılaştırma yapabilecek bir muhakeme kuvvetini elde edebilmek için gerekli olan hürriyet ve ehliyettir.

Bu yolda baskılara, zorlamalara boyun eğmeden hayrı tercih edebilme iradesi ortaya koyabilenler muhtarlardır. Onların ihtiyâr ettikleri her bir hüküm, kendilerinin doğru şâhitlik yaptıklarının delili olarak kalacaktır. Öyle ki kararsızlığın, belirsizliğin hâkim olduğu anlarda dahi onların uykuları; kilitlenmiş hayır kapılarını açabilen istihâre uykusudur.

Muhtarlık, kayıtsız şartsız bir başıboşluk değildir. Muhtarhayra ulaşabilmek nâmına; içerisinde genç-ihtiyâr, rey sahibi muhayyer kim varsa onlarla istişâreye mecburdur. İhtiyar heyeti de muhtarın kararında isabet etmesine yardımcı, ihtiyârî yahut gayriihtiyârî bir hatasında onu doğrultacak seçkin bir zümre olan ahyârdan oluşur. Muhtar, bu ahyârın dışında, kendisinin muhtariyetine halel getirecek hiçbir cebre mahal bırakmaz.

Muhtarın yerine göre "Hayır hayır!" demeleri, olumsuzluk gibi gözükse de hırlıyla hırsızın temyiz edilmesinde bu sesli, öfkeli hayırlar, yerinde müdahalelerdir. Elbette bu sesli hayırların bedelini şer güçler muhtara ödetmeye çalışacaklardır. Fakat mutlak mânâda Fâil-i Muhtar olarak Allah'ı bilen, Ahmed-i Muhtar olarak da resûlüne îman eden hayyîr bir muhtar, kınayıcıların kınamasından ve tehditlerinden korkmaz.

Bu dünyadan sâhibul hayrât vel hasenât olarak göç etmek güzeldir. Fakat hayra engel olanın karşısına 'Ömer Muhtar'casına dikilip "hayır!" diyebilmek, kelimeye idam sehpasında da bir rûh verebilmektir.

HABERE YORUM KAT