1. YAZARLAR

  2. Levent Köker

  3. Başörtüsü sorunu nasıl çözülür?
Levent Köker

Levent Köker

Yazarın Tüm Yazıları >

Başörtüsü sorunu nasıl çözülür?

26 Ağustos 2010 Perşembe 05:35A+A-

CHP Genel Başkanı "başörtüsü sorununu biz çözeriz" demiş. Gazetecilerin bu çözümü nasıl gerçekleştireceğini sormaları üzerine de, konuyla ilgili çalışma yapan arkadaşlarının hazırlıklarını bitirmelerini beklediğini eklemiş.

Konuyla ilgili araştırmalar ise haberden anlaşıldığına göre, şu aşamalardan oluşuyor: İlk aşama bugüne kadar konuyla ilgili söylenenlerin ve hazırlanmış raporların derlenmesi. Bir diğer aşama ise sorunla ilgili tarafların temsilcilerini bir araya getirip "tartıştırmak" ve bu suretle hiçbir tarafın kendisini galip hissetmeyeceği bir uzlaşmaya varılması. Birinci aşama tamamlanmış gibi, haberden öyle anlaşılıyor. İkinci aşamanın ise referandumdan sonra gerçekleştirilmesi planlanıyor. Bu olabilirse son aşamaya geçilecek ki bu da, herhalde yapılan hazırlıkların parti yetkili organlarınca benimsenmesi ve bir hukuk değişikliği ile sonuçlanmak üzere TBMM'ye getirilmesi.

Affınıza sığınarak söylemeliyim ki biraz trajikomik bir durum. Birkaç nedenle: Bir kere, anamuhalefet liderine "Başörtüsü sorununun çözülmemesi için ne yapmak gerekir?" diye sorulsaydı da aynı cevaplar verilirdi, meşhur "siyasette bir sorunu çözmek istemiyorsan komisyona havale et" misali. Sonra, insanın aklına gelmez mi, bu "başörtüsü sorunu nedir, biz bu konuda ne yapmıştık" diye! Tamam, "o eskidendi, şimdi değiştik, hem 'başörtüsü sorunu' diye bir sorunun varlığını kabûl ediyoruz hem de daha ileri gidip sorunun çözümü için 'din adamları'nın görüşlerini almayı bile gerekli sayıyoruz, az değişim değil, siz de biraz anlayışlı ve sabırlı olun" da denebilir, cevaben.

Peki, anlayışlı olalım ve Türkiye'nin siyasî kamusal alanında yeni ve anamuhalefet cenahından gelmesine uzun süredir alışık olmadığımız özgürlükçü bir esintinin başlamakta olduğunu umalım. Zaten amacım, şu referandum günlerinde yeniden gündeme geliveren başörtüsü sorunu üzerinden anamuhalefetin eleştirisi değil. Başörtüsü sorununun yeniden gündeme gelmesi, referandum sürecinde gerçekleşen anayasa değişikliği tartışmalarının çok fazla üzerinde durulmayan bir boyutuna dikkat çekmemize vesile oluyor: Anayasa ve yasa metinleri değişebilir, tıpkı hâkimlerin, idarecilerin, vekillerin, yâni somut insanların değişmeleri gibi. Ama ya kültür, anlayış, zihniyet, bunlar da yasa maddeleri veya somut insanlar gibi, aynı hızda ve tempoda değişebiliyorlar mı?

Önce hatırlayalım. "Başörtüsü sorunu" nedir? Sorunun 12 Eylül'ün darbe günlerine ve Türkiye'de üniversite özerkliğini yok eden YÖK'ün Doğramacı'lı günlerine uzanan tarihi, bu yazının sınırlarını aşacak kadar detaylı. O yüzden pek detaya girmeyelim. "Başörtüsü sorunu", Cumhuriyet'in erkeklerle eşit olduğu anayasa güvencesi altında olan kadın yurttaşlarının yükseköğretim kapılarında kelimenin tam anlamıyla kepaze olmalarına neden olan bir "kıyafet yasağı"nın kibarca ifâdesi.

Peki böyle bir yasak, gerçekten var mı? Konuyla ilgili doğrudan düzenleme, Yükseköğretim Kanunu'nun ek 17. maddesi, "Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir." diyor. Peki yürürlükteki başka kanunlarda yükseköğretim kurumlarında başörtüsünü yasaklayan bir hüküm, bir düzenleme var mı? Erkek giyimiyle ilgili hükümler getiren ünlü "İnkılâp Kanunları" da dâhil, yok!

O halde yasak nereden kaynaklanıyor? Anayasa Mahkemesi'nin 1991 yılında verdiği karardan (AYM'nin bu kararını, siyaseten şimdiki CHP'nin temsil ettiği çizgiyle büyük ölçüde örtüşen SHP'nin açtığı bir iptal davası sonucunda verdiğini hatırlatalım). Karar, "serbesttir" hükmünü anayasaya aykırı bulmuyor ama başörtüsünü yahut Mahkeme'nin tercih ettiği terimle "türban"ı serbestlik kapsamı dışında bırakıyor. AYM'nin bu tespiti ne anlam taşıyor? Anayasa'nın 13. maddesi, temel hak ve özgürlüklerin "ancak kanunla" ve "Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak" sınırlanabileceğini hükme bağlıyor. Başörtüsü yasağı, doğrudan eğitim hakkını ilgilendirdiğinden, bakıyoruz, eğitim hakkını düzenleyen 42. maddede böyle bir yasağı haklı kılacak herhangi bir ifâde var mı? Yok! Peki AYM'nin kanun koyucu gibi davranma yetkisi var mı? O da yok. O halde başörtüsü yasağının hukukî dayanağı var mı? Anlaşılıyor ki, o da yok. O halde AYM'nin kararının bir yasaklama sonucu doğurması mümkün değil. Ama öyle olmuyor.

Yükseköğretim kurumlarında 12 Eylül sonrası vesayetçi kurumlaşmanın YÖK üzerinden dayattığı bir uygulama olarak başladığı başörtüsü yasağı, 1990'larda fiilen esneklik kazanırken 28 Şubat 1997 müdahalesi sonrasında kalıcı bir sorun haline geldi ve nihayet 2008'de 411 milletvekilinin sorunu çözmek için iyi niyetle attıkları bir anayasa değişikliği adımının AYM tarafından geri çevrilmesiyle kemikleşiyor. Bir diğer deyişle TBMM iradesini geri çeviren AYM kararı, neredeyse 20 yıl önce vermiş olduğu kararı tekrarlayarak, yasağın devamını sağlıyor.

Bu nedenle, hukukî dayanağı olmayan bu yasağın ve yasaktan kaynaklanan "başörtüsü sorunu"nun çözümü konusunda artık lâfı dolandırmaya, araştırmalar yapmaya, "çalıştay" benzeri uygulamaları devreye sokma imalarına hiç gerek yoktur. Çözüm, AYM'nin konuyla ilgili kararlarının bir "yasaklama" anlamına gelmeyeceğini ortaya koyan bir TBMM kararıyla gerçekleşebilir. Bu karar, gecikmiş de olsa, AYM'nin konuyla ilgili son (2008) kararının Anayasa'da belirtilen yetki sınırlarını aşması nedeniyle kabûl edilemez olduğunu da ifâde edebilir ve eğer CHP "başörtüsünü çözeriz" iddiasındaysa bu kararın oluşmasına öncülük edebilir. Bir diğer yol, Anayasa'ya ve YÖK'e açıkça başörtüsünün serbest olduğu hükmünün yazılmasıdır. CHP, yine bu çözüme öncülük etmek istiyorsa anayasa ve yasa değişikliği tekliflerini hazırlayıp TBMM'ye sunabilir ve bunu yaparken ilgili düzenlemelerin kanunlaşmaları halinde CHP'nin konuyu AYM'ye götürmeyeceğini açıklar. Daha kolay bir yol ise bunların hiçbirinin yapılmayıp, sadece yükseköğretim kurumlarındaki yöneticilerin yasağı uygulamaktan vazgeçmeleri olabilir.

Yukarıda sıralanan çözüm yollarından hangisi denenirse denensin, sorunun nihaî olarak çözümü yine de mümkün olamayacaktır. Çünkü, anayasa ve yasa değişiklikleri yapılsa, üniversite idarecileri yasağı uygulamaktan vazgeçseler bile, konu her an bir mahkeme önünde anayasaya aykırılık iddiasına konu edilebilir ve "itiraz yolu" ile AYM önüne götürülebilir. Böyle bir durumda, üye kompozisyonundaki büyük değişmelere rağmen, 1989 ve 1991 yılındaki kararlarına 2008 yılında sâhip çıkan Mahkeme'nin ileriki yıllarda da aynı tavır içinde olacağı söylenebilir.

Şimdi şu soru akla gelebilir: Referanduma sunulan anayasa değişiklikleri kabûl edilirse, Mahkeme'nin üye sayısı 11'den 17'ye çıkacak, Mahkeme'nin örgütlenmesi ve dolayısıyla üyelik yapısı değişecektir. Dolayısıyla, referandum'da "evet" çıkması sonrasında artık yeni bir Anayasa Mahkemesi'ne sahip olacağız ve o da daha özgürlükçü yorumlarla daha iyi kararlar verecek, böylece "başörtüsü sorunu" gibi AYM'nin vesayetçi tavrından kaynaklanan tüm kritik sorunlar da sona erecektir.

Bu biraz fazla iyimser bir yorum mudur? Mahkeme, başörtüsü konusunda üyelerin değişmesine rağmen hep aynı kararları vermiştir. Yine Mahkeme, bir diğer örnek olarak, anayasa değişikliklerinin denetimi konusunda, anayasa hükümleri 1971'de ve 1982'de gayet açık sınırlar getirmişken, neredeyse elli yıldır aynı eğilimi sürdürmektedir. Bu durumda, iyimser olmak ancak Mahkeme'nin yeni bir özgürlükçü-demokratik yargı kültürüne sâhip kılınması yolunda adımlar atılabilirse mümkündür. Referandum sonucunun böyle bir imkânı Türkiye'nin önüne koyup koymayacağı ise bir başka yazının konusu.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT