1. YAZARLAR

  2. Atilla Yayla

  3. Barış-çözüm süreci yasal temellere kavuşurken
Atilla Yayla

Atilla Yayla

Yazarın Tüm Yazıları >

Barış-çözüm süreci yasal temellere kavuşurken

01 Temmuz 2014 Salı 16:00A+A-

Kürt sorununun Türkiye'nin en önemli sorunu olduğunu tekrar tekrar yazdım. Şu sebepler yüzünden bunu böyle görüyorum: 1. Büyük can kaybına yol açmış olması 2. En ağır şekilde yaklaşık 30 yıldır sürmekte olması 3. Başka birçok probleme ya doğrudan veya dolaylı katkı sağlaması 4. Türkiye'nin bölgesel ve küresel güçlerin operasyonlarına daha açık hâle gelmesine zemin hazırlaması. 5. Topluma ağır psikolojik maliyetler yüklemesi. 6. Hesabı kitabı yapılamayacak kadar çok maddî hasara sebep olması 7. Toplumun ana kesimlerini beraberliği büsbütün imkânsızlaştıracak derecede yoğun kutuplaşmaya, karşılıklı nefret duygu ve düşünceleri geliştirmeye itmesi 8. Gönüllülüğe dayalı ortak hayatın mümkün olduğu hissiyatını ve fikriyatını zayıflatması...

Bütün bu ve benzeri sebeplerle Kürt probleminin çözülmesine yönelik her teşebbüsü müspet karşılamamız, elimizden geldiğince desteklememiz gerekir. Tabiî eğer insanın değerine ve barışa inanıyorsak. Mevcut barış-çözüm sürecini bu yüzden canı gönülden destekliyorum. Olabildiğine az sorunla karşılaşarak ilerlemesini ve sonuca kavuşmasını arzu diyorum.

Kürt problemini sivil asker bürokratların değil siyasetçilerin çözebileceğine daima inandım. Bundan dolayı inisiyatifin siyasîlerin elinde olmasını her zaman talep ettim. Bu hemen ve kolayca gerçekleşmedi. Uzun zaman aldı ve yüksek maliyetle geldi. Bu çerçevedeki en önemli adım 2010 referandumuydu. Referandum bürokratik vesayet sistemini demokratik sisteme dönüştürme yönünde önemli bir hamle oldu. Ancak referandumdan sonra seçilmişler Kürt probleminde inisiyatif kullanabilecek, öncülüğü alabilecek bir konuma yükselebildi. Sonradan sabote edilen Oslo müzakereleri bu müspet değişikliğin ilk meyvesiydi. Lâkin, derin devlet buna sert reaksiyon gösterdi. Oslo süreci basına sızdırıldı. Müzakereler aksadı, çöktü. Hatta, geleneksel devletin hükümete karşı daha sonraki operasyonlarına gerekçe yapıldı. 7 Şubat MİT operasyonu bu doğrultudaki bir adımdı. MİT'in eskiden olduğu gibi devlet kontrolünde hükümete karşı kullanılabilecek bir araç olması daha doğrusu öyle kalması için derin devlet bu sefer seküler değil dini görünümlü uzantılarını kullanarak hareket geçti.

Oslo'nun çöküşü problemin çözümü açısından gerçekten karamsar bir hava doğurdu. Siyaset sahnesinde barışın ana aktörü olması gereken Başbakan'ın zaman zaman sert ve milliyetçi bir söylem kullanması da umutları karatmaktaydı. Ancak, sonradan öğrendik ki, Başbakan bir taraftan siyasî mücadelede bu söyleme başvururken diğer taraftan emir verdiği bürokratların Kürt hareketinin önderleriyle özellikle Öcalan ile görüşmesini sağlamaktaydı. Bu çabaların sonucu olarak barış-çözüm süreci ortaya çıktı.

Bazıları için ilginç ve şaşırtıcı, benim için hiç de öyle olmayacak şekilde, kimi (daha doğrusu çoğu) solcular ve demokrat tanınan aydınlar Erdoğan nefreti yüzünden sürece cephe aldı. Bunların maksadı üzüm yenmesi değil bağcının dövülmesiydi. Kimisi bedenlerine sığmayan egolarıyla her problem gibi bu problem de bizimle çözülür havasındaydı. Aralarında tek tük liberalin de bulunduğu başka bir takım ise, yine Erdoğan nefreti yüzünden, Kürtleri Erdoğan'ı yıpratmak ve düşürmek üzere meydanlara çağırdı.

Bereket versin çözümüm iki önemli aktörü Erdoğan ve Öcalan kendi kanatlarından da karşı kanatlardan da gelen baskılara, sabotajlara direndi. Soğukkanlı ve mantıklı hareket etti. Bu sayede süreç yürüdü. Birbuçuk yılı aşkın bir süredir bildiğimiz tarzda ölümler olmadı. Kan akmadı. Kürt ve Türk halkı ağırlıklı olarak çözümü kabul etti. Yaralar sarılmaya ve siyaset öne çıkmaya başladı. Bunun işaretleri olarak KCK tutukluları tahliye edildi. Son olarak Hatip Dicle serbest bırakıldı. Ve hükümet TBMM'den barış-çözüm sürecine legal zemin hazırlamanın ilk adımı olarak bir kanun çıkartmak için harekete geçti. İlgili kanun tasarısı Öcalan tarafından da önemli bir gelişme olarak tanımlandı.

Bu kanun özellikle hükümet mensuplarını ve onların talimatıyla süreçte aktif görev alan MİT Müsteşarı gibi kamu görevlilerini korumak için gerekli. Aylar öncesinden çözüme veya Erdoğan'ın gerçekleştireceği çözüme karşı olanlar yapılanların yasal olmadığını ve bunda rol alanların bir gün yargılanabileceğini söylüyordu. Hukuku toplumdan ve demokratik siyasetten bağımsız zanneden veya öyle olmasını isteyen bazı hukukçular da aynı ateşe odun taşımaktaydı. Nitekim, 17-25 Aralık'ta hükümete karşı harekete geçen otonom yapılanma hukukçu mensupları vasıtasıyla aynı şeyi daha önce de Oslo yüzünden yapmak istemişti.

Parlamento söz konusu yasayla bunun yolunu tıkayacak. Artık çözümün aktörleri daha güvenli şekilde yoluna devam edebilir. Şüphesiz bu kanun her şeyin bittiği anlamına gelmiyor. Önümüzde daha uzun bir yol var. Ancak, bu kanun hem hükümetin samimiyetini Kürt kesimine göstermiş hem de çözüm zeminini kuvvetlendirmiş olacak. Şimdi çözüme yönelik somut, Kürtlerin haklı taleplerine doğrudan cevap verecek adımların geleceğinden daha emin olabiliriz.

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT