1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. ’Bağlantısızlar Hareketi’ diriltilebilir mi?
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

’Bağlantısızlar Hareketi’ diriltilebilir mi?

29 Ağustos 2012 Çarşamba 00:49A+A-

[email protected]

Bağlantısız Ülkeler (Non-Alignment) Teşkilatı’nın 16. toplantısı bugünlerde Tehran’da yapılıyor..

120 ülkenin temsilcileri bu niyetle İran’da bulunuyor..

Bir devlet olmanın, bütün uluslararası hukukî ve diplomatik imkânlarından faydalanabilmek için, BM. üyeliğine kabul edilmek temel şartlardan birisi olduğuna ve bu şekilde, BM. üyesi 200 kadar üye devlet bulunduğu ve bu alanda 15-20 bin nüfusu olan küçücük ’devlet’çiklerin de, BM. Genel Kurulu’nda, nüfusu hattâ yüzmilyonları bulan devletlerle eşit oy sahibi olduğu düşünülürse, karşımıza çıkan tablo, II. Dünya Savaşı galibi 5 devletin (B. Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin’in) kendilerine tanıdıkları ve bütün dünyaya dayattıkları, Güvenlik Konseyi kararları üzerinde sahib oldukları veto hakkı kadar saçma ve komiktir.

BM.’in 200’ü bulan devlet sayısı gözönüne getirilirse, 120 devletin bir araya gelebilmesi küçümsenemiyecek bir rakam..

Ama, işin bu tarafı, 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerindeki Demirel mantığında ifade edilen şekliyle‚ ’sayısal ağırlık değil, siyasal ağırlık’  sözüne göre değerlendirilmelidir..

*

Bağlantısızlar Hareketi’nin ortaya çıkması, 400 yıl kadar Hollanda emperyalizminin pençesinde yaşayan ve II. Dünya Savaşı sonunda siyasî istiklalini yeni kazanan Endonezya’nın o zamanki başbakanı Ali Sastroamidijojo’nun yaptığı bir çağrıya dayanıyordu..

Çünkü, II. Dünya Savaşı’nda nazizm ve faşizme karşı ortak bir zafer kazandıklarını düşünen kapitalist ve komünist imparatorluklarının bütün oluşumları kendi tekellerine almak istedikleri bir global kutublaşmayla karşı karşıyaydı, dünya..

Bir tarafta kapitalist Batı dünyası ve NATO ortaya çıkmıştı; karşısında ise, komünist Doğu Bloku ve Varşova Paktı..

Bu iki güç merkezinin manyetik çekim alanına girmemek için direnen devletler pek çok idi, ama, güçleri yoktu..

Tıpkı bugün olduğu gibi..

Ve bu ihtiyacı ilk olarak Endonazya’nın o zamanki başbakanı dile getirmişti, ama, arkasından, dönemin önemli dünya liderleri de bu çağrıya destek verince, bayağı güçlü bir yeni dünya güç odağının ortaya çıkacağı umudu doğmuştu.. Çünkü, o dönemde kendi ülkelerinde ve hattâ bölgelerinde herbirisi karizmatik şahsiyetler olarak bilinen liderler bu çağrıya destek veriyorlardı.. O zamanki Endonezya Lideri Ahmed Sukarno, Mısır lideri Cemal Abdunnasr, Yugoslavya lideri Josef Broz Tito ve Hind Başbakanı Jawaharlal Pandit Nehru  bu alanda ilk akla gelen isimlendendi..

Ve bu niyetle Nisan-1955’de Endonezya’nın Bandung şehrinde yapılan ve tarihe bu şehrin adıyla, Bandung Konferansı olarak geçen ilk Bağlantısız Ülkeler Teşkilatı Konferansı tertib olunuyor ve Doğu ve Batı Blokları’nın karşısında Üçüncü Dünya denilen bir diğer güç odağı meydana çıkıyordu..

Konferansın temel hedefi, ’sömürgeciliği ve her türlü emperyalizmi reddetmek’, ve ’bu niyetle üye ülkeler arasındaki her türlü dayanışmayı geliştirmek ve bağımsızlığı için çalışan halklara ve ülkelere destek vermek’  idi..

İlginçtir, Bandung Konferansı’na, Komünist Çin rejiminden ayrı olarak, kapitalist Blok’da yer alan Türkiye de davet olunmuştu. Halbuki, Türkiye (ve uluslararası hukuk açısından devamı olduğu Osmanlı Devleti)’nin son 150 yıla yakın zamandır, kesinkes, hristiyan-kapitalist emperyalizminin manyetik çekim alanında olduğu ve NATO’ya da yeni girdiği biliniyordu.

Türkiye’yi Bandung Konferansı’nda, o dönemin Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) Fatîn Rüşdî Zorlu temsil ediyordu.. Bandung Konferansı’ndan 6 yıl sonralarda, 27 Mayıs Darbecileri’nde, düzmece Yassıada Mahkemeleri’nde yargılanıp ölüme mahkûm edilip, asılarak öldürülecek olan Fatîn Rüşdî’nin o konferansda sivrilen en etkili isimlerden olduğu, onun bu konferansta en sert şekilde tartıştığı Nehru gibi isimlerce bile kabul edilse de, yaptığı konuşma, herhalde bir utanç levhası oluşturuyordu.. Çünkü, F. R. Zorlu, o toplantıda, âdetâ kapitalist emperyalizmin temsilcisi gibi konuşmuş ve Batı emperyalizminin karşı konulamazlığı ve insanîyetçiliği üzerinde çok cafcaflı bir nutuk çekmiş, kapitalist emperyalizmin etki alanını, kurtuluş bölgesi gibi göstermişti.. Elbette bunu yaparken, o günkü dünyanın şartlarını da unutmamak gerekiyordu.. Çünkü, Sovyet Rusya komünist İmparatorluğu, bütün Doğu Avrupa’yı yutmuştu, Türkiye ve İran’ı da tehdidi altında tutuyordu..

*

Fatin Rüşdî Zorlu ile milletlerarası komünizm tehlikesi karşısında tarafsızlığın tehlikelerine dikkat çekmeye çalışırken; Nehru ise, Hindistan'ın komünist veya anti-komünist her türlü kuvvet gruplaşmasının karşısında neutralist/ Doğu ve batı bloklarının her ikisine de karşı  bir siyaset takib edilmesi gerektiğini söylüyor ve,  sömürgeciliğin en güçlü koruyucu gücüNATO'nun oluşturduğunu ifade ediyor ve Bağlantısız Ülkeler adına üçüncü bir güç odağı oluşturulması fikrine de karşı çıkıyor, çatışmasız bir dünya oluşturulması ve barış içinde birlikte yaşama prensibinin benimsenmesini savunuyordu.. Bununla, Nehru'nun bağlantısızlık hareketi’nden pasif bir diplomasiyi anladığı söylenemez..  Esasen, kendisi, "Biz sadece seyirci değiliz. Biz bu oyunda aynı zamanda aktörleriz. Biz bu oyunda kendi anlayışımıza göre aktör olmak niyetindeyiz. Biz diğer ülkelere dostlukla bağlı aktörleriz. Biz mutabık kalmadığımız yerde, bunu dostane bir şekilde ifade etmekteyiz" diyordu.

Nehru'nun ölümünden sonra, Hindistan'ın bu siyasete hiç de bağlı kalmadığı ve hele de Keşmir Problemi’nden dolayı, Pakistan’la iki kez kanlı savaşlar yaşadığı hatırlanıp, ayrıca Doğu Pakistan’ın Bangladeş adıyla bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmasındaki bölücü etkisi de tahmin edilebilir...

*

İran ve Mısır, ’Bağlantısızlar Hareketi’ni diriltebilirler mi ?

Bağlantısızlar Hareketi, başlangıçta kendisine destek ve hayat veren ve dünya çapında kabul görmüş güçlü liderlerine rağmen, yine de etkili olamamıştı..

Şimdi, İran, yeni bir hayat nefesi üflemek ve bir taze kan vermek istiyor, bu etkisiz ve pörsümüş bedene.. Bunu yaparken de, en çok da, Amerikan emperyalizminin kendisini kuşatmak istemesine rağmen, dünyanın bu kadar çok sayıda ülkesinin kendi çağrısına olumlu cevab verdiğini göstererek, güç gösterisinde bulunmak istiyor. İşin bu tarafına bakıldığında, İran için bir tatmin imkanı oluşturabilir belki, ama, dünya çapında bir yeni hareket oluşturabilir mi?

Burası şübheli..

Çünkü, hem Bağlantısızlar Hareketi geçmişteki kendisine vücud veren dünya şartlarına rağmen, başarılı ve etkili olamadı ve ’Üçüncü Dünya’geri kalmışlığın ve fakirliğin adı olmaktan ileri bir mânâ ifade edemedi.. Hem de, Bağlantısızlık Hareketi’nin ortaya çıktığı dönemin dünyasındaki Doğu ve Batı Bloklaşması bugün yerini, hemen bütün dünyada  etkili olan kapitalist emperyalizmin global yayılmacı bir siyasetine terkediyor..

Ayrıca, Bağlantısızlık Hareketi’ne güç veren dünün, Nehru, Nasır, Tito, Sukarno, Chu En Lai  gibi güçlü liderleri çapında yeni bir liderler grubu pek gözükmüyor, ortalıkta..

Elbette, İran Liderliği de geçmişte olmayan şekilde bugün bu hareketin içinde bir güç odağı sayılabilir.. Esasen İran medyası da bu hususa vurgu yapıyor ve hattâ, İran gazeteleri, Amerikan medyasında yer alan ve ’İran Rehberliği’nin’ ve İnqılab Rehberi’nin gücü hakkında yazdıkları olumlu değerlendirmeleri okuyucularına heyecanla duyuruyor.. Ne var ki, hele de Suriye Buhranı konusundaki siyasetiyle, kendi değerlerine ne kadar uygun davrandığı konusunda özellikle müslüman coğrafyalarında geniş çapta tartışma konusu olan ve yarım asırlık bir kanlı diktatörlük rejimine, inqılabçı değerlerlerinden ziyade, İran devletinin stratejik tercihleri gerekçesiyle destek vermekten  çekinmeyen bir siyasetin oldukça zedelediği bir liderliğin, Bağlantısızlık Hareketi’ne nasıl yeni bir nefes vereceği de ayrı bir konu olarak değerlendirilmektedir..

Bilindiği gibi, Suriye Buhranı’nda -sözgelimi-, mevcud diktatörlük, paçasını bir müddet daha kurtarıp ayakta kalsa bile; onbinlerce sivil vatandaşını da katleden ve hemen bütün şehirlerini harabeye çeviren bu rejimin bundan sonra nasıl hükûmet edeceği sorusunun cevabı verilemediği gibi,  Amerikan emperyalizmi de, Beşşar Esed rejimini zımnî bir koruma altına almış bulunuyor, muhalifl güçlerin birlikte hareket  edemediği gerekçesiyle..

Gerçekteyse, bu, muhalifler güçlerin, USA emperyalizminin istediği çizgide olmadığı için..

*

Bu arada bir diğer konu da, Mursî konusunda zihinlerde beliren istifham işaretleri..

Mısır’ın yeni Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî’nin de, uluslararası sahnede yer almaya Tehran’daki toplantıya katılarak başlayacağı söylenebilir..

Haftalardır, Mursî’nin İran’a geleceği veya gelmiyeceği hakkında birbiriyle çelişkili haberler Ortadoğu ülkelerinin medyalarında tartışılıp duruyordu..

Hatırlanacağı üzere, Tehran’daki toplantıya katılmaması için, Mursî’ye Suûdî’lerin baskı yaptığı biliniyordu.. Hattâ, iki hafta kadar önce, İslam Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı’nın Mekke Toplantısı’nda, Suûdî Kralı’nın, Mursî’ye Tehran’la ilişkilerini iyileştirmeye niyetini sezmeleri dolayısiyle soğuk davrandığı ve eleştirilerde bulunduğu biliniyordu..

Ancak, Suûd Kralı Abdullah’ın, İran C. Başkanı Ahmedînejad’ı o toplantıda sağ tarafına oturtması, sol tarafına da Körfez ülkelerinin sultancıklarını dizmesi, İran medyasında da sorgulanmıştı..

O günlerde, Mursî’nin yakınları danışmanları ise, Tehran’a gidilmesi halinde, Mısır’ın en az 6-7 milyarlık Suûd yardımından mahrum kalacağının kırmızı işaretini gösteriyorlardı..

Ancak, Mursî’nin, kendi kafasına koyduğu ve Mısır’ın Ortadoğu’da etkili bir devlet olarak yükselmesinin kapılarını zorlayacak inisiyatifleri kullanacağı ve Suriye Buhranı konusunda da, ’İran, Türkiye , Suûdî ve Mısır’ın dörtlü bir inisiyatif geliştirmek’ için devreye gireceği de ayrı bir tartışma konusu başlattı.. Çünkü, Qatar Emirliği, Suriye konusundaki böyle bir toplantıda kendisinin, hem de Mursî  tarafından dışlanmasını kabul edemiyor..

Dahası, İran medyası, Bahrenyn’de saltanat rejimi tarafından müslüman halka  yapılan ağır baskılara dair yorumlara yerverirken, Ahmedînejad’ın, 20 ay önce Tehran’dan çıkarılan Bahreyn Büyükelçisi’nin Tehran’a dönmesine izin vermesinin ’hikmet’i üzerinde de yorumlar yapılıyordu.. Üstelik de, İran medyası, Bahreyn B. Elçisi’nin Tehran’a, Bahreyn adasının İran’dan kopup, bağımsızlığını ilân ettiği gün kabul edilen tarihte dönmesinin özel mânâsına bilhassa dikkat çekiyorlar..

Ama, bu durum, Bağlantısız Ülkeler Toplantısı’na, İran medyası tarafından irticai arab rejimleri olarak nitelenen niceleri gibi Bahrenyn’in de davet edilmesine bağlanıyor.

*

İran’ın, HAMAS’ı dışlaması ve El’Feth’i tercih etmesi!..

Evet, Bağlantısızlar Ülkeler Toplantısı dolayısiyle, Tehran’a gelmeye hazırlanan Mursî’nin daha yola çıkmadan atacağı adımlar merakla bekleniyor..

Ayrıca, Mursî’nin, bu toplantı vesilesiyle, Bağlantısızlar Hareketi içinde yeni bir güçlü ve karizmatik liderler döneminin açılmasına etkisinin olup olmayacağını ise,  gelecek zaman diliminde yaşayanlar görecektir.. Ancak, Bağlantısızlar Hareketi’nin oksijen çadırından hiç bir zaman çıkamadığı düşünülürse, bu epeyce büyük bir hayal olacaktır, herhalde..

Hele de, Bağlantısızlar Toplantısı’na hem Filistin halkının yüzde 65’inin oyunu alan HAMAS’ın Gazze’deki hükûmetinin başbakanı İsmail Heniyye’yi, hem de  El’Feth lideri ve uluslararası entrikalarla Filistin Özerk Yönetimi’nin Devlet Başkanı konumunda tutulan Mahmûd Abbas’ı dâvet eden İran’ın, ’HAMAS katılırsa, ben bu toplantıya katılmam..’ diye dayatan Abbas karşısında geri adım atıp, Filistin halkının ancak yüzde 30’unu alabilmiş olan El’Feth’i tercih etmesi ve -esasen Suriye’de oluk gibi insan seli akıtan Esed  rejimine karşı olumsuz tavır takındığı için kendisine hışım duyulan- HAMAS hakkındaki davetini geri çekmek şeklinde sergilediği en tersinden ’inqılabçı tavır’dan sonra..

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum