1. YAZARLAR

  2. Ümit Cizre

  3. Ayışığı sarıkız eldiven bir kağıt parçası
Ümit Cizre

Ümit Cizre

Yazarın Tüm Yazıları >

Ayışığı sarıkız eldiven bir kağıt parçası

06 Temmuz 2009 Pazartesi 04:38A+A-

TSK’nın siyasal vesayetini bir kez daha kanıtlayan son belgeler çoğumuzu hiç şaşırtmadı. Çünkü hem TSK’nın tarihsel pratiğine uygun düşmekteler, hem de son 5 yılda yaşadığımız Ayışığı, Sarıkız ve Ergenekon skandallarının toplum hafızasına yerleştirdiği aşinalık nedeniyle gerçek olarak algılandılar. Genelkurmay Başkanı’nın ‘bir kağıt parçası etrafında gereğinden fazla enerji tüketildiği’ni ifade eden beyanı da aslında tersinden bakıldığında tamamıyla gerçek. Türkiye’nin askeri kesimi, global düzenden süzülen demokratik zorlamalara ve AKP iktidarının ilk yıllarında (2003 ve 2004) geçirdiği temel reform yasalarına rağmen demokratik sivil denetimden uzak ve özerk bir rol oynama konusunda sınır tanımayan bir enerji sarfedegeldi. AKP’nin ‘muktedirsizlik’ sorunu ve bu sorunun üstesinden gelme konusunda siyasal irade, cesaret ve bilgi yoksunluğu da bu enerji sarfını kolaylaştırdı.

Ancak, birçok kişi ve kurum, son ayların/günlerin siyasal açılımlarına bakarak asker ve siyasetin etkileşimi sorunsalının -bu iki aktörün hiç de eşit olmayan karmaşık ve çoğu kez ikiyüzlü stratejilere dayanan bağlantılarına ‘ilişki’ demek bana hiçbir zaman doğru gelmedi- radikal bir kırılma noktasına geldiğini düşünmek istemekte. Hükümetin, Ergenekon soruşturma ve yargılama süreçlerinde oynadığı enerjik rol, son belgeyle ilgili olarak savcılığa suç duyurusunda bulunması, darbeye teşebbüs suçuyla itham edilen asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanabilme yolunu açması, askeri savcının ve Genelkurmay Başkanı’nın direnmesine ve pazu gösterisine rağmen darbe planı hazırlama ithamı altındaki kişinin en sonunda sivil savcı tarafından tutuklanabilmesi ve Başbakan’ın bir konuşmasında iç güvenlik konusunda polisin rolünü anarak bir ilki gerçekleştirmesi, TSK’nın ‘kendi içinde’ ve ‘kendisi için’ bir iktidar olma halinden, seçilmiş sivillerin demokratik denetimine -birçok yazar tarafından içeriği yalnızca parlamenter denetime indirgenerek tam anlaşılmasa da- geçiş yapılabileceğine dair umutları yükseldi. Uzun vadede yaşamın dinamikleri bunu eninde sonunda gerçekleştirecek. Ancak ben bu geçişin kısa vadede Türk siyasetinde entelektüel bir bilinç, kararlılık, ısrar ve irade olmadan gerçekleşeceğine inanmayanlardanım.

Askeri kesimin kendi siyasal rolüne ilişkin eğitimden gelen koşullanması, anlayışı, gelenekleri ve topluma ilişkin fobileri değişecekse ve en önemlisi bir ‘dünya görüşü’ ve ‘gündemi’ olmayacaksa, bunun milli iradeyi temsil eden aktör ve kesimlerde de bir yeni bir reform/düşünce sistematiğini kavrama anlamında değişime tekabül etmesi gerekecektir. AKP iktidarının tesadüflere ve tepkilere dayanmayan, konjonktürel olmayan, iradesini çekinmeden ortaya koyarak, demokratik sivil denetimin esasları üzerine detaylı bir biçimde kafa yorarak, bilinçlenerek ve yalnızca yargıya yüklenerek değil, birkaç koldan yürüyen bir ‘Ordunun Demokratik Denetimi Eylem Planı’nı yürürlüğe koyması gerekmektedir. Bunun dayanacağı temel tespit ve esaslar arasından ikisine değineceğim.

TSK’nın toplum sorunu

Tespit1: TSK’nin Toplum Sorunu


İlk tespit, TSK’ya ilişkin olarak toplumsal tepki ve tavırlarla ilgili. TSK’nin vesayetçi politikalarına bağlılığı sorgulanamayacak kentli-modern-laik kesimin son olaylarla ilgili olarak içine düştüğü mahcubiyetten başlayalım. Aslında, Cumhuriyet Mitingi katılımcılarının önemli bir kısmını oluşturan bu kesimin demokrasiye angajmanı büyük ölçüde şekilsel olageldi. TSK’nin AKP’ye karşı yürüttüğü iktidar savaşında demokrasi dışı yöntemler kullanılmasını, hukuksal gerekçelerle süslendiği takdirde (cumhurbaşkanlığı seçimlerinde uygulanan oylama ilkesinde olduğu gibi), görmemezlikten gelmeye hazır olan bu cenah, son olayların açığa vurduğu aşırılık karşısında suskun ve ezik.

Liberal uçtan gerçek sola ve muhafazakár sağa kadar uzanan yelpazeye gelince: askeri bürokrasinin sivil siyasete bu denli müdahil oluşundan; askeriyenin en üst temsilcilerinin kullandığı dilin, içeriği anlamsızlaştıran, bıktırıcı tekrarlarından ve anti-entelektüelliğinden rahatsız olageldiler. Ancak, askere ilişkin ‘anlayışlı’ ve ‘saygılı’ bir bakış açısını zihinlerinin bir katmanında da barındırdılar. Bu çelişkiyi Devletin Yüzleri kitabında açıklayan sosyolog Yael Navarro Yashin, bize devlete-yani askere- saygı ve sevginin enformel düzlemdeki karşılığının ‘fantezi’ ve ‘sinizim’ olduğunu anlatmakta. Yani, bu hoşgörü ve anlayışın ikinci yüzü, korku, kızgınlık, kaygı, espri ile iğneleme ve eleştiriden oluşmakta.

Meşriyet kaybı sendromu

12 Eylül müdahalesi, TSK’yi yasal ve anayasal yollarla siyasal karar yapılarının ve süreçlerinin içine yerleştirirken, devletin ideolojisini ve kurucu unsurlarını her ne pahasına olursa olsun bu kesimlerin yani toplumsal olanın önüne geçirerek yükseltmeyi esas kabul etmişti. Çünkü TSK nezdinde, toplumsal hareketler ve siyasal görüntüleri yani temsili demokrasi kurumları, kestirilemeyen, resmi ideolojiye kafa tutan, laik yaşama uygun meşrepte olmayan ve zor değişebilen bir kültürü ve ‘çevre’yi temsil etmekteydi.

28 Şubat sürecinde ise TSK, toplumu ve siyaseti yeniden disipline ederken bu düzlemde yani toplumsal düzlemde meşruiyet arayışına yöneldi. Bunun nedeni, Soğuk Savaş sonrasında genişleyen bir global demokrasi anlayışının ve kimlik politikalarının ülkeye sızma etkisiydi. Bir diğer deyişle, Kemalizm, merkezi bir siyaset, merkezi bir anlam ve merkeze itaat meselesi olarak sıkıntıya girdiğinden, TSK’nin da ‘kendi’ varlığını, önceliklerini ve çıkarlarını koruma stratejisi değişime uğramış ve toplumu kazanmaya yönelmişti. Sivil toplumla ve yeni kuşakları yetiştirecek üniversitelerle sıkı bağlantılar kurulurken, vatandaşlar kendi iradeleri ve kendi tercihleriyle önem taşıyan demokrasi özneleri olarak değil, şekillendirilebilecek nesneler olarak görülmeye devam edildi.

Korku da yetmeyince

Ancak, bu değişime rağmen, TSK, 21. yüzyılda, siyasal ve toplumsal iktidarını gerçekleştirmekte bir darboğaza girmiş görünüyor. Bir ucu genelkurmay karargáhı içinde -üst komuta heyetinden haberli ya da habersiz- hazırlandığı düşünülen darbe planları, aslında bu iktidar kaybının sendromu olarak değerlendirilebilir. Toplumu ve siyaseti, geleneksel toplumsallaşma yöntemleri olan zorunlu askerlik kurumu, eğitim sistemi, korku politikaları, siyasal semboller ve ritüellerle koşullandırmanın yetersiz kaldığı anlaşılırken, topluma geri dönme yöntemlerinin de çeşitli nedenlerle yetersiz kalması bu iktidarsızlık sendromuna yol açmış durumda. Özet olarak söylemek gerekirse, önemli bir toplum yelpazesi, farklı nedenlerle de olsa, TSK’nin kendisine biçtiği rejimin temel değerlerini muhafaza misyonunun, yani oynadığı siyasal ve toplumsal rolün, kurumun ‘kendi’ varlık ve çıkarlarını sürdürme gereğinden ibaret olduğunun açığa çıkmasından rahatsız. TSK’nin amansız iktidar savaşının ‘İslamcı-laik’ bölünmesi üzerinden yürütülmesi bile askeri bürokrasinin ‘siyaset üstü’, ‘tarafsız’ ve ‘kamu-çıkarını’ koruyan ve kollayan’ bir kurum olarak tanımlanmasını kolaylaştırmıyor, aksine zorlaştırıyor. İktidar stratejisini 28 Şubat’tan bu yana ‘toplum’ üzerinden kurmaya çalışan TSK, meşruluğunu sağlayan anlayışların, saygının ve inançların çözülmesi karşısında çok ciddi bir ‘toplum sorunu’ ile karşı karsıya kalmış görünüyor. Birinci tespit bu.

Genelkurmay Başkanı’nın ‘TSK’ye karşı medya üzerinden asimetrik psikolojik harekat yürütüldüğünü’ düşünmesi, yüksek komuta heyetinin kendisini ağır bir meşruiyet kaybı tehlikesi karşısında hissettiğini gösteriyor. Peki, bu durum, dengelerin yerinden oynadığını, gerçek bir demokratik sivil denetime geçilebileceğini mi gösteriyor? Bunun cevabı da ikinci tespitle ilgili.

Siyasetin angajmanı ne?

Tespit 2: AKP’nin Siyasal İrade, Bilgilenme ve Angajman Sorunu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gazetecilerin, genel olarak askerlerin özel olarak da 12 Eylül müdahalesinin lideri Kenan Evren’in sivil mahkemelerde yargılanması konusundaki tartışmaları hatırlatması üzerine ‘hukuki meseleleri, hukukla ilgi organlara bırakmak lazım. Onlar bu işi götürecek’ yanıtını vermesi bazı bakımlardan endişe verici. Çünkü konuşmanın devamına bakıldığında, Cumhurbaşkanı, kaygıları daha da arttıran şu sözleri söylüyor: ‘Genelkurmay Başkanı söyledi: TSK demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne bağlıdır.’ Bu sözlerin yansıttığı bakış açısı, sivil-ordu dengesizliğini sorun olarak görmemekte. Tersine, TSK üzerinde sivil demokratik gözetim ve denetim sistematiğini kararlı bir biçimde yerleştirmeye değil, varolan dengeleri gözetmeye, muhafazakár ve sınırlayıcı bir özgürlük söylemine ve ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma pratiğine öncelik veren bir söylemi anımsatıyor.

Sivil demokratik denetim, kolaycı bir eylem planına başvurarak yani seçilmiş sivil iktidara darbe planları hazırlayanları yalnızca yargıya ihale ederek yerleştirilemez. Yargı süreci gerekli ama yetersiz bir süreçtir. Bu noktada adalet sisteminin yetersizliğini, bağımsız bir yapıya kavuşturulamamasını, buna eşlik eden yığınla sorunu -örneğin, hukuk eğitiminin en gelişmiş üniversitelerde bile hala aşırı teknik kalması ve bir türlü entelektüel bir içeriğe kavuşamamasını- gündeme getirmek mümkün.

Sivil denetim eksik

Demokratik sivil denetimin temel yapısal sorunlarını oluşturan konuların -örneğin Genelkurmay Başkanlığı’nın statüsünün, MGK’nın yetkilerinin, askeri mahkemelerin, iç güvenlikte jandarmanın polis aleyhine genişleyen yetkilerinin- ‘şeffaflık’, ‘hesap verebilirlik’ ve ‘sivil anayasal düzenin üstünlüğü’ ilkeleri doğrultusunda ‘yasama’ yoluyla yeniden düzenlenmesi gerekir. Bu da yetmez, ‘yürütme’ kadrolarının da aktif kararlar alarak askeri bürokrasi ve diğer güvenlik birimlerini toplumun parlamentodaki temsilcilerinin oluşturduğu siyasal tercihlere uyumunu sağlaması bir başka gerekli adımdır. Bu konuda Türkiye’de yürütmenin en kötü cisimleniş biçimlerinden birisi, Milli Savunma Bakanlarının ağzını açmayan, önemli hiçbir şey söylememeye özen gösteren eski bürokratlardan seçilmesi pratiğinde yatar. Bir başka vahim örnek de Ağustos Yüksek Askeri Şura toplantılarında gerçekleştirilen atama ve terfiler konusunda sivil iradenin hiçbir rol oynayamamasıdır. Bu yılki toplantıda, ordu içinde hazırlandığı iddia edilen bunca anayasa ihlali teşebbüsü ithamları karşısında yürütmenin mevcut Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının durumunu nasıl değerlendireceği bir merak konusu.

Sahici ve kalıcı adım şart


Demokratik denetim sistematiği, yasama ve yürütmeye ek olarak medya ve ‘bağımsız’ strateji/düşünce/sivil toplum kuruluşlarının da sivil gözetim ortamının ve düzeninin kurulmasına hizmet etmelerini içerir. Bu gözetim ve denetim, sivil ve askeri güvenlik birimlerinin kendi aralarındaki işbirliği eksikliğine, zararlı rekabete, verimlilik kaybına ve toplumdan kopukluklarına da dikkat çekip, çözüm getirebileceği gibi, güvenliğe ve silahlı kuvvetlere dair bilginin de demokratikleşmesine, yani bu bilginin saklanmadan akmasına yardımcı olacaktır. Sivil-asker dengesinin demokratikleşmesi için bilgili, özgüvenli ve kapasiteli sivillerin çoğalması ve siyasiler, sivil bürokratlar ile askeri bürokrasi arasında eşit ve tam bilgilenmeye dayanan bir diyalog, işbirliği ve müzakere ilişki modelinin doğması kritik önem taşır.

Tüm bu sistematiği kavrama, üzerinde düşünme, bir iç tartışmadan sonra benimseyerek kamuya açıklama ve askeri bürokrasiyi de ikna etme konularında, demokrasi performansı tartışmalı, özgüveni ve toplum desteği de çok yüksek olmayan AKP iktidarı istekli, tutarlı ve kararlı bir çizgi izleyebilir mi? Ya da zamanı yeter mi? Gerçekleştirilecek reform ülkenin ana sorununa hayal edilmesi bile güç bir radikal çözüm getirmeyi amaçlamak zorunda. Bu sorulara olumlu cevabı vermesi gereken ve verebilecek tek sivil aktör AKP iktidarıdır. Topun AKP’nin oyun sahası içine girdiğini söylemek mümkün.

STAR

YAZIYA YORUM KAT