1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Avusturya Siyaseti 'Fabrika Ayarlarına' Döndü
Avusturya Siyaseti 'Fabrika Ayarlarına' Döndü

Avusturya Siyaseti 'Fabrika Ayarlarına' Döndü

​​​​​​​Avusturya seçmeni zenofobik söylemlere iltifat ederek aşırı sağ FPÖ’nün oylarını patlattı. Hıristiyan Demokrat ÖVP’nin 31 yaşındaki genel başkanı Kurz’un Müslüman karşıtı söylemleri de partisinin seçimden birinci olarak çıkmasını sağladı.

19 Ekim 2017 Perşembe 15:12A+A-

M. Taceddin Kutay / Anadolu Ajansı

1936 yılında Hitler Almanyasına iltihak eden Avusturya, II. Dünya Savaşı 1945 yılında sona erdiğinde, galip devletler tarafından Almanya’nın suç ortağı değil, kurbanı olarak görüldü. Bu sebeple Avusturya Almanya’nın maruz kaldığı yaptırımların çoğuna maruz kalmadı; en önemlisi, galip devletler tarafından parçalanmadı.

Buna mukabil, 1955 yılına kadar, on sene süreyle galip devletler tarafından yönetilen Habsburglar’ın ülkesi, ancak 26 Ekim 1955’te tam bağımsız bir devlet olarak ikinci cumhuriyetini kurdu. Her ne kadar Almanya’ya kesilen hesap Avusturya’ya eşit oranda ödetilmemiş olsa da, savaş sonrası Avusturyası maddeten ve manen üstesinden gelinmesi güç yükler altında ezilmekteydi. O kadar ki, Avusturyalı yetkililer, halen milli bayram olarak kutladıkları bağımsızlık anlaşmasının imzalanacağı salona 1955 yılında serecek bir halı dahi bulamamış, Türk Büyükelçiliği’nin halısını ödünç almışlardı.

Merkez siyasetin tasarlanışı

Habsburglar’ın ülkesi, içinde bulunduğu maddi sıkıntıdan çok daha ezici manevi yüklerin altında ezilmekteydi. Bunların en ağırı, hiç şüphesiz Hitler de dâhil olmak üzere Nazi rejiminin önde gelenlerinin önemli bir kısmının Avusturyalı olması ve ülke halkının önemli bir kısmının Hitler rejimine gönüllü olarak destek olmasının yarattığı manevi baskıydı. Avusturya yeniden kurulmaktaydı; devlet ve siyaset, geçmişten çıkarılan dersler göz önünde bulundurularak yeniden dizayn edilmeliydi. Bu durum ister istemez Alman siyasetiyle paralel okunabilecek siyasal bir yapının ortaya çıkmasına sebep oldu. Merkez siyaset, sağda Österreichische Volkspartei (Avusturya Halk Partisi-ÖVP), solda ise Sozialdemokratische Partei Österreichs’e (Avusturya Sosyal Demokrat Partisi-SPÖ) kalacak şekilde, ikili bir yapıda tasarlandı.

Birinci cumhuriyetin “Kayzer’e sadık halk partisi”, ikinci cumhuriyette Alman Hıristiyan-Demokrat partisinin Avusturya’daki bir izdüşümü olarak kurgulandı ve ÖVP bu kurgunun neticesinde doğdu. Üstelik bir Hıristiyan-Demokrat parti kurmak Alpler’in bu küçük ülkesinde Almanya’ya nazaran çok daha kolaydı; zira Almanya’daki Protestan-Katolik ayrımına benzer bir ayrım, mutlak Katolik Avusturya’da yoktu ve Kilise bir bütün olarak bu partinin arkasında yer almakta bir beis görmedi.

ÖVP’nin karşısında yer alan SPÖ ise Avusturya sosyal demokrasisinin tarihsel geleneğinden aldığı rüzgârla önemli bir siyasal figür haline geldi. Bir liberal parti ve bir komünist parti de bunlara ilaveten siyasal skaladaki yerlerini aldı. 1986 yılında eski radikal solun dönüşümü ile Yeşiller partisi kuruldu.

Nazizm hatırası aşırı sağ bir partiye izin vermiyordu

Bu tabloda müsamaha gösterilmeyecek yegâne şey ise Nazizm’den esintiler taşıyacak aşırı sağ bir partiydi. Avusturya’nın aşırı sağ potansiyelinin sandık marifetiyle ölçülmesi bu süreçte mümkün değildi; zira doksanlara kadar aşırı sağı temsil etmeye cesaret edecek bir siyaset Avusturya’da ortaya konulamamıştı.

II. Cumhuriyet aşırı sağının babası Jörg Haider’in 1986 yılında liberal FPÖ’nün yönetimini ele geçirmesinin ardından, FPÖ her geçen gün tonunu sertleştirerek aşırı sağ bir parti halini aldı. Avusturya doksanlara aşırı sağ bir parti ile giriyordu.

Aşırı sağın yükselişi

Haider’in aşırı sağ partisi Avusturya siyasetinde doksanlar boyunca yükseliş gösterdi. Öyle ki 1999 yılının ekim ayındaki seçimlerde yüzde 26,9’luk oy oranıyla ikinci olan parti, ÖVP ile kurulan koalisyonun küçük ortağı oluyor ve iktidara geliyordu. Ancak başta AB olmak üzere tüm dünyadan gelen baskılar Haider’in FPÖ’sünü koalisyondan çekilmeye icbar etti ve süreç FPÖ’nün oy kaybıyla sonuçlandı.

Ancak mızrak artık çuvalı delmişti. Avusturya siyaseti 2000’lere aşırı sağın siyaset yapabileceği bir zeminle girdi. Özellikle 11 Eylül sonrası tüm Avrupa’da İslam karşıtlığının yükselmesi ve Avusturya’da seçmen yaşının 16’ya düşürülmesi, Haider’den sonra partinin liderliğine gelen Strache’nin ekmeğine yağ sürdü. 2009 yılında genç seçmenler arasında yapılan kamuoyu araştırmaları, FPÖ’ye olan desteğin yüzde 40’larda olduğunu ortaya koyuyordu.

Yoksul sınıfların aşırı sağa yönelişi Hitler’in yükselişini andırıyor

2008-2009 ekonomik krizlerinin AB ülkeleri arasında en az etkilediği ülkeler Hollanda ve Avusturya oldu. İşsizlik oranının yüzde 4,5 civarında seyrettiği Avusturya’da, seçmenin en fazla tepki gösterdiği olayın Yunanistan’ın kurtarılmasına yönelik paketler olduğu, kamuoyu araştırmalarında ortaya çıktı. Her kurtarma paketinin Avusturya ekonomisine yeni vergi kalemleri olarak dönmesi ve varlık vergisi gibi kalemlerin masaya konulması, özellikle Viyana dışında kalan eyaletlerdeki sandıklara sağın yükselişi olarak yansıdı.

Güney eyaletlerinde aşırı sağın oy oranını her seçimde artırdığı görülürken, sosyal demokratların kalesi Viyana’nın işçi mahallelerinde de aşırı sağa büyük bir yöneliş gerçekleşti. Söz konusu artış, 2016 yılında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, aşırı sağın adayı Norbert Hofer’in yüzde 50’ye yakın oy almasıyla sonuçlandı. Hofer Yeşiller’in adayı Alexander van der Bellen’e cumhurbaşkanlığını ‘foto finiş’ ile kaybederken, merkez siyasetin en önemli iki aktöründen biri olan SPÖ seçmeninin iki adaya da yönelmiş olduğu gerçeği, Avusturyalı siyaset bilimcilerini hayrete düşürmüştü. Hitler’in yükseliş döneminde olduğu gibi, dar gelirli sınıflar sol partilerden yüz çevirerek aşırı sağa yönelirken, yüksek gelirli kesim geleneksel temsilcisi ÖVP’de konsolide oldu.

Merkez siyasetin çöküşü

Avusturya’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurgulanan ikili merkez siyaset ancak birkaç nesil sürdürüldü. 2017 seçimleri, Avusturya toplumunda gerçek bir karşılığı olmayan Yeşiller gibi partilerin parlamento dışında kaldığı ve belki de bir daha meclise dönemeyeceği gerçeğini ortaya çıkardı. Bu durumun en önemli sebebi ise Avusturya siyasetinin kendisine dayatılan kalıpların dışına çıkması ve fabrika ayarlarına dönmesi.

Aşırı sağa tarihsel bir yatkınlığı olan Avusturya kamuoyu, II. Dünya Savaşı’nın manevi yüklerini taşıyan nesillerin yerini alan genç nesillerin aşırı sağı ülke siyasetinin merkezine koymasıyla birlikte, adeta fabrika ayarlarına dönüyor. İki savaş arası dönemde ülkedeki büyük Yahudi nüfusunu ötekileştiren ve kendisini bu kitleye karşıtlık üzerinden inşa eden aşırı sağ, ‘yeni öteki’ ilan ettiği (Türkler başta olmak üzere) ülkede yaşayan Müslümanlar üzerinden, kendisini yeniden inşa ediyor. Sekiz milyonluk Avusturya’da 300 bin civarında yurttaşımızın ve buna ilave olarak 200 bin civarında farklı topluluklardan Müslümanın yaşıyor olması, Avusturya aşırı sağına gereken argümanları fazlasıyla sağlıyor.

Kurz ne yapacak?

Wolfgang Schüssel’in ardından karizmatik bir lider çıkarma konusunda büyük sıkıntılar yaşayan ÖVP, Ekim 2017 seçimlerine bu koltuğa bilinçli bir şekilde hazırladığı Sebastian Kurz liderliğinde girdi. Kurz siyasi kariyerinin basamaklarını paralel bir çizgide tırmandı. İlk olarak entegrasyondan sorumlu devlet bakanı (Staatssekretär) olarak kabineye giren Kurz, ülkede yaşayan yabancılar için hayatı zorlaştıran reformları hayata sokarak Avusturya siyasetinde yıldızını parlattı. Ardından oturduğu dışişleri bakanlığı koltuğunda Türkiye karşıtı söylemleriyle sivrilerek, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik sert eleştirileriyle dikkat çekti. 15 Temmuz kalkışmasının ardından ilk açıklama yapan AB dışişleri bakanı olan Kurz, Türkiye’nin yanında olmaktansa darbecilere müsamaha çağrısı yapmıştı. Dolayısıyla Sebastian Kurz özelinde yapılacak bir portre analizi, Avusturya’da yükselen aşırı sağa oynadıkça siyasal sermayesi yükselen bir siyasetçi figürünü karşımıza çıkarıyor.

Asıl endişe verici olan ise Kurz’un bu siyaset tarzının Avusturya kamuoyunda bir karşılığının olması ve lideri olduğu parti bir merkez parti olsa da herhangi bir reaksiyonla karşılaşmaması. Bu sebeple, Kurz önderliğindeki ÖVP’nin aşırı sağ FPÖ ile yapacağı bir koalisyonun her zamankinden daha sevimsiz bir Avusturya tablosunu karşımıza çıkaracağı gerçeğine hazırlıklı olmamız gerekiyor. Olası bir koalisyonun en kuvvetli dışişleri bakanı adayı olarak ise cumhurbaşkanlığı seçimini kıl payı kaybeden Norbert Hofer karşımıza çıkıyor.

Sonuç olarak, önümüzdeki süreçte, AB içinde Türkiye karşıtı politikaları her zamankinden daha yoğun olarak savunacak bir Avusturya ile karşı karşıya kalacağız. Zaten uzun süredir Türkiye’yle ilgili meselelerde sert söylemlerle karşımıza çıkan Avusturya’nın, bu karşıtlığın dozunu artıracağı muhakkak.

 

HABERE YORUM KAT