1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. ‘Sap gibi’ değil, ikibüklüm ve hüngür-müngür anmak..
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Sap gibi’ değil, ikibüklüm ve hüngür-müngür anmak..

12 Kasım 2008 Çarşamba 00:28A+A-

*Bu kadar lider tapıcılığına da, bu kadar ahlâksızlığa da, ‘Pess!...’  doğrusu..

Cumh. gazetesinden C. Arcayürek’in, Tayyîb Erdoğan’ın Anıt-Kabirde, ‘sap gibi durduğu’na dair satırlarını okuyordum, dün.. ‘Mozole önündeki gözlerine, yüzüne bakıyorum; dünden koptuğuna işaret eden en ufak bir kıpırdanma yok; herhalde kafasının içinde ‘Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor. Yani bu millet istedikten sonra, tabii elden gidecek yahu!’ diyen sesi çınlıyor. (...) Atatürk’ün huzurunda sap gibi dururken dün, herhalde bir inancını tazeliyor; ‘Türkiye kendisine din olarak kemalizmi almış, başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir’  dediğini içinden geçiriyor olmalı.
(...) Anıtkabir’de ...sap gibi dururken dün; (...) sadece laikliği değil, topyekûn Cumhuriyeti karalarken değişim-değiştim edebiyatıyla bugün, ‘...Atatürk’ü ölüm yıldönümünde anarken, hep birlikte O’nun fikir ve eserleri üzerinde yeniden düşünmeliyiz’ diyor.’

Ve sonra Arcayürek asıl soruyu patlatıyordu: ‘Sen bir kez olsun, hiç operaya gittin mi?’  Örneğin Carmen’i, Aida’yı, Rigoletto’yu, Sihirli Flüt’ü izledin mi? Hayır!  (...) Fındıkkıran veya Kuğu Gölü balelerini, şöyle keyif alarak seyrettin mi? Hayır!  Vivaldi’yi, Beethoven’i, Mozart’ı, Brahms’ı, Chopin’i.. ünlü eserlerini bir konser salonunda dinledin hiç? Hayır!
(...) O’nun çağdaşlığın kanıtları olan eserlerini bilmek, izlemek ve sindirmek gerekiyor. Anıtkabir’de sap gibi durmak yeterli ve inandırıcı olmuyor.’

Evet, M. Kemal, daha 1913’lerde Sofya’da ‘askerî ataşe’ iken gittiği bir operada, ‘kalkınmanın sırrının opera san’atını icra etmekten geçtiğini’  ‘keşfetmemiş miydi?’

Ve sonra gazetelerdeki resimlerine baktım, Erdoğan’ın.. Arcayürek’in dediği gibi miydi, yoksa onun şartlandırmasıyla mı öyle görmüştüm, ayırt edemedim.. Ama, sahiden de, ne eğilme, ne tapınma, ne de bir minnet duygusunu yansıtan bir yüz hattı.. Âdeta, bir taş parçası gibi durmuş, buz gibi bakıyordu, karşısındaki 8 tonluk mermer parçasına.. Halbuki, nesiller 80 yıldır böyle, ‘devenin nalbant dükkanına bakışı’ gibi baksın diye mi yetiştirilmişlerdi?

Arcayürek, oraya gittiğinde, herhalde salya-sümük birbirine karışarak, hüngür-müngür ağıtlar yakıp, iki büklüm oluyor ve hattâ kendini yerden yere atıyordur.. Böyle olmasını istediğine göre, öyle yapar diye düşünüp, hak verdim, Arcayürek’e.. Evet, ayıp etmişti Erdoğan!!.

Kendilerini ‘cumhuriyetçi’ zanneden ve amma, ‘cumhûr’la, halkımızın imanî, ahlâkî ve kültürel değerleriyle hiçbir ilgisi olmayan ‘taife-i laicus’un hal-i pür-melali, evet, böyle..

 

*Böylesine bir utanmazlığı ‘lider tapıcılığı’ ile de izah etmek olmaz..

Ya, ‘ulusalcı’ taifenin kalemlerinden em. binb. Erol Mütercimler‘in, dünkü Vatan’da yer alan sözlerine ne demeli? Her namuslu insana, ‘Bu kadar ahlâksızlığa da ‘Pesss!.’ dedirttirecek cinsten değil mi? Ki, sözkonusu ettiği iddiaları Erzurum Kongresi günlerinde, mülkî erkândan birinin hanımı ile ilgilenmesi etrafında 30 yıl öncelerde de okumuştum.. Şimdi ise, ‘Mütercimler’, M. Kemal’in Nutuk’unu fransızcaya çeviren Nazlı Pektaş’dan duyduklarını aktarıyor..Pektaş’a (M. Kemal için)  ’Çapkın mıydı? Kadınlara asılır mıydı? diye sormuş..
‘Nutuk (Söylev)’ tercümesiyle meşgul olduğu yıllarda M. Kemal’le bizzat görüştüğü anlaşılan Pektaş’ın cevabı utanç verici: ‘Söylev’i Fransızca’ya çeviriyorum. ...Ne yalan söyleyeyim, asılmak için çok çabaladım. Tüm kadınlar gibi.
Her seferinde ise saçlarımı okşayıp ’Kızım, çocuğum nasıl gidiyor tercüme’ dedi. (...) Ama içinde ünlü paşalar dahil olmak üzere o kadar çok kişi, karısını, kızını ona sunmak için çabalardı! Hattâ, karısını-kızını Atatürk’le yalnız bırakmak için Ankara kışında balkonlarda bekleşirlerdi. Bu yüzden az kişi zatürre olmadı!

Evet, böylesine bir tablo karşısında ne düşünürsünüz? Keşke birisi, yağlanmış parlak boynuzlarıyla ortalığı kaplayan bir öküz sürüsü karikatürü çizerek anlatsa durumu, kısaca..

 

*Evet, ‘Ya sev, ya terket!’ demedin, ama,  dediğin de sana yakışmadı!

Başbakan’ın son haftalardaki konuşmaları tartışılıyor.. O, TC vatandaşı olan herkesin etnisitesine bakmadan, hepsinin de tek bir milleti teşkil ettiğini belirtiyor..

Onun millet anlayışının, türk-kürd, arab, arnavud, laz, gürcü, çerkez, abaza, vs. gibi bir etnik temele dayandırmadığını düşünüyorum.. Çünkü, hemen bütün etnik, kavmî unsurları saydıktan sonra, ‘bizi bir millet yapan değerlerin neler olduğunu siz biliyorsunuz..’ diyor.. Bir sözün açıklayıcısı, her şeyden önce onun sahibi olan kişidir.. Ama, o kendi fikrini olduğu gibi açıklayabilir mi? Hele de 100 yıllık laik -türkçü temele oturan bir rejimin kurum ve kadrolarının onca tahakkümcü tavırları varken..

Onun, bizzat açıklamadığı sözlerinin asıl yorumu da yine kendisine düşer.. Ben ise, sadece ‘sanıyorum’ diye ve temennilerimle karışık yorumlamaya çalışıyorum ki, sadece beni bağlar!

Temenni ve yorumlarımı da, ‘Medine Vesikası’ndaki ‘Müslümanlar ve müslümanlarla birlikte hareket edenler bir ümmet/camia/ millet sayılırlar’ ifadesine benzetiyorum..

Kaldı ki, Türkiye’de büyük kitle, zâten müslüman.. Müslüman olmayanlar da fiilen büyük kitleyle birlikte hareket etmek sözü veriyorsa, onlar da aynı camianın bir parçası olurlar..

Ancak, Erdoğan, ciddî ayaklanma çağrıları ve ‘Başbakan buralara gelirse başına geleceklerden sorumlu değiliz..’ gibi meydan okuyucu tehdidler arasında, buhranlı bölgelere, silahlı çatışmalar arasında gidebilmiş bir kimse olarak, kendisini kuşatan atmosferin etkisiyle de konuşurken, ‘Tek Vatan, Tek Bayrak ve Tek Millet’ vurgusunu sıkça yaptı..

Tek Vatan ve Tek Bayrak’ vurgusunu dün DTP Gen. Başkanı Ahmet Türk de kabul ettiğini, ‘M. Kemal’e sığınarak belirtiyordu.. Ama, ‘Tek Millet’ sloganının, ‘tek tip bir toplum oluşturmayı hedeflediğini’ ve kabul edilemezliğini söylüyordu.. Ben ise, işte o noktada, Erdoğan’ın, kendisini açıkça ifade edemediğini, ‘millet’ derken, ‘türk milleti’ gibi, 100 yıllık klişeleşmiş terimi kasdetmediğini sanıyorum. Gerçi, kendi partisinden nice Bakan’lar (son olarak karşımıza sıkı bir ‘ulus-devlet’çi olarak çıkan Sav. Bak. Vecdî Gönül gibiler) ve diğer yetkililer dahil, günlük politika dışındaki nice müslüman şahsiyetler bile bu klişeyi  bir ‘resmî ideoloji sakızı’ olarak sürekli çiğniyorlar ama, Tayyîb Bey bu konuda daha dikkatlice..

Ancak, Tayyîb Bey, ısrarla  ‘Ya sev, ya terket!’ demedim diyor.. Evet, aynen öyle demedi de, ‘Beğenmiyorsan, kendine başka yer ara..  sözü de aynı kapıya çıkmıyor mu?

Benim itirazlarım varsa, sizin vazifeniz bana, kendi kabullerinizi dayatmak değil, beni anlamaya ve kazanmaya çalışmanızdır.. Ve size karşı silah kullanıyorsam, o zaman siz de bana silah kullanma hakkını elde edersiniz, tabiatiyle.. Ama, o silah artık beni kazanmaya değil, yoketmeye yöneliktir ve çaresizlik ilâmıdır.. Tayyîb Bey, o sözü tekrarlamamalıdır, derim..

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum