1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Ateizmle Mücadele; Evet Ama Nasıl?
Ateizmle Mücadele; Evet Ama Nasıl?

Ateizmle Mücadele; Evet Ama Nasıl?

Yasin Aktay, Ateizme dönük eleştirileri bağlamında kelam disiplininin tarihi fonksiyonuna dikkat çekerek Müslümanların bugün çağdaş ideolojik akımlar karşısında düştüğü acziyet ve fikri tembelliğin nasıl aşılması gerektiği sorusuna cevap arıyor.

24 Eylül 2018 Pazartesi 10:21A+A-

Yazısında Siirt Üniversitesi’nde yapılan “İslam Düşüncesinde Ateizm Eleştirileri” konulu programı değerlendiren Yasin Aktay, bu bağlamda kelam disiplininin tarihi fonksiyonuna da dikkat çekerek Müslümanların bugün çağdaş ideolojik akımlar karşısında düştüğü acziyet ve fikri tembelliğin nasıl aşılması gerektiği sorusuna cevap arıyor.

Söz konusu program bağlamında ateizmin oluşum ve yaygınlaşmasına elverişlilik oluşturan şartlara dikkat çeken Yasin Aktay’ın konuya dair yaklaşımının özetini aşağıdaki tespit ve değerlendirmelerde görmek mümkün:

“Ateizm özellikle sanayileşmeyle birlikte ortaya konulan kentsel hayat içinde dine hiçbir yer bırakmayan gündelik hayatın örgütlenmesinin kendiliğinden bir sonucu olmuştur. Bu kentsel-küresel ortamda bir popüler müzik idolü, bir hayat gailesi insanları Tanrı düşüncesinden Marx veya Darwin’in felsefi kitaplarından uzaklaştırmada çok daha ikna edicidir.

Ateizm aynı zamanda kurumsallaşmış dindarlığa karşı, o kurumların kucaklamadığı-dışladığı çevrelerin sığındığı bir teselli de olabilmiştir. Marx için nasıl din kitlelerin sığındığı bir teselli idiyse ateizm de benzer biçimde kitlelerin iktidarlarla özdeşlemiş dindarlığa karşı duydukları bir tepki olarak, yani bir dinle aynı dinamiklerle gelişebilir.

Müslümanlar ateizme karşı bir tedbir düşüneceklerse bu işin sadece son derece tutarlı ve güçlü argümanlar geliştirmekle yapılamayacağını, kitleler nezdinde hakikate adaletle şahitlik eden pratikler ortaya koymanın çok daha etkili olacağını bilmek lazım.

En önemlisi, Müslümanların pratikleriyle insanlar için bir fitne haline gelmekten sakınmaya çalışmalarıdır. İnsanların adaletten sapmış pratikleriyle aslında rahman ve rahim olan Allah’tan alabildiğine uzak Müslümanlar yüzünden Allah’a veya ona ilişkin herşeye küsmeleri, ondan uzaklaşmaları da kuvvetle muhtemeldir.”

Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan yazısının (24 Eylül 2018) tam metni:

İslam Düşüncesinde Ateizm Eleştirileri

Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi geçtiğimiz hafta sonuna doğru önemli bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Şahsen bu toplantı vesilesiyle İlahiyat Fakültelerinin Kelam Bölümlerinin düzenli olarak her yıl bir koordinasyon toplantısı düzenlemekte olduklarını ve bu toplantıyla birlikte her yıl belirledikleri bir konuda sempozyum düzenlemekte olduklarını öğrenmiş oldum.

Aslında tanıdığım bir çok kelamcı arkadaşın her yıl bu tür toplantılara katıldığını duyuyorum, ama bunun bütün Kelam bölümleri arasında böylesine kurumsallaşmış bir faaliyet olduğunu bilmiyordum.

Doğrusu bir bilim alanının bir disipline dönüşmesi için o alanda çalışanların elbirliğiyle sorunsalları belirlemeleri, sorunlarını tartışmaları ve konuları ele alış biçiminde bir metodolojide karar kılmaları için bu tür süreklilik ve kurumsallık kazanmış toplantıların çok önemli bir fonksiyonu olur. Bilim alanlarının disipline ihtiyacı vardır. O disiplin insanı nesnesinden koparma veya ilmin konusuyla ilişkiyi nesnelleştirme tehlikesi taşısa da, üniversite geleneği içinde bu disipline ihtiyaç vardır. Zaten o disiplin içinde bu tehlikelerin de üstesinden gelecek özgürleşimci bir düşünüm için de daha sağlam bir zemin oluşur.

Doğrusu Kelam, yani batılı literatürde bilinen adıyla teolojinin yeri, her zaman bilimler hiyerarşisi içerisinde yeri büyük tartışmalara konu olmuş, önemli bir alan. İslam düşünce tarihinde ise ispat-ı vacibe, yani Allah’ın varlığı ve sıfatlarına odaklanan bir disiplin olarak İslam’ın dışındaki dinlerle veya düşünce iklimleriyle diyaloğuyla şekillenen bir disiplin. Bu diyalog etkileşim içine girmeden gerçeklemiyor doğa olarak. O yüzden kelam ilimlerinin gündemindeki konular ve sorunsallara çoğu kez diğer İslami ilimlerin uzmanlarınca Müslüman idrakine sızmaya çalışan yabancı etkiler olarak kuşkuyla ve ihtiyatla bakılmıştır. Bu kuşku ve ihtiyat zaman zaman gerilimler yarattıkça, bu durum siyasi çekişmelerin de kendini ifade etme, ortaya koyma yollarından biri haline gelmiştir.

Kur’an’ın yaratılmış olup olmadığına dair meşhur tartışmayla birlikte yaşanan Mihne hadisesi Kelam tartışmalarıyla siyaset ilişkisinin en önemli tarihsel tezahürlerini ortaya koymuştur. Ezeli ve ebedi olan Allah’ın Kelamının zamanın belli bir aralığında ortaya çıkmış olmasıyla ilgili soru ise ilk dönem Müslümanlarının gündemine hiç gelmemiştir. Bu soru daha ziyade Müslümanların fütuhatıyla birlikte Hıristiyan ve Yunan düşüncesiyle temaslarında karşılarına çıkan bir soru olmuştur. Bu ve bunun gibi sorularla birlikte elbette İslam’ın ilk doğuşu esnasında cari olan düşünce biçiminden, hayatı ve Allah kelamını algılama biçiminde bambaşka kulvarlara girilmiş oldu.

Etkileşim tek taraflı olmamıştır tabi. Ünlü Yahudi filozof Maimondies gibi isimler Müslüman düşünce ikliminden etkilenerek Yahudi teolojisinin tesisinde önemli bir rol oynamışlardır. Tabii Rönesans ve Aydınlanma düşünürlerinin Müslüman düşüncesinden ne ölçüde etkilenmiş olduklarına girmiyoruz bile.

Siirt’te 23’ücünsü yapılan Kelam koordinasyon toplantısının sempozyum kısmında bu yıl için seçilen konu “İslam Düşüncesinde Ateizm eleştirileri” idi. Ateizmi doğrudan eleştiren bir toplantı yerine tarihte her zaman bir şekilde var olmuş olan ateizme karşı Müslüman alimlerin veya kelamcıların ortaya koymuş oldukları cevapları, eleştirileri konu etmek, doğrusu çok uygun bir yaklaşım. Çünkü ilim disiplininin önce kendini tanımasını, kendi geçmişiyle yüzleşmesini, geçmiş tecrübelerini, hafızasını, müktesebatını ortaya koyacak böyle bir çalışmanın özeleştirel bir boyutu da vardır.

Kendi üzerinde düşünmek, kendini tanımak, birey olarak veya bir ilim disiplini olarak… Geçmişte ateizme karşı ortaya konmuş tezler, argümanlar, retorik veya tepkiler, bugünün ateizminin ortaya koyduğu soruları karşılamaya yetiyor mu? Bunun için sadece kendini değil, dünün ateizmini de bugünün ateizmini de bilmek, dinlemek, anlamaya çalışmak gerek. Arada bir fark yoksa eski argümanlarla yenisini karşılamak mümkün mü? Yoksa düne dair ne varsa dünde kaldı, şimdi yeni şeyler söylemek mi lazım?

Aslında bu yıl için konunun ateizm olarak seçilmiş olmasının bir sebebi son zamanlarda ateizmin Müslüman gençleri etkileyen bir sorun olarak çok fazla vurgulanıyor olması. Gençler ciddi bir inanç sorunuyla karşı karşıyalar. Bir yandan deist olduğunu, bir yandan ateist olduğunu söyleyen Müslüman çocuklarının hikayeleri ebeveynlerinde ciddi endişe uyandırıyor.

Doğrusu bu endişeler karşısında, ateizmin geçmişe nazaran daha geniş bir yaygınlığa ulaştığı hususunda elde geçmişle bugünü karşılaştıracak nesnel bir istatistik görmedim, duymadım. Tikel vakaların toplamından böyle bir anlatı ortaya konuyor olduğuna dair kanaatim daha fazla. Ama yine de ateizmle ilgili İslami kelami argümanların güncellenerek hem ilmi hem de popüler söylemlerle ortaya konması bir farz.

Bu farzı yerine getireduralım, ama benim ateizmin yaygınlaşmasıyla ilgili acizane kanaatim, onun hiçbir zaman argümanlarını bütün tutarlılıklarıyla veya retoriğiyle ortaya koyup, bu yolla ikna edici olabilmesiyle ilgili olmadığıdır.

Ateizm özellikle sanayileşmeyle birlikte ortaya konulan kentsel hayat içinde dine hiçbir yer bırakmayan gündelik hayatın örgütlenmesinin kendiliğinden bir sonucu olmuştur. Bu kentsel-küresel ortamda bir popüler müzik idolü, bir hayat gailesi insanları Tanrı düşüncesinden Marx veya Darwin’in felsefi kitaplarından uzaklaştırmada çok daha ikna edicidir.

Ateizm aynı zamanda kurumsallaşmış dindarlığa karşı, o kurumların kucaklamadığı-dışladığı çevrelerin sığındığı bir teselli de olabilmiştir. Marx için nasıl din kitlelerin sığındığı bir teselli idiyse ateizm de benzer biçimde kitlelerin iktidarlarla özdeşlemiş dindarlığa karşı duydukları bir tepki olarak, yani bir dinle aynı dinamiklerle gelişebilir.

Müslümanlar ateizme karşı bir tedbir düşüneceklerse bu işin sadece son derece tutarlı ve güçlü argümanlar geliştirmekle yapılamayacağını, kitleler nezdinde hakikate adaletle şahitlik eden pratikler ortaya koymanın çok daha etkili olacağını bilmek lazım.

En önemlisi, Müslümanların pratikleriyle insanlar için bir fitne haline gelmekten sakınmaya çalışmalarıdır. İnsanların adaletten sapmış pratikleriyle aslında rahman ve rahim olan Allah’tan alabildiğine uzak Müslümanlar yüzünden Allah’a veya ona ilişkin herşeye küsmeleri, ondan uzaklaşmaları da kuvvetle muhtemeldir.

Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin çok değerli dekanı Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma ve Kelam Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cemalettin Erdemci’nin mükemmel ev sahipliğiyle gerçekleşen sempozyum yüze yakın katılımcısıyla tam bir fikir ziyafetiydi. Emeği geçen herkesi tebrik ederim.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum