1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Asimetrik Savaşın Entelektüel Kanadı
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Asimetrik Savaşın Entelektüel Kanadı

10 Ağustos 2015 Pazartesi 04:03A+A-

Çözüm Süreci, Türkiye’de resmi ideolojik dayatmaların ölümcül bir kangrene dönüştürdüğü Kürt meselesini hukuki ve ahlaki zemin taşıma projesinin adı olarak belirdi. Seküler Türk ulusçuluğunu merkeze alıp toplumun dini, etnik, mezhebi kimliğine yönelik inkâr ve asimilasyon politikalarında inat etmenin siyaset ve topluma çok daha ağır bedeller ödeteceğinden hiç şüphe yoktu. Çünkü bu otoriter ve totaliter siyasi teamül birey ve toplumun huzur ve refahını değil sadece ve sadece Batıcı iktidar sınıflarının bekasını teminat altına almaya endekslenmiş bir devlet mantığından neşet ediyordu.

Askeri vesayeti gerileterek, bürokratik oligarşinin tuzaklarını savuşturarak Çözüm Süreci’ni başlatan, sistematik provokasyonlara rağmen çatışma ve ölümlerin önünü alan siyasi irade ve aktör hiç kimsenin meçhulü değil. Çözüm Süreci Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti Hükümeti tarafından başlatıldı ve sürdürüldü. Üstelik sadece PKK’nın silahlı propaganda savaşını değil CHP’nin Kemalist, MHP’nin Türkçü, HDP’nin Kürtçü ajitasyon ve provokasyonlarını da boşa çıkararak geliştirildi bu açılım süreci. Ülke ve toplumun huzur ve güvenliğini temin etmek üzere başlatılan Çözüm Süreci Soğuk Savaş uzantısı bu kesimler tarafından ne yazık ki ihanet, bölünme veya oyalama süreci vs. gibi isnatlarla itibarsızlaştırıldı.

PKK’nın Irak ve Suriye’nin içinde bulunduğu kaostan alan hâkimiyetini yaygınlaştırıp derinleştirmek üzere önce kantonlar, sonra koridor en nihayetinde bir Büyük Kürdistan devşirme fırsatçılığı Çözüm Süreci’ni günden güne felç etti. 50’den fazla insanın ölümü, içlerinde okul, hastane, yetiştirme yurdu, belediye binası, halk otobüsü, müze gibi yüzlerce binanın, aracın kundaklandığı 6-8 Ekim Kobani provokasyonu dahi Süreci’n selametini gözetme iradesini kıramadı. Ancak iki yıllık zaman diliminde neredeyse PKK medyasına hiç uğramayan Çözüm Süreci gündemi şantajların yol kesme ve gasplara, çadır mahkemelerinin şantiye baskınlarına hatta cinayet ve intihar saldırılarına evrilmesi şeklinde karşılık buldu.

Kandil’de üslenen PKK’lı savaş lortlarının Devrimci Halk Savaşı fantezileriyle siyaset ve toplum üzerinde ahlakdışı ve çirkin bir hegemonya kurma gayretine Hükümet’in engel olmaktan başka bir çıkar yolu olabilir miydi? Devlet toplumun can, mal, ulaşım, ticaret güvenliğini sistematik olarak tehdit edenlere karşı gerekli tedbirleri devreye sokmakla mükelleftir. Kamu güvenliği ve çözüm süreci arasında eş zamanlı bir denge kurulmak zorunluluğu tartışma dışıdır.

Tedaviye Muhtaç Mürebbiyeler

Peki, bütün bunlar olurken aydın, entelektüel, siyaset bilimci, hukukçu, gazeteci sıfatıyla donanmış kimi aydınlar hangi amaçla bir araya geliyorlar? Ne yazık ki PKK’nın katliam ve provokasyonlarını temize çıkarmak üstüne bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nu iktidar hırsıyla Kürt halkına karşı gerilim ve savaş stratejisi yürütme suçlamasıyla.

Gerçekleri alt üst edercesine, kronolojiyi inkâr ederek, hukuk ve siyaset biliminin bütün ilkelerini paspas yaparak Çözüm Sürecinin başlamasını da sekteye uğramasını da “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsi hesap ve hevesleri”ne bağlayacak kadar dogmatikleşen seküler aydın nefretinin evvelemirde tedaviye muhtaç olduğu aşikârdır. Barış, demokrasi, halkların kardeşliği gibi kavramları siyaset ve topluma karşı açıkça psikolojik harp diline tevdi eden bu kişilerin esasen barışa da halkların kardeşliğine de pusu kurmakta ve suikast tertiplemektedirler.

Çatışmasız veya çatışmalı bir Türkiye tercihini dahi “kendisine daha büyük güç ve iktidar getireceğini hesabı” üzerinden koordine etmekten imtina etmeyen “basiretsiz ve ehliyetsiz bir muktedir” kurgusuyla izaha kalkışmak ne anlama gelir? Türkiye’nin siyasal işleyişini çarpıtıp inkâr eden, PKK’nın da kanton-koridor-halk savaşı şehvetine müzahir duran entelektüel ortak paydanın derinlik ve değeri işte bu seviyededir.

Doğan Avcıoğlu-İlhan Selçuk gibi cuntalar kurup darbe bildirileri kaleme alan ‘aydın’ profilinin piyasadaki son sürümleri yine siyasete ve topluma karşı konumlanmış, yine halkın siyasi iradesine karşı konuşlanmıştır. Sözkonusu aydınların çarpık mantığı PKK’nın Kürt illerinde silahlı hegemonya kurmasını meşru bir hak hatta sorumluluk gibi lanse ediyor. Lakin diğer taraftan (seçim sandıklarından birinci parti olarak çıktığı halde) “ülkenin geleceği AK Parti Hükümetine bırakılamaz” çağrılarıyla toplumsal iradeye gayri meşruluk isnat etmekteler.

Yaşanan onca gelişmeyi “Erdoğan, Kürt Sorunu üzerinden yeniden iktidar üretmeye teşebbüs ediyor” (Mümtaz’er Türköne, 30 Temmuz/Zaman) türü indirgemeciliğe bağlamak için elbette Marksist kökenli olmak gerekmiyor. Türkçü-liberal-Fethullahçı karışımı bir kafa ve kimlik de bunun için uygundur.

Siyaset ve toplumun karşısında ama PKK’nın söylem ve hedefleri doğrultusunda saf tutmuş olan hastalıklı bir ‘aydınlar’ sınıfı sorunumuz var. Serbest ve doğrudan seçimle Cumhurbaşkanı olmuş Erdoğan’ı şahsi ve oligarşik iktidarın temsilcisi olarak lanse etmeyi görev bellemiş, akıl ve ahlak dışılığı benimsemiş bir aydın tipolojisi karabasan gibi toplumun üzerine çökmeye çalışıyor.

Entelijansiyanın Ağlatan Körlüğü

Seçilmiş Cumhurbaşkanını “Türkiye’deki en önemli kısa vadeli istikrarsızlık unsuru” olarak kodlayan şaşkın ve edepsiz bir akademisyen modeli önümüze barikatlar kuruyor. (Ahmet İnsel, 6 Ağustos/Cumhuriyet) Türkiye’yi kanlı iç savaşa sürükleme riskini PKK’nın misillemelerine davetiye çıkaran Tayyip Erdoğan politikalarına bağlayan felaket düzeyindeki gözüdönmüşlük kendisini “vatanseverlik 2015” (Cengiz Çandar, 6 Ağustos/Radikal) olarak takdim edebilecek kadar utanma duygusundan sıyrılmış durumda. PKK ve Beşşar Esed rejimi adına taşeron siyaset misyonuyla hareket eden siyasi kadroların korunma ve güçlendirilmesini “temel vatandaşlık görevi” sayan nefret dolu fanatizm TÜSİAD medyasında militan düzeyde temsil edilebiliyor.

Aydın muhalif olmaktan önce adil olmakla mükelleftir. Perspektifini seçilmiş siyasetçilere düşmanlık ve gayrı meşru şiddet temelinde yükselen bir örgüte angaje olmak şeklinde pratiğe taşıyanların ne ahlaki ne de hukuki meşruiyeti söz konusudur. Siyaseti ve toplumu bir dönem askeri vesayet altında tutmak için çırpınanların bu dönemde aynı hedefe gerilla savaşı üzerinden varmak istedikleri açıkça görülüyor. TSK’nın, yüksek yargının, bürokratik oligarşinin vesayetini reddeden, tarihe gömen siyasi ve toplumsal iradenin PKK’nın vesayetini de reddedip tarihe gömmek üzere mücadele vermesinden daha doğal bir şey olamaz.

Doğan Avcıoğlu-İlhan Selçuk modeli aydınlar siyasete ve topluma karşı tertiplenen asimetrik savaşın parçası hatta öncüsü olmaktan ne zaman vazgeçecekler? Siyasete ve topluma karşı sergilemekte inat ettikleri asimetrik savaşı ne ahlaki ne de siyasi olarak kazanabilirler. Her biri kibir abidesi olarak arzı endam eden seküler aydın karakterlerin mürebbiyeliğine siyasetin de toplumun da hiç ama hiç ihtiyacı yok. Hiçbir zaman da olmayacak inşallah.

Gölge etmeyin, bu toplum başka bir ihsan istemez sizden.

YAZIYA YORUM KAT