1. YAZARLAR

  2. SİNAN ÖN

  3. Anayasa: Toplum Sözleşmesi mi Yoksa İktidar Şemsiyesi mi?
SİNAN ÖN

SİNAN ÖN

Yazarın Tüm Yazıları >

Anayasa: Toplum Sözleşmesi mi Yoksa İktidar Şemsiyesi mi?

11 Ocak 2017 Çarşamba 20:00A+A-

Türkiye siyasal geleneğinde en tartışmalı konulardan birisi olmuştur, anayasa! Kavram; devletin temel organlarının kuruluş ve işleyiş esaslarını düzenleyen, devlet-birey ilişkileri ile temel hak ve özgürlükleri belirleyen kurallar bütünü olarak tanımlanabilir.

Bugün asıl çalışma, temel hak ve özgürlükleri tüm topluma yayma çabası olmalıyken, tartışmaların devletin temel organlarının işleyişi üzerinde yoğunlaşması, geldiğimiz noktada nasıl bir anayasal tecrübemizin olduğunu bizlere göstermekte. Bekir Bozdağ’ın “dönmeyi” ifade ettiği bu tecrübeyi irdelemeye çalışalım inşaallah..

20 ocak 1921’de Cumhuriyet’in ilk anayasası BMM’de kabul edilir. “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” adı verilen ve 23 madde ile bir ayrık maddeden oluşan bu anayasa, kısa ve öz hükümlerden oluşan, temel esasları belirledikten sonra detayları yasama organına bırakan, “Çerçeve anayasa” niteliğindedir.

Bugün tartışmaların odağında olan “Yetkilerin bir şahıs üzerinde toplanacağı” iddiasıdır. Cumhuriyet tarihinin ilk anayasasının en önemli özelliği “Kuvvetler birliği” ilkesini benimsemesi ve “Meclis hükümeti” sistemi ile yönetilmesidir. Sistemde, Bakanlar Kurulu meclisten ayrı ve bağımsız bir organ değildir. Meclis Başkanı bu kurulun doğal başkanıdır. Ayrı bir devlet başkanlığı öngörülmez, uygulamada Mustafa Kemal fiilen Devlet Başkanı olarak hareket etmiştir.

Çok kısa bir içeriğe ve ömre sahip olmakla beraber bu anayasa ile Osmanlı bakiyesinden kalan kurumlar tasfiye edilmiş yeni bir sistem getirilmiştir. Saltanat yerine Cumhuriyet’in ilanı ve Halifeliğin kaldırılması gibi..Yeni rejim ile anayasa 1924’te revize edilmiştir.

1924 anayasası, Cumhuriyet ilanı ile fiilen değişen hükümet sistemini yasal hale getirmiştir. Anayasa ile egemenlik kayıtsız şartsız “Millete” bırakılmış, egemenliği millet adına TBMM üstlenmiştir. Meclis yasama yetkisini kendisi, yürütme yetkisini ise seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun belirlediği Bakanlar Kurulu eliyle kullanacaktır. Bakanlar Kurulu meclise karşı   sorumlu, Cumhurbaşkanı sorumsuzdur. Kuvvetler birliği ve Meclis hükümet sistemi devam etmiş iktidar paylaşımına izin verilmemiştir.

1924 anayasasından, 1928’de “Devletin dini” kısmını belirten madde çıkartılmış ve 1937 yılında, devletin laik yapısı anayasa ile tescil edilmiştir. Böylece tek parti olan CHP’nin altı ilkesinden sonuncusu da devletin niteliklerinden biri olarak anayasallaştırılmış ve parti-devlet bütünleşmesi sağlanmıştır!

Çok partili hayata geçerken bu anayasada değişiklik yapılmamış ancak kuvvetler birliği anlayışı iktidarı kazanamayan devlet partisinin “Mağdur” olmasına sebep olmuştur! Bu mağduriyeti gidermek ise “Kahraman” askerimize düşmüştür! 27 Mayıs 1960’da çok partili dönemin ilk darbesi yapılmış ve darbecilerin organizasyonunda 1961 anayasası yürürlüğe girmiştir.

Anayasa 157 madde, 22 geçici madde ve bir başlangıç bölümünden oluşan geniş bir metindir. 3 alanda önceki anayasalardan ayrıldığı söylenir; hak ve özgürlükler, iktidarın paylaşımı ve anayasanın üstünlüğü! Tek parti rejiminde düşünül(e)meyen bu düzenlemeler halkın  teveccühüne ihtiyaç duyulan sistemde birden hatırlanmış, böylece rejim kendini koruma altına almıştır!

1961 anayasası ile TBMM sadece yasama yetkisine sahiptir ve 450 üyeli Millet Meclisi ile 150 üyeli Cumhuriyet Senatosu’ndan oluşur. Senato’da seçimle gelen üyeler dışında, Cumhurbaşkanınca atanan 15 kontenjan üyesi, eski Cumhurbaşkanları ve MBK üyeleri olan askerler de bulunmaktadır!

1961 anayasasının en belirgin özelliği asker ağırlığının göze çarpmasıdır. Senato’da MBK üyelerine yer verilmesi, askeri yargının anayasada düzenlenmesi, G.K.Başkanının, Başbakana bağlanması, Milli Güvenlik Kurulu’nun oluşturulması ve Bakanlar Kurulu’na eşdeğer yetkiler verilmesi, askerin siyaset üzerindeki vesayetininin temellerini atan maddelerdir.

Bununla birlikte, 1961 anayasasının 8.maddesi “Kanunlar anayasaya aykırı olamaz” ifadesi yeni bir yargı kurumunu gerekli kılmış ve bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Artık anayasaları değiştirmek o kadar kolay değildir! Bunun için yeni bir darbe ya da rejimin menfaati doğrultusunda bir gelişme olması gerekmektedir! 1961 anayasası konunun uzmanları tarafından “En özgürlükçü anayasa” olarak nitelendirilir! O zaman diğerleri!?..

12 mart 1971’de gerçekleşen muhtıra ile bu anayasadan elliye yakın madde değiştirilmiş ve bu değişiklikler ile 12 Eylül darbesinin ürünü olan 1982 anayasasına zemin hazırlanmıştır. Bunlardan en önemlisi askeri yargı ile askerin siyaset üzerindeki konumu güçlendirilmiş ve vesayet sistemi kökleştirilmiştir.

Anayasa bir nevi; “Toplum sözleşmesi” olarak tarif edilebilir. Toplumu siyasal anlamda yöneten ile yönetilenler şeklinde tasnif edersek; ikisi arasındaki ilişkileri düzenleyen, daha çok toplumun geniş kesimleri olan yönetilenleri koruması gereken bir sözleşmedir. Çünkü anayasa yönetenlere “Meşru güç kullanma tekelini” veren orantısız bir güç sağlar! Ancak ülkemizde anayasaların yapılış ve uygulanış şekli her zaman devleti ve iktidar sahiplerini korumak, ayrıcalıklı bir konumda tutmak adına yapılmıştır! 

12 Eylül Cuntasının icra ettiği darbe ve sonrasında yürürlüğe koyduğu 1982 Anayasası bunlardan biridir. Yüksek rütbeli beş subaydan oluşan Milli Güvenlik Konseyi, bir kanunla yasama ve kurucu iktidar yetkilerini kendisinde toplar!

Darbe sonrası, “Yeni anayasa yapımı” için askerler ve sivillerden oluşan Kurucu Meclis oluşturulur. Meclisin sivil kanadı olan 160 üyeli Danışma Meclisinin 40 üyesi doğrudan 120 üyesi ise valilerin önerdiği üçer aday arasından M.G.Konseyi tarafından belirlenir. Meclisin anayasa taslağını hazırlamaktan başka yetkisi yoktur. Böylece tamamen asker kontrolünde olan bir anayasa kabul edilir.

12 Eylül anayasasına bakıldığı zaman otoriteden yana olduğu, devlet organları arasında yürütmeyi, yürütme içerisinde de Cumhurbaşkanını güçlendiren bir yapısı olduğu görülür.

Milli Güvenlik Kurulu güçlendirilmiş, askeri yargı konumu detaylandırılmış, özerkliklere son verilmiştir. Cumhurbaşkanı, Yüksek Askeri Şura, HSYK kararları ve Ohal KHK’leri yargı denetimi dışında bırakılmıştır. 12 Eylül 1980 ile 6 Aralık 1983 tarihleri arasında yapılan uygulamalar ile yasamaların yargılanması ve anayasaya aykırılığının ileri sürülmesi  yasaklanmıştır!

Türkiye halen 12 Eylül Cuntasının hazırladığı, 1982 anayasası ile yönetilmektedir. Başlı başına Hilkat garibesi” olarak doğan, anayasa 2011 tarihine kadar yaklaşık 18 defa değişikliğe uğramış adeta “Yamalı bohça” haline gelmiştir.

Son zamanlarda “Yeni Anayasa” tartışmaları gündemden hiç düşmemektedir. En son ‘Anayasa Komisyonu’nun aldığı kararla, 18 maddede değişikliğin görüşüldüğü Meclis’de yaşanan tartışmalar, bu ülkede bazı şeylerin ne kadar da tabu olduğunu bir kez daha bizlere gösterdi.

Anayasayı Kutsal bir metin” gibi görüp, yaşam hakları ellerinden alınacakmışcasına davrananlar hırçınlaşmakta, saldırgan, kışkırtıcı, provakatif bir üslup ile topluma yön vermeye çalışmaktalar.

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay; “Devlet parti bütünleşmesi yapmak istiyorlar. Bu anayasa geçerse önce kaos, sonra iç savaş çıkar!” cümleleri ile açık açık meclisi ve halkı yok saymakta ve tehdit etmektedir! Halbuki onlar için en yüce değer Parlamento ve halkın egemenliği değil miydi?

Yine CHP İstanbul il Başkanı Cemal Canpolat, BirgünWeb tv’de yaptığı konuşmasında;  “Dünyanın her yerinde Cumhuriyet’e sahip çıkmanın bir bedeli vardır. Bedelini biliyoruz!” diyerek konuya ilişkin nasıl bir ruh halinde olduklarını anlamamıza vesile olmaktadır!

Toplum sözleşmesi olarak tarif edilen bu metin, toplumun tüm kesimlerini dikkate almalı bu doğru ancak ceberrut bir şekilde mevcud düzeni savunanlar, bir değer değil vesayet sistemi özlemi içerisindeler! Çünkü toplumun değerleri kendi değerleri ile örtüşmüyor, topluma söz hakkı vermek demek iktidarlarının tehlikeye girmesi demek!..

Bu değişiklikler ne kadar etkili olur, istenen hedeflere bu ülkeyi götürür mü bu tartışılır. Ancak şurası bir gerçek ki; geçmiş bundan iyi değil! Bizler bu ülkenin insani ve islami değerlerini dikkate almayan hiçbir metnin takipçisi ya da onaylayıcısı olmadık, olamayız! Bunun yanında, mevcud olanın olumluya doğru değiştirilmesi ve dönüştürülmesi konusunda atılan adımlara da duyarsız kalacak değiliz! Rabbimiz, Ümmet için hayırlısını bizlerin de çabası ile kazanabilmeyi nasip eder inşaalllah...

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum