1. YAZARLAR

  2. Zühtü Arslan

  3. Anayasa Mahkemesi Anayasa'yı değiştirebilir mi?
Zühtü Arslan

Zühtü Arslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Anayasa Mahkemesi Anayasa'yı değiştirebilir mi?

07 Haziran 2008 Cumartesi 02:58A+A-

Anayasa Mahkemesi beklenen kararını açıkladı. Yapılan yazılı açıklama iki cümleden ibaret. Buna göre "9 Şubat 2008 günlü 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair Kanun'un 1. ve 2. maddeleri, Anayasa'nın 2, 4. ve 148. maddeleri gözetilerek iptal edilmiştir.

Ayrıca yürürlüğü de durdurulmuştur." Henüz gerekçesi açıklanmasa da, bu kararın Türkiye'nin hukukî ve siyasi yaşamında çok önemli etkiler yapacağı şimdiden bellidir.

Anayasa Mahkemesi, 1982 Anayasası döneminde ilk kez bir anayasa değişikliğini iptal etmiştir. Daha önce anayasa değişikliklerinin iptali istemiyle açılan davaları reddeden Mahkeme, bu kez iptal istemini yerinde bularak Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişiklikleri iptal etmiştir. Bu karar, Anayasa'nın lafzına, ruhuna ve Anayasa koyucunun amacına açıkça aykırıdır. 1982 Anayasası'nı yapanlar, Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliklerini denetlemesini engellemek için 148. maddedeki hükmü formüle etmişlerdir. Bu maddeye göre şekil denetimi, "Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır". Nitekim Danışma Meclisi ve Anayasa Komisyonu tutanakları incelendiğinde Anayasa Mahkemesi'nin 1961 Anayasası döneminde yaptığı gibi, şekil denetimi görüntüsü altında esasa ilişkin denetim yapmasını engelleme amacı açıkça görülmektedir. Aksi yönde verilen önergeler Danışma Meclisi üyelerince reddedilmiştir.

Anayasa, anayasayı değiştirme yetkisini şekil kurallarına uymak şartıyla parlamentoya vermiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi bu kararıyla anayasa koyucunun açık iradesini ve maddenin açık lafzını hiçe saymıştır. Bu bir yetki aşımı ve yetki gaspı örneğidir. Mahkeme Anayasa'yla kendisine tanınan yetkileri aşarak, parlamentoya ait bir yetkiyi gaspetmiştir. Bu kararla, Anayasa Mahkemesi kendisini 1961 Anayasası döneminde olduğu gibi, yeniden anayasa koyucu konuma yükseltmiştir. Hatta daha da ileri giderek anayasa değişikliğinde son sözü söyleme gücünü kendisine tanımıştır. Eğer tahmin edildiği üzere, Mahkeme 148. maddedeki "teklif çoğunluğu" ibaresini aynı zamanda "teklif edilebilirlik" şartını da kapsayacak şekilde yorumladıysa, bundan sonra Anayasa Mahkemesi'nin onay vermediği hiçbir değişiklik anayasal hüküm değeri taşımayacak demektir. Çünkü Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek 2. maddesindeki "laiklik", "hukuk devleti" ve "sosyal devlet" gibi kavramlar geniş yorumlandığında her türlü anayasa değişikliğini içine alabilecek nitelikte soyut ve elastiki kavramlardır.

Öncelikle ne yapılmalı?

Anayasa Mahkemesi bu kararıyla sadece Anayasa'nın 148. maddesini değil, aynı zamanda değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan 2. maddesini de değiştirmiştir. Bu kararla 2.maddenin sonuna adeta şu hüküm eklenmiştir: Türkiye Cumhuriyeti, diğer hususlar yanında, bir "jüristokratik devlet"tir. Jüristokrasi, bir ülkede yönetme yetkisinin halkta ve onun temsilcilerinde değil, yargıçlarda olmasını anlatan bir kavramdır. Geçen yıl kimin cumhurbaşkanı olamayacağına karar veren Mahkeme, şimdi de hangi değişikliğin anayasal hüküm niteliği kazanamayacağına karar vermiştir. Parlamentonun dörtte üçünün oyuyla bireysel özgürlüklerin alanını genişletmek için kabul edilen bir anayasa değişikliğini atanmış (muhtemelen) dokuz kişi, Anayasa'ya aykırı bir şekilde geçersiz ilan etmiştir. Anayasa Mahkemesi, bu kararla parlamentonun anayasa koyucu işlevinin içini boşaltmıştır. Parlamentoya ait bir yetkiyi meşruiyeti kendinden menkul bir kararla kendi yetki alanına taşımıştır. Böylece Anayasa Mahkemesi, demokratik meşruiyetini yeniden tartışmaya açmıştır.

Peki bundan sonra ne olacak? Bu sorunun cevabını 26 Şubat 2008 tarihli Zaman gazetesinde yayınlanan "Anayasa Mahkemesi ne yapabilir?" başlıklı yazımda şu şekilde vermiştim: "Anayasa Mahkemesi'nin son anayasa değişikliğini iptal etmesi veya bunun "yokluğu"nu saptaması hukuken mümkün değildir. Buna rağmen, Mahkeme bir şekilde iptal veya yokluk kararı verirse, bunun biri kararın, diğeri başörtüsünün geleceği bakımından iki temel sonucu olabilir. Mahkeme'nin bu yöndeki kararı, kendi ifadesiyle, "ağır hukuka aykırılık" teşkil eder ve yokluk tartışmasını kararın bizzat kendisi için gündeme getirebilir. Başörtüsü yasağı konusunda ise, elbette anayasa değişiklikleri öncesine, yani başladığımız noktaya döneriz. Başladığımız noktada zaten hukuken başörtüsü yasağı yoktur. Parlamento iradesi Anayasa'nın 13. maddesindeki temel hakların ancak kanunla sınırlandırılabileceğine dair hükmü silinceye veya bir kanunla açıkça böyle bir yasak ihdas edinceye kadar da olamaz."

Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi'nin bu kararı, bir süredir kendisini hissettiren siyasete yönelik jüristokratik kuşatmanın son halkasıdır. Bunu kuşkusuz başka halkalar da takip edecektir. Ta ki halkalar birleşip kuşatma tamamlanıncaya kadar... Bu kararla birlikte, Türkiye'de özgürlükçü demokrasinin önündeki en büyük engelin jüristokratik tutkular olduğu iyice anlaşılmıştır. Bundan sonraki aşamada siyasetin jüristokratik kuşatmadan nasıl kurtulacağı tartışılmalıdır. Demokratik siyasetin en büyük önceliği ve hedefi, Cumhuriyet'in temel nitelikleri arasına eklenen ve bir anlamda önceki tüm nitelikleri geçersiz kılan "jüristokratik devlet" anlayışını tasfiye edecek adımları atmak olmalıdır.

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum