1. YAZARLAR

  2. Yusuf Şevki Hakyemez

  3. Anayasa değişikliği taslağı nasıl okunmalı?
Yusuf Şevki Hakyemez

Yusuf Şevki Hakyemez

Yazarın Tüm Yazıları >

Anayasa değişikliği taslağı nasıl okunmalı?

23 Mart 2010 Salı 02:27A+A-

Açıklanan kısmî anayasa değişikliği taslağının, bazı noktalarda eleştirilen hususları bünyesinde barındırmakla birlikte bir bütün olarak bakıldığında Türkiye'de demokratik hukuk devleti hedefinin yükseltilmesine belli ölçüde katkı sağlayacak yenilikler içerdiği söylenebilir.

Günlerdir kamuoyunda dillendirilen anayasa değişikliği paketi nihayet açıklandı. Son zamanlarda kamuoyuna yansıdığı şekliyle edinilen bilgilerle karşılaştırıldığında pakette en azından bazı sürprizlerin de olduğu görülmektedir. Anayasa değişikliği paketinde ağırlıklı olarak ülke gündemini daha yoğun biçimde meşgul eden bazı hususlarda değişiklik yapılmasının amaçlandığı görülmektedir. Bu bağlamda pakette özellikle siyasal parti yasaklama rejimi, Anayasa Mahkemesi'nin ve HSYK'nın oluşumu, anayasa şikâyeti yolunun benimsenmesi, Kamu Denetçiliği Kurumu'nun getirilmesi ve yargısal denetime ilişkin bazı anayasal yasakların kaldırılması en önemli hususlar olarak göze çarpmaktadır.

VENEDİK KOMİSYONU RAPORU İLE UYUMLU

Bilindiği gibi Türkiye'de siyasal parti kapatma kararları gerek ülke içerisinde ve gerekse uluslararası alanda yoğun biçimde eleştirilmektedir. Rejimin demokratik niteliğini önemli ölçüde zedeleyen bu biçimdeki kapatma kararlarının önemli ölçüde anayasa hükümlerinden kaynaklandığı argümanı aslında bu konuda bir anayasa değişikliğine ihtiyaç duyulduğunu göstermekteydi. Nitekim anayasa değişikliği paketinde de bu bağlamda Anayasa'nın 69. maddesine eklenen fıkra ile, artık Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın doğrudan kapatma davası açması yerine, kendi talebi üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde grubu bulunan her bir siyasî partinin beşer üye ile temsil edildiği ve Meclis başkanının başkanlığında oluşturulacak komisyonun üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ve gizli oyla vereceği izin üzerine dava açılacağı esası öngörülmüştür. Bu hüküm mevcut duruma göre daha isabetli olup, aynı zamanda Venedik Komisyonu'nun 2009 tarihli Türkiye'deki siyasal parti yasaklama rejimine ilişkin özel olarak yayınladığı rapordaki tavsiye ile de paralellik taşımaktadır. Öte yandan burada TBMM'de grubu bulunan her partinin eşit temsil edildiği bir komisyonun izni aranacağı için taslakta iktidar çoğunluğunun bunu engelleyebileceği biçimindeki eleştiriler de dikkate alınmış olduğu, özellikle iktidar partisi hakkında da kapatma davası açılması gerekiyorsa (!) değişiklikle artık bunun da imkânsız hale getirilmediği anlaşılmaktadır. Ancak siyasal parti özgürlüğü noktasında paketteki en önemli eksiklik olarak Anayasa'nın 68. maddesinde oldukça geniş biçimde sıralanmış olan siyasal parti yasaklarına dokunulmaması göze çarpmaktadır. Oysa Türkiye'deki siyasal parti özgürlüğü bağlamındaki en önemli sorunların başında bu husus gelmektedir. Burada Venedik Kriterleri'nde öngörüldüğü biçimde sadece "şiddet" koşuluna bağlı olarak siyasal partilerin kapatılması esasının getirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla taslağa ilişkin revizyonlarda sadece kapatma davası açmayı TBMM'nin iznine bağlayarak siyasal parti özgürlüğünü korumanın yetersiz kalacağı, sorunun önemli ölçüde siyasal parti yasaklarının fazlalığı ve bu yasakların Batılı demokrasi standardında olmamasından kaynaklandığı dikkate alınmalıdır.

HSYK'nın oluşumuna ilişkin pakette ilk göze çarpan hususlar ise Kurul üye sayısının artırılması, karma oluşum yönteminin benimsenmesi ve Kurul'un kendi sekreteryasına kavuşturulmasıdır. Bununla birlikte pakette TBMM, Kurul'a üye seçmemekte ve adalet bakanı ve Adalet Bakanlığı müsteşarının Kurul üyeliği devam etmektedir. İlk derece mahkemelerinin Kurul'a üye seçme imkânına sahip olması, Kurul'da geniş temsil esasına yer verilmesi ve Kurul'a cumhurbaşkanının yargı dışından belli sayıda üye seçmesi Avrupa ülke uygulamaları ve Avrupa Konseyi'nin raporlarında ısrarla vurguladığı hususlarla bağdaşmaktadır. Ancak burada Kurul'a TBMM'nin üye seçememesi Avrupa standardıyla çelişen en önemli noktadır. Avrupa'da Kurul'a Parlamento'nun üye seçmesinin demokratik meşruiyet açısından vazgeçilmez öneme sahip olduğu değişik raporlarda da ifade edilmektedir. Bu bağlamda doğrudan halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının HSYK'nın dört üyesini seçmesi ve hükümet üyesi olan adalet bakanının Kurul üyeliğine devam etmesinin belki demokratik meşruiyeti sağlayacağı düşünülmüş olabilir. Ancak, kanaatimizce Kurul'a Parlamento'nun doğrudan belli sayıda üye seçmesi demokratik meşruiyet açısından daha isabetli olacaktır.

TBMM'YE DAHA AKTİF BİR ROL VERİLEBİLİR

Üçüncü önemli nokta ise Anayasa Mahkemesi'nin oluşumu ile ilgilidir. Gerçekten Anayasa Mahkemesi yoğun iş yükü nedeniyle yeniden yapılandırılmak durumundadır. Hatta 2004 yılında hazırladığı çalışmada Anayasa Mahkemesi bile bu amaçla üye sayısının 17'ye çıkarılmasını ve iki daire biçiminde çalışmanın sağlanması gerektiğini açıklamıştı. Dün açıklanan taslakta ise Anayasa Mahkemesi'nin 19 üyeden oluşacağı öngörülmektedir. Üç üyeyi TBMM seçerken, diğer üyelerden altısı yüksek mahkeme üyeleri arasından, üç üye öğretim üyeleri arasından, beş üye üst kademe yöneticileri, avukat ve Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından ve iki üye ise yüksek öğrenim görmüş diğer kişiler arasından cumhurbaşkanınca seçilecektir. Burada göze çarpan en önemli husus karma oluşum yönteminin benimsenmesi, üye sayısının artırılması ve cumhurbaşkanının üye atamadaki ağırlığıdır. Parlamentonun belli özelliklere sahip kişiler arasından doğrudan üye seçememesi önemli bir eksikliktir. Oysa Avrupa'da anayasa mahkemelerinin bazı ülkelerde üyelerin tümünü, diğer ülkelerde ise önemli bir kısmını parlamentonun seçtiği dikkate alındığında, bu önerinin demokratik standartla bağdaşmadığı belirtilmelidir. 1961 Anayasası'ndaki şekliyle Anayasa Mahkemesi'nin oluşumunun bu açıdan yeni öneriden daha olumlu olduğu belirtilmelidir. 1961 Anayasası'nda Anayasa Mahkemesi üyelerinin üçte birini TBMM seçmekteydi.

Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi üyeliğinin 12 yılla ve bir dönemle sınırlandırılması anayasa yargısının işlevi açısından fevkalade isabetli karşılanmalıdır. Öte yandan anayasa şikâyeti yolu da öngörüldüğüne göre, Mahkeme'nin üye sayısının artırılması iş yükü sorununu çözebilecektir. Ancak, Anayasa Mahkemesi'nin iki daire biçiminde örgütlenmesi ve iptal ve itiraz başvurularının Genel Kurul yerine dairelerde görülmesi esasının benimsenmesi durumunda kanaatimizce Mahkeme'nin iş yükü sorunu daha rahat çözülebilir. Son olarak anayasa şikâyetinin AİHS kapsamındaki haklarla sınırlı tutulmasının "hakların bütünselliği" ilkesi ile çeliştiği belirtilmelidir.

Anayasa taslağında yukarıda sıralananlar dışında yargısal denetimle ilgili bazı yasakların kaldırılması, askerî yargının kapsamının daraltılması ve Kamu Denetçiliği Kurumu'nun getirilmesi demokratik hukuk devletine ulaşma açısından olumlu karşılanmalıdır. Özellikle yargının yoğun iş yükü altında çalıştığı ülkemizde Kamu Denetçiliği Kurumu, yargı dışı çözüm mekanizması olarak bireylerle idare arasındaki uyuşmazlıkları uzlaştırarak çözme imkânına sahip olabilecek ve bu sayede bireylerin mağduriyetleri daha kolay giderilebilecektir.

Sonuç olarak, açıklanan kısmî anayasa değişikliği taslağının, bazı noktalarda eleştirilen hususları bünyesinde barındırmakla birlikte bir bütün olarak bakıldığında Türkiye'de demokratik hukuk devleti hedefinin yükseltilmesine belli ölçüde katkı sağlayacak yenilikler içerdiği söylenebilir. Ancak, bu süreçte TBMM'nin, özellikle Batılı ülke örneklerinden farklı olarak, gerek HSYK'nın ve gerekse önemli ölçüde Anayasa Mahkemesi'nin oluşumunda devre dışı bırakılmasını Türkiye'deki bürokratik vesayetçi zihniyetin ağırlığı dışında başka bir argümanla izah etmenin mümkün olmadığı belirtilmelidir. Buna rağmen, anayasa taslağının bu şekliyle TBMM'den geçmesi halinde aslında Parlamento'nun mevcut anayasal / yapısal sorunların Avrupa standardı dahilinde çözülmesi sürecine çok önemli katkı sağlayacağı bilinmelidir. Belki de TBMM açısından en önemli kazanç da bu olacaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT