1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Amasya'da "Ğurur (Yanılma-Yanılgı)" Konusu İşlendi
Amasya'da "Ğurur (Yanılma-Yanılgı)" Konusu İşlendi

Amasya'da "Ğurur (Yanılma-Yanılgı)" Konusu İşlendi

Özgür-Der Amasya temsilciliği bu hafta ayet ve hadisler ışığında ‘’yanılma-yanılgı ’’ konusunu işledi.

06 Eylül 2018 Perşembe 21:59A+A-

Yaz tatili dolayısıyla Ovasaray köyünde Özgür-Der Amasya Temsilciliği, üye ve gönüllüleriyle birlikte her hafta cuma günü akşamları bir konu başlığıyla tefsir ve hadis sohbetleri yapmaya devam ediyor.
Bu haftaki Tefsir ve Hadis dersinde  ‘’Ğurur (Yanılma-Yanılgı’’ konusu işlendi.
Dersin Özet:

Ayet: Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlamayacağı günden korkun! Şüphesiz Allah’ın vadi gerçektir. Sakın dünya hayatı size aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.

                                                     ĞURUR (YANILMA - YANILGI)
           Ğarara kökünden gelmekte olup, kişinin nefsinin hevasının etkisiyle hak konusunda yanılması ve bu yanılgı üzere direnmesi manasına gelir. 6.Enam Suresi 70 ve 130 ile 31.Lokman Suresi 33 ve pek çok ayette geçmekte olup, aldanma olarakta tercüme edilmektedir. 
           Temelinde, gerçek ilme sahip olmamak vardır. Kişi hak ilme sahip olmadığı bir konuda, nefsinin hevasının (hakka aykırı arzuların) arzu duyduğu bir inanış ve davranışa yönelirse, burada ğurur  (yanılgı) meydana gelir. Ğurur o kadar tehlikeli bir haldir ki, insanların neredeyse tamamı yanılgıda olduğu halde, kendilerini doğruda ve hayırda sanırlar. 
           Ğururun (yanılgının) ilk eseri, evhamların peşinde yürümek ve ömrü bu yolda geçirmektir. Nitekim 57.Hadid Suresi 11’den 15’e kadar olan ayetlerde bu durumda olan münafıkların durumu açıklanmıştır. 
         Ğurur (yanılgı), ferdi ve uhrevi zararlarının yanında; toplumu derinden yaralayan bir hastalıktır. Ğurur (yanılgı) neticesi her insan kendisinin sahip olduğu şeylerle sevinip yetinir, başkalarında bulunan şeyleri aşağı görür; bütün hayırların ve hakkın kendinde olduğunu zanneder, başkalarının hatalı kötü ve batılda olduğunu düşünür; onların imanında ve ahiret işlerinde bir artış olmasını istemez, başkalarının yüksekliğini ve rahatlığını istemez. 
           Böyle bir toplum çürüyüp yıkılmaya, kafirlerin ve fasıkların çizmeleri altında çiğnenmeye layık ve adaydır. 
                                                                        
                    Mağrur (Yanılgı İçinde) Olan Sınıflar ve Gruplar:
           
                            Birinci Sınıf; İlim sahiplerinin yanılgısıdır. Bunlarda 7 gruptur.
          
           Birinci Grup; İlim sahiplerinin bir kısmı, dünyevi ve imanı ilimleri toplayıp, onlarda derinleşmişlerken; bu ilimlerin kendilerine uygulanmasını ihmal etmişler, salih amel ve nefis tezkiyesi ile ilgilenmemişler; elde ettiği ilimler sayesinde Allah katında mevkileri olduğunu, dünya ve ahirette kurtuluşta olduklarını sanarak mağrur olmuş, yanılmışlardır. Bunların durumu, tatlı yapıpta kendisi tadına bile bakmadan insanlara satan tatlıcının durumu gibidir. Yada, hastalıklardan insanları tedavi olmayı insanlara öğretirken, kendi hastalıkları ile ilgilenmeyen ve hastalıklar içinde kıvranan doktorun durumu gibidir. Yüce Allah, 62.Cuma Suresi 5 ve 6. ayetlerde, bu durumda olanları sırtında kitap taşıyan eşeklere benzetmiştir.
           İkinci Grup; İlim sahiplerinin bir kısmı ise, bu ilimleriyle amel etmişler; ancak iç dünyalarını araştırıp, kalbi hastalıklarını tedavi etmeye çalışmamışlardır. Bunlarda ilim ve amel kuvvetli olduğu kadar ve hatta daha kuvvetli olarak; kibir, hased, riya ve diğer kalp hastalıkları fazlasıyla bulunur. Çünkü, ilim ve amel arttıkça; bu hastalıkların, Allah rızası kılıfı altında dahada artması söz konusu olup; aslında nefis tezkiyesine en fazla ihtiyaç duyanlar, ilim ve amelini arttıranlardır.
           Üçüncü Grup; İlim sahiplerinin bir kısmı ilim ve amelin yanında kalp hastalıklarının bilgisini de sahip olup, onu insanlara öğretirken; kendilerini beğenmeleri sebebiyle, bu hastalıklardan uzak olduklarını sanırlar. İç dünyalarında oluşan; kibir, riya, hased ve benzeri duyguların ise, nefisleri için değil, din ve Allah rızası için ve olumlu olduğunu iddia ederler. Bu durumda olanların durumları, ilk iki gruptan daha kötü ve kurtulmaları daha zordur. 
           Dördüncü Grup; İlim sahiplerinin bir kısmı ilim ve amel yanında kalp hastalıklarını tedavi etmişsede, benliğinin derinliklerinde olan ince hastalıkları ve zaafları tedavi edememiş; şeytanın o ince zaafları nedeniyle kendilerini yanıltmasına imkan vermişlerdir. Bu durum, bir tarladaki yabancı otları yolmuşken; henüz yaprak çıkarmayanların olduğunu unutup, bunlardan ğafil olan ve artık tarlada yabancı ot çıkmayacağını sanan çiftçinin durumu gibidir. Tarlasını ihmal ederse, belli bir müddet sonra tarlasının tamamen otlarla kaplandığını ve ekininin kaybolduğunu bile görebilir. Bu nedenle, kalp hastalıklarını tedavi edip tamamen düzelttiğini düşünmemeli; her an kalbinde oluşabilecek bir maraz için hazırlıklı olmalı, ilmi, ameli, ihlası ve huşusu ne kadar yükselirse yükselsin; ölüm ona gelene dek, kalbini bir an bile kontrol ve muhasebeden uzak tutmamalıdır.
           Beşinci Grup; İlim sahiplerinden bir kısmı, ilmi sadece mücadele ve başka grupların delillerinin çürütülmesi olarak anlamışlar; sadece kendi anladıklarının ve delillerinin hak ilim olduğunu zannetmişlerdir. Bunlar, ortaya koydukları deliller ve fikirler doğru değilse zaten kaybettikleri gibi, doğru isede kaybetmişlerdir. Çünkü, tartışma ve cidal ile uğraşırken, ilimleriyle amel etmeyi ve kalp hastalıklarının tedavisini unutup, şeytanın oyuncağı haline gelmişlerdir. Şeytan, kalplerindeki hastalıkları ile onları yakalamış; nefislerindeki hastalıklarından kaynaklanan; delil bulma ve tartışma, karşısındakini mort etme hırsının, Allah rızası için olduğuna, onları inandırmıştır. Bu gibilerin kurtuluşu çok zor olup; öncelikle, ilim dedikleri şeyin bir hiç ve kendilerinin sokaktaki insanlardan daha kötü durumda olduklarını anlayarak, samimi bir tevbe ile Allah’a yönelmeleri gerekir.
           Altıncı Grup; İlim sahiplerinden bir kısmıda; insanları islama, amele ve hatta kalp hastalıklarının tedavisine çağırıp, her fırsat ve ortamda onlara vaaz ve nasihat ederken; sadece bu öğüt ve nasihatları nedeni ile kendilerininde bahsettikleri kötü özelliklerden uzak ve güzel özelliklere sahip olduklarını sanmışlardır. Oysa kendi durumları, öğüt verdikleri insanlardan daha kötüdür. Kendilerini beğenir ve kulluk deryasına dalan halis müslümanlar olarak görürler. Bunların durumu çok kötü ve bu halden kurtulmaları çok zordur. İnsanlara vaaz vermeyi bırakıp, kendi nefislerine vaaz vermeye ve durumlarının sokaktaki insandan daha kötü olduğunu idrakle, samimi bir tevbe ile Allah’a yönelmeye ihtiyaçları vardır.
                                                                        
           Yedinci Grup; İlim sahiplerinden bir kısmı ise; hadis, nahiv, şiir, hikaye ve romanla uğraşırlarda, bunların kendilerini kurtaracak hak ilim olduğunu sanarak yanılırlar. Oysa, asıl ilim; Allah’a yönelten ve ahiret bilincini oluşturup, kişiyi salih amele sevkeden ilimdir. Bunun temeli ise; Kur’anı anlayarak okumak ve anladığı doğruları hayatında uygulamaya çalışmaktır. Diğer ilimler buna yardımcı oldukları nisbette faydalı olup, kişiyi gerçek ilimden alıkoyuyorlarsa zararlıdırlar. 

           İkinci Sınıf; Bunlar ilmi az olmakla beraber, ibadet ve ameli bulunan kimselerdir. Bunlarda 6 gruptur.
           Birinci Grup; Bunlar farzları ihmal edip, nafilelerde aşırı giden kimselerdir. Mesela, yediği lokmanın haram mı helal mi olduğunu hiç düşünmezken; abdest alırken kılı kırk yarar da, hatta namazın vaktinin çıktığını bile farketmez. Yada farzları dikkatle yerine getirmeye çalışırsada; bunların şekillerine aşırı dikkat ederken, kalbi ibadetten tamamen gaflet içinde olur. Mesela, doğru niyet edip etmediğinin muhasebesini yapa yapa, Allahı hatırlamadan namazı bitirirde, farkında bile olmaz. Yada namazda okuduğu ayet ve duaların tecvidine ve harflerin mahreçlerine kafayı takıp, bunlarla uğraşmaktan düşünce ve duygularını namaza ve Allah’a yönlendiremez.
           İkinci Grup; Kur’anı okumakla, onun üzerinde ilim yapmakla, onun manaları hakkında araştırmalar yapmakla; yanılgıya düşmüşlerdir. Çünkü, bunlar düşünce ve söz ile Kur’an ile meşgulken; duygu dünyaları heva ve heveslerinin peşinde dolaşır. Okuduğu ayetleri düşünüp ibret almaz, emir ve yasaklara uymaz; sadece Kur’an okumakla yada üzerinde çalışmakla, salih ve halis müslüman olduklarını, herkesden üstün ve kurtuluşta olduklarını sanırlar. Yine Kur’an okuma üzerine yoğunlaşan, seside güzel olan insanlar; onun hiç anlamını bile okumadan, sırf okumadan aldıkları hazla, kendilerini dört dörtlük müslüman görürler. Aynı yanılgı, Kur’anı ezberlemekle beraber, onun anlamını bir kez dahi okumayan hafızlarda da görülür. Velevki bunlar arapça bilip, okuduklarını anlasalar yada meallerden okusalarda; anladıkları üzerine tefekkür edip, okudukları her ayetten, kendilerine pay çıkarmadıkça, hiçbir şey kazanamazlar. Hatta Kur’anı hiç okuyamayıpta, bunun üzüntüsünü duyanlardan daha kötü durumdadırlar. Çünkü okuyamayanlar, bir gün arapçasını yada mealini okuyup bundan ibret almak imkanına sahipken; bu bilinçsiz Kur’an okuyucuları, kendilerini kurtulmuş gördüklerinden, Kur’anı gereğince okuma ihtiyacını hiç duymazlar.
           Üçüncü Grup; Oruç, hac, cihad gibi amelleri yanılgıya düşenler vardır. Ramazan dışında çok sık oruç tutan; ancak ramazan orucunda bile kalbini; hased, riya, kibir ve her türlü pis düşünceden, dilini; kalbindeki pisliklerin dışarı yansıması olan konuşmalardan korumayan insanlardır bunlar. Hacca gidip, tüm günahlarının afvolunduğunu sanırlar ve hacı hacı diye çağrılmaktan zevk alırlar. Hacı olmakla, oraya gidemeyenlerden üstün duruma geldiklerini sanıp, kendileriyle kıyaslanamayacak ihlas ve samimiyette müslümanları küçümserler. Hacca giderken, ana babalarının, ailelerinin ve kendilerinin ellerine bakanların rızıklarını hac masrafı yapıp; başkalarına olan borçlarını ödemeden hacca giderek, onların öfkesine ve sui zanlarına sebeb olurlar. Cihad yaparken, hakkın değil nefislerinin hevalarını (farklı olmak, önder olmak vs.) tatmin peşindedirlerde farkında bile olamazlar. Amellerinin tamamı riya olup, özüne ve hikmetine erişemezler ve o amelleride onlara dünyada ve ahirette bir fayda sağlamaz.
           Dördüncü Grup; Kendilerinin ehil olduğunu düşünen insanlardan bazıları; insanlara öğüt verir, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırlar. Ancak, söyledikleri sözlerinin kendi hayatlarındaki durumunu araştırmaz; kendilerini kurtuluşta görerek, insanları kurtarmaya çalışırlar. Bunu yaparkende sert davranıp, eleştiriye asla tahammül edemezler. Etrafında toplanan insanlardan birisi ondan ayrılsa, müthiş öfkelenir ve kinlenir; onu rezil etmek için ne gerekirse yaparlar. Aslında bunların kalplerinde; kibir, hased ve liderlik hırsı olup, kendilerinden başkasının; değil kendilerine, başkalarına öğüt vermesine bile katlanamazlar.  
            Beşinci Grup; Kulluk ve dindarlığı sadece namaz ve oruç gibi şekli ibadetlerden ibaret görüp, hayatın her anının kulluk ve ibadet ve bilhassa Allah yolunda cihad olduğundan gafildirler. Namaz ve orucunda farzlarıyla tatmin olmayıp, nafilelere dalarlar ve daha önem verirler. Nafilelerde aldıkları hazzı, farzlardan almazlar. Çünkü ibadet hazzı değil, başkalarından farklı ve üstün olmanın hazzını yaşamaktadırlar. Bu arada, ne aileleri ile ilgilenir, ne ana babalarının ihtiyaçlarına bakar, nede diğer insanları umursarlar. Gerçek namaz ve oruç müslümanın tevazunu arttırırken, bunların kibrini arttırır. 
           Altıncı Grup; Bir grupta; düşünce, duygu, söz ve fiillerinde temizlemesi gereken bir sürü pislik ve hastalık varken; bunları bir yana iterek, islamın derinliklerine; mezheb ve ekoller arası farklara dalar ve kendini bu konularda ehil görerek insanları yargılar. 
           Üçüncü Sınıf; Bu sınıfta bulunanlar, ilimden ve amelden birşeylere sahipken; kendilerini Allah yolunda cihada ve müslümanların kurtuluşuna adadıklarını iddia eden kişi ve cemaatlerdir. Sözde ve görünüşte, salih ve halis müslüman görünmeye çalışırlarsada, ihlasın yanına bile yanaşamamışlardır. Bu nedenle, değil mübahlardan şüpheli olanlar; açık haramlara bile saldırır, hatta bunlar için insanlarla ve birbirleriyle hırlaşıp dururlar. Beş kuruşun peşinde koşturup durur, iğneden ipliğe her şey için hased ederler. Aralarındaki küçük bir ihtilafta bütün özel ilişkilerini ve gizli işlerini açığa çıkarırlar. Bunlar halis kullar olduklarına dair, kendilerini yanıltabilirlersede; insanlarıda bir süre yanıltsalar bile, eninde sonunda iplikleri pazara çıkar ve kimse onlara iltifat etmez. Bunlar, Allah yolunda cihad niyetlerinde samimi olduklarını düşünüyorlarsa; öncelikle imanlarını, amellerini ve kalplerini düzeltmeleri gerekir. Ne zaman hayatlarını düzelterek her anlarını salih amel haline getirirler, niyetlerini sadece Allah’ın rızasına yöneltirler, insanların onlar hakkındaki övgü yada yergilerini, sadece hatalarını tespit için dikkate alıp, kalpleri onlardan hiç etkilenmez; gerektiğinde, Allah rızası için tüm imkanlarını ve arkadaşlarını terkedecek duruma gelirler; ne zamanki dünya onlara, ancak bir tuvalet kadar sevimli olur; işte o zaman kendilerini Allah yolunda cihada ve müslümanların kurtuluşuna adayabilirler. 4.Nisa Suresi 77. ayette müslümanlar bu konuda uyarılmışlardır.
                    Ğururdan (Yanılgıdan) Kurtuluş Esasları; Diğer kalp hastalıklarında olduğu gibi, ilim ve ameldir. İlimden kasıt ise kişinin kendini, rabbini, dünyayı ve ahireti bilmesidir. Bu ise ancak Kur’anı anlayıp tefekkürle okumakla mümkün olur. Bunları sadece bilip, sözle ifade ilim değildir. Gerçek ilim, bu bilgilerin kişinin kalbini istila etmesi, kalbin Allah’tan ve ahiretten başka bir şeye rağbet etmemesidir. Bu durumda ğurur (yanılgı) ortadan kalkacaktır. 
           Bu ilme sahip olup olmadığı ise, amelleri esnasında ortaya çıkacak; kişi amellerinin sonunda yapacağı muhasebelerle, niyet ve arzularını ortaya çıkaracak; kalbinde olumsuzluklar kalmışsa, tekrar kendini Kur’an ve tefekkürle eğitmeye çalışacak, bu arada bu kötü durumundan dolayı nefsini durmadan eleştirecek ve kınayacaktır. Bu şekilde ilim, amel, muhasebe, kınama şeklinde ölene kadar devam etmesi gereken bir uğraşı gerekir arınma için. 
           Ğurur (kendisini hakta ve kurtuluşta görme yanılgısı) öyle bir hastalıktırki, kişinin takvası ne derecede olursa olsun, ölünceye kadar bundan tam olarak kurtuluş yoktur. İslamı dört dörtlük yaşasa, tüm kalp hastalıklarını tedavi edip, gizli olanları bile ayıklasa; o zaman şeytan ona şöyle vesvese verir. Sen ne büyük adamsın, beni atlattın ve melek gibi oldun. O kişi bu düşünceyle sevinir ve mutmain olursa, işte tekrar bir kibir ve ğurura düşmüş olur. 
           Bu nedenle ğurur hakkında, abartmalı bir ifade ile şöyle denmiştir. “İnsanlar hep helaktedir, alimler helakten kurtuldu. Alimler de hep helaktedir, ilmiyle amel eden alimler kurtuldu. İlmiyle amel eden alimler de hep helaktedir, yalnız niyetini sadece Allah’a yönelten ve kalp hastalıklarından kurtulan ilmiyle amel eden ihlaslı alimler kurtuldu.
             İlmiyle amel eden ihlaslı alimlerde helaktedir, ğururdan (kendini hakta ve kurtuluşta görmekten) arslandan kaçar gibi kaçan, son nefeste ölüm meleği ona cennet müjdesi verene kadar kurtulamamak dehşetiyle titreyen, ilmiyle amel eden ihlaslı alimler kurtuldu.”  
           70.Mearic Suresi 22’den 35’e kadar olan ayetlerde vasıfları açıklanan gerçek mü’minlerin, bu vasıflara sahip olmalarına rağmen Rablerinin azablarından endişe ettikleri, esasen bu endişede haklı olduklarının belirtilmiş olması, yukarıdaki abartılı ifadenin yabana atılmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. 
           Hülasa, 4.Nisa Suresi 48 ve 49. ayetlerde açıklandığı üzere, kendimizi temize çıkarmamalı, arınmaya çalışmalı ve Rabbimizin hepimizi rahmetiyle kuşatıp, razı olduğu kulları içine dahil etmesi için sürekli ve içten dua etmeliyiz.  

HABERE YORUM KAT