1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Allah’a Bile Üslup Öğretmeye Kalkışırsak
Allah’a Bile Üslup Öğretmeye Kalkışırsak

Allah’a Bile Üslup Öğretmeye Kalkışırsak

Üslup meselesini başkalarına şirin görünme noktasına kadar götürürsek varacağımız nokta (haşa), Allah’ın üslubunu dahi düzeltmeye kalkışmak olabilir.

16 Aralık 2018 Pazar 21:33A+A-

Faruk Beşer, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında Üslup konusunu yorumlamış:

Dedik ki, İslam medeniyetinin canlı olduğu örnek bir toplumda yaşıyor olsaydık, o medeniyetin yetiştirdiği örnek müslüman adam tipi bize rehberlik ederdi. Ondan nezaketi, zarafeti ve üslubu öğrenebilirdik. Şimdi de mutlaka böyle insanlar vardır, ama onlara da herkes ulaşamıyor, onları herkes tanımıyor. Ulaşsa ve tanısa da kendini kuşatan kültür ve şartlar onları örnek almasına imkân vermiyor. O halde yapacağımız şey üslubu da Kuranıkerim’den ve onun ilk muallimi olan Resulüllah’tan öğrenmek olmalı, yani tekrar başa dönmeliyiz.

Mesela Allah (cc) Hz. Musa’ya ve kardeşi Harun’a ilk görev verdiği zaman şöyle buyuruyor: ‘Firavuna gidin, o haddini aştı. Ona yumuşak bir dille konuşun, belki öğüt alır ya da Allah’tan korkar’ (Ta-Ha 43, 44). Üslup konusunda pek çok insan sadece bu ayeti hatırlatır ve arkasını getirmez. Oysa Musa ve Harun (sa) bu emri yerine getirdiler, ama Firavun söylenenlere kulak asmadı ve Musa’ya (sa) ‘sen büyülenmiş birisin’ diye hakaret etti. O zaman Hz. Musa da üslubunu değiştirdi; ‘sen de helak olacak birisin’ dedi (İsra 10, 102).

Kuranı kerim’de güzeli güzellikle söylemeye vurgu yapılır, asıl, insani ve İslami olan da elbette budur. ‘İnsanlara güzel söyleyin, kötülüğü en güzel yolla defedin, hikmetle, meviza-i hasene ile en güzel üslupla anlatın, kötülüğü iyilikle savın, Güzel bir söz güzel bir ağaç gibidir; kökü sabit, doruğu semadadır. Rabbinin izniyle yemişini her zaman verir. İğrenç bir söz de iğrenç bir ağaç gibidir. Yerin üstünden koparıldı mı artık bir sebatı kalmaz’, gibi pek çok ayeti kerime vardır. Resulüllah Efendimiz’in (sa) de ‘kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin, bu din çok kolaydır, onu zorlaştıran mağlup olur, az az anlatın’ gibi pek çok şerefli sözleri vardır.

Ama bunların yanında müminlerin kâfirlere karşı şedit olmasını, hainleri savunmamalarını, onlara asla meyletmemelerini cezayı hak edene acımamalarını isteyen pek çok ayeti kerime de vardır. O halde karşılık bulduğu sürece asıl olan güzelliktir, merhamettir. Allah güzeldir, güzelliği sever. Ama bunun istismar edilmesi halinde gereken sertliğin gösterilmesi de yine bir üslup meselesidir. Yeter ki, insanlar bunu iyi bilsinler ve nefislerini tatmin için hareket etmiş olmasınlar. Ne demişler, kibre kibir sadakadır. Mekke’de inen surelerin ağırlıklı vurgusu inanmayanların akıbeti olan cehennem azabıdır. Davette hep terğib/özendirme, terhib/korkutma ile beraber bulunur.

Meşhur usulcü Şatıbî, Kuranıkerim’deki bu ikili üsluba dikkat çeker ve bunun için uzunca bir bahis açar. Şöyle başlar: ‘Kuranıkerim’de umutlandırıcı bir ayetin yanı başında mutlaka korkutucu bir ayet de vardır. Cennetlikler zikredilir ve bir bakarsınız hemen cehennemlikler de zikredilir. Bazen de bağlamın durumuna göre biri diğerinden daha ağırlıklı olarak zikredilmiş olabilir…’.

Bizde Hıristiyanlıkta olduğu gibi yüzünüze bir tokat vurana, diğer yüzünüzü çevirmek yoktur. Allah’ın doksan dokuz isminin büyük çoğunluğu O’nun cemal/güzellik yönünü anlatır, ama bazıları da O’nun celal/mehabet ve gazap vasıflarıdır.

İslami üslupta kimsenin niyetini okuma yoktur. Küfrünü açıkça ilan etmeyenin tekfir edilmesi azim bir hatadır. Bizde küfre değil, imana nispet etmeye çalışmak esastır. Bu konuda şu fıkıh kuralını da hatırlamalıyız: ‘Lazim-i kavil kavil değildir’. Yani senin sözünden şu anlaşılır, öyleyse sen bunu demiş oldun, denemez. Herkes ne dediyse ancak onunla yargılanır. Hatta bir fiilin, ya da bir sözün küfür olması, onun sahibinin tekfir edilmesini zorunlu kılmaz. Tekfir ve tekfircilik çok büyük bir hastalıktır. Ehlisünnetin en temel özelliği açık küfür (küfr-i bevah) olmadıkça kimseyi tekfir etmemektir. Bu sebeple İslam âlimleri çok azim hatalara bile, tevil ihtimali varsa, küfür değil dalalet demişler ve gereken cevabı ona göre vermişler.

Üslup meselesini başkalarına şirin görünme noktasına kadar götürürsek varacağımız nokta (haşa), Allah’ın üslubunu dahi düzeltmeye kalkışmak olabilir. Mesela şöyle diyen birisi bu azîm hataya düşmüş olmaz mı? ‘Mütekebbir, intikam, gazap gibi vasıflar Allah’a yakışmaz, o halde Kuranıkerim’de bunları böyle ifade eden O’nun bizzat kendisi olamaz, bunları O’nun adına peygamber böyle ifade etmiştir’. Öyle midir? Bu söz azîm bir dalalet değil midir? Diyelim ki, böyle demekle (haşa) Allah’ın üslubunu düzelttik, peki Resulüllah’ı itham etmiş olmadık mı? Sıra onun üslubunu düzeltmeye gelmez mi?

İşte üslupta başkalarına şirin görünmenin bizi götüreceği nokta şimdilik burasıdır.

HABERE YORUM KAT

6 Yorum