1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Alkolizm ve Laisizmin İlginç Dayanışması..
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Alkolizm ve Laisizmin İlginç Dayanışması..

01 Haziran 2013 Cumartesi 23:30A+A-

 [email protected]

İçki, içilecek şey demektir, türkçede.. Su, çay, ayran, kahve, meyva suları vs.ler de bu mânâda içkidir, ama, sosyal kültürümüzde içki denilinde anlaşılan, alkollü içeceklerdir bir galat-ı meşhur olarak..

Bu bakımdan, Başbakan Erdoğan’ın, alkollü içkilere karşı bilinen hassasiyetini dile getirirken, ‘Bizim millî içkimiz ayrandır’ demesi, kelime mânâsı olarak doğru sayılsa bile, Anadolu coğrafyasında şekillenen kültürde ve sosyal zihinde, ‘içki’ denilince, anlaşılan mânâ açısından doğru değildir, yanlıştır. ‘İçki’ yerine, -şer’î hassasiyetleri gözeterek-  Müslüman halkın nitelemesiyle, ‘içecek’ denilmeliydi. Yine de zaman geçmemiştir, bu yanlış deyim halkın diline yerleşmeden düzeltilebilir.

‘Bunca sosyal mes’eleler hal yolunu beklerken, alkollü içkiler için yapılmak istenen yeni düzenleme bu kadar önemli miydi ki..’ diyenlerin olduğu görülüyor. Bir sosyal hayatta, nerede bir yanlışlık veya pürüz varsa, onların giderilmesi için aklın gereği olan tedbirlerin alınması kadar tabiî ne olabilir?

Kaldı ki, koparılan gürültünün hangi çevrelerce yükseltildiğine bakıldığında da, konunun önemi daha bir anlaşılır.

Üstelik de,  iddia edildiği gibi bir alkol yasağı getirilmesi sözkonusu değil.. Sadece, alkollü içkilerin nerelerde satılabileceği ve özellikle de trafikte sürücülerin alkol kullanmasına karşı yeni bir düzenleme getirilmesi sözkonusu..

Ama, belli çevreler, bu düzenlemenin, gelecekte topyekûn bir ‘yasaklama’ya dönüşebileceği endişesiyle ve laikliğin, kemalist rejimin temel kazanımlarından birinin yitirileceği korkusuyla şiddetle karşı çıkıyorlar ve -Hürr. gazetesinin eski Gen. Yy. Md. E. Ö.’ün ifadesiyle-, kamuya aid veya açık mekanlarda rahat bir şekilde bir kadeh içki içememenin bir özgürlük mes’elesi olduğunu düşünüyorlar.

Halbuki, müslüman halk, nice temel hayatî değerlerine, inançlarına ve bu çizgideki özgürlüklerine hele de son bir asra yakın bir süredir getirilen nice engellemeler karşısında, ‘Bu bizim için bir özgürlük mes’elesidir..’ deyip karşı çıkamamış ve adetâ sinmişti..

Bu satırların sahibi, ‘Keşke, alkollü içecekler bütünüyle yasaklanabilse..’ diyenlerdendir; ama, bunun olmayacağını da bilir.

Çünkü, her haramda olduğu gibi alkollü içkilerde de, -özellikle de, nefslerini o haramlara ulaşmaya ayarlamış ve şeytanın iğvalarına / kandırmalarına korumasız bırakmış kimseler açısından- bir câzibe, bir çekicilik vardır.

B.Amerika’da, 1913-33 arasında, 20 yıl boyunca sıkı bir içki yasağı uygulanınca, hangi yollardan içkiler üretildiğini ve sonunda Amerikan devletinin ‘pess’ ettiğini hatırlayalım.

*

Yöneticilerin beyinlerini alkolle uyuşturması, eski bir hastalık..

Alkollü içkiler vs. sarhoşluk veren ya da uyuşturucu nesnelere yönelik ilgi, yazık ki, müslüman toplumların yönetici sınıf ve kadroları arasında da hep olmuştur.

Nitekim, özellikle de İslam’ın daha ilk asrında, Emevîler sultanlarından bir çoğunun içki düşkünlüğü bilinmektedir. Kerbelâ’da Hz. Huseyn’i ve yarânını katleden (Muaviye oğlu) Yezid’in içki düşkünlüğü kendisinden sonraki nice sulta sahiblerince ve etrafındakilerce de devam ettirilmiştir. 

Selçuklular zamanında bile, eski siyasetnâmelerde de, Sultan’lara, içki içtiklerini bildikleri vezirlerine, kendi huzurlarında arada bir içki sunmaları ve böylece onları frenlenmeleri ve belki de utandırılmaları imkanının doğabileceği hatırlatılır.

Bin yıl öncelerdeki Ömer Khayyâm’ın ise, içki üzerine emsalsiz bir tip olduğu cümle-âlemce bilinir. O kendisine şarabçı, şarab küpü denilmesine bile karşı çıkar ve baştan ayağa şarab olmayı arzuladığını ifade ederek,  ‘beni görenler, ‘ne haber şarab?’ desinler..’ der.

Khayyâm konusunda 7-8 cild kitab yazarak, onun gerçekte içki içmediğini isbatlamaya çalışan İranlı seçkin ulemâdan ve felsefî konulardaki çalışmalarıyla tanınan üstad Muhammed Taqî Caferî’nin Khayyâm’ı ‘şarab’dan temizlemek için çırpınmasına bir sohbetimizde biraz şübhe ile bakmıştım da, ‘Sen de mi inanıyorsun, onun içki içtiğine.. O, bu varlık âlemini temâşâ etmekten doğan bir esriklik hali yaşıyordu, şiirlerinde hep bunu anlatmak ister..’ demişti. Fakir de, ‘Üstad, o da olabilir, ama, öyle anlaşılıyor ki, o, hem varlık âlemini temâşâ etmekten doğan bir zihnî sarhoşluk hali yaşıyordu; hem de bildiğimiz o nesneyi içerek aklını yatıştırıp, kendisini unutmaya çalışıyordu.’  cevabını vermiştim.

Meşhûr Hâfız-ı Şirazî’nin ölümünün 600. yıldönümü dolasiyle -sanırım, 1986 yılıydı- Şiraz’da yapılan bir uluslararası anma toplantısında, İİC.’nin o zamanki Cumhurbaşkanı Seyyid Ali Khameneî uzuun ve güzel bir konuşma yapmış ve ‘Hâfız’dan, din-iman tanımaz, ayyaş, sarhoş, ateist bir tip oluşturanlar vardı. Ki, onlardan bazıları şimdi buradadırlar. Halbuki, o, ‘Benim şiirimin usâresi, zülali, Allah’u ekber’den gelir..’ diyen bir kimse nasıl dinsiz-imansız gösterilebilir?’ diye bir soru sormuştu.

O zaman, işaret olunanın ünlü edebiyat tarihçisi Prof. Mûhit Tabatabaî olduğunu söylemişlerdi. Esasen, bakışlar da ona yönelmiş, tepkisi anlaşılmaya çalışmıştı.

Akşam olunca, otelde, merhûm Prof. Abdulkadir Karahan’la birlikte, onun eski dostu Muhît Tabatabaî’yle bir sohbete dalmıştık. Mûhit Tabatabaî oldukça yaşlıydı.. ‘Üstad, bugünkü konuşmasında Khameneî’nin sizi hedef aldığını söylüyorlar..’ dediğimde, cevabı ilginçti:

‘Evladım, n’aparsın, iktidar onların elinde.. Hâfız’ın sözünü ettiği Allah’u Ekber’ ne biliyor musun?’ deyip, uzaklarda silueti az-biraz hissedilen dağları göstererek, ‘Şu karşıdaki dağların adıdır, Allah’u Ekber.. Hâfız, mey’inin, içkisinin oradan getirilen sularla hazırlandığını anlatıyor. Ama şimdi devran değişti.. Hâfız, eğer o zaman, 10 yıl daha önce ölmüş olsaydı, yani  600. ölüm yıldönümü Şah zamanına denk gelseydi, o zaman, bu Şiraz’ın, nasıl, dünyanın en büyük bir meyhanesine nasıl dönüştüğü görülürdü.’ demişti.

*

Hele, Afganistan’dan Hindistan’a kadar olan coğrafyalarda 500 yıl öncelerde korkunç yenilgiler tadmış ve ondan da fazla nice parlak zaferler kazanmış olan Babur Şah’ın hatırâtında, içkiye olan düşkünlüğünü anlatan ve sonra da, içki konusunda, ilginç bir ‘tevbenâme’ yayınlayıp, deve kervanlarının taşıdığı şarap fıçılarına tuz atılarak ‘sirke’ye dönüştürülmesi ve teberrüken, halka dağıtıldığına dair ilginç sahneler vardır.

Osmanlı, sadece içkiden değilse bile, içki yüzünden de çökmüştü!

Osmanlı’da da içki ibtilâsıyla bilinen Yıldırım Bâyezid’in, Bursa’da Ulu Câmii yaptırdığında, camiin açılışına davet ettiği ve bir bilge kişi olduğu anlaşılan Emir Sultan isimli zâta, câmi hakkındaki görüşünü sorması ve onun da, ‘Güzel olmuş da, dört tane noksanı var.. Dört köşesinde birer meyhane olmaması..’  demesi üzerine, ‘Cami köşesinde meyhane olur mu hiç?’ diye sorması, ve bunun üzerine, ‘Dünya mâbedini meyhaneye çevirmek oluyor da, bir câmiin köşesinde olmasında niye olmasın ki..’ diye oldukça iğneleyici ve ironik bir karşılık vererek, Sultan’ı utandırdığı ve içki konusunda tevbe ettirdiğine dair tarihî rivayet ilginçtir.

Daha sonraki asırlar içinde de, birçok Sultan’ın da içki içtiğine dair güçlü iddialar, geçmiş asırların tarih kitablarında yazılmıştır.

250 yıl öncelerdeŞeyhulislâm Yahya’nın beyti bilinir:

‘Mescidde riyâpîşeler (riyakârlar) ko etsin riyayı/

Meyhaneye gel ki, ne riyâ var, ne muraî..’

Bunun bir tarafı doğru.. Mescidde bazı kimseler riyâ gereği namaz kılıyor gibi gözükebilirler..

Ama, -casuslar dışında-, meyhanelerde riyâ gereği bulunmak sözkonusu değildir, herhalde..

*

Bir ay kadar öncelerde, 4 Mayıs günü, HT’deki ‘bol magazin soslu’ bir tarihî proğramda da, son Halife II. Halife Abdulmecid’in büyük boy kağıtlara el yazısıyla yazdığı 35 sahifelik bir risaleden söz ediliyor ve Abdulmecid Efendi’nin, ‘Osmanlı’yı bitirenin içki olduğu’nu söylediği vurgulanıyor ve Halife Abdulmecid Efendi’nin, 1920'li senelerde kaleme aldığı bu yayınlanmamış risalesine,  ’Osmanlı Devleti'nin çöküşüne sebep olan dertlerin başında, içki gelir. İçki, dinen de yasaklanmıştır ve haramdır. Halife çocuğu olan şehzadeler bunu unuttukları takdirde hem ilâhî emirlere karşı gelmiş, hem de millete ve Osmanlı Hanedanı'na verilmiş olan Hılâfet ile saltanata ihanet etmiş olurlar.’ sözleri ile başladığı ve geçmiş Osmanlı sultanlarından bazıları hakkında, isim vererek değerlendirmeler yaptığı bildiriliyordu.

Bu elyazması risalede, Fatih’in oğlu 2. Bâyezid’den, Kanunî Süleyman’ın oğlu 2. Selim’e;  4. Murad’dan 2. Mahmûd ve I. Abdulmecid’e kadar nicelerinin içki ibtilâsı yüzünden devlet yönetiminin zayıfladığı ve nihayet çöktüğü dile getiriliyordu.

Ki, bu hususta yazılanların tarihten gelen başka belgelerle de zıdlaşmadığı söylenebilir.

Esasen, Mehmed Âkif’in Safahât’ında yer alan ve ilk anda Ankara’daki yeni rejimi anlatmak için yazdığı sanılan,

‘His’ denen devletliden olsaydı halkın behresi (nasibi) /

Payitahtından (başkentinden) bugün taşmazdı sarhoş nâ’resi..’

mısraları da, Osmanlı’nın son dönemini anlatmak için 1913’lerde yazılmıştı. Kezâ, Âkif,

Yürekler merhametsiz, duygular suflî, emeller hâr;

Nazarlardan taşan mânâ, ibadullah’ı istihkaar..

Beyinler ürperir ya Rab, ne korkunç inqılâb olmuş,

Ne din kalmış, ne iman..  Din harâb, iman turâb olmuş..

Mefahir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl..

Bu izmihlal-i ahlâkî yürürken, durmaz istiklâl..

mısralarını da, yine o Meşrutiyet İnqılabı diye anılan dönemin devam olan ittihad- Terakk3i dönemini anlatmak için yazmıştı (Hicrî- Rûmî, 1334/miladî- 1918’de); sonraki döneme de uysa bile..

*

Osmanlı’nın çöküşünü takiben, iş yine halkın asil kesimine, en aziz kesimine düşünce.. Ankara’daki Meclis, açılışından sadece 5 gün sonra, 28 Nisan 1920 tarihinde, Trabzon Meb’usu Ali Şükrü Bey’in teklifiyle  ‘Men’i Muskirât (sarhoşluk veren maddelerin yasaklanması) Kanunu’ diye bir kanun sâdır ediyor. Ama, yeni rejim kurulduğunda, 22 Mart 1926’da, 790 sayılı kanunla, bu kanun yürürlükten kaldırılıyor, içki üretimi ve satışı devlet inhisarına / tekeline alınıyordu. Çünkü, artık laik bir rejim kurulmaktadır!

Çünkü, laik bir rejimde, (dinin emrettikleri doğru olsa bile) din emrediyor diye, bir kanun yapılamaz ve laik bir düzenin kurulabilmesi için, en başta da alkol kullanımının yükseltilmesi bir kıstas olarak alınır. 

*

Elbette, ‘ülkelerin çökmesinde, tek başına içki etken olsaydı, alkole gömülmüş olan nice devletlerin, sistemlerin de çökmesi gerekmez miydi?’ denilebilir, ilk planda.. Ama, bu noktada, asıl görülmesi gereken husus, kendi halkının inanç değerlerine meydan okunmasıdır.

Halkın inanç ve değerlerine aykırılıkla haram yollar da açılır.

Diyarbekir’de, 40 küsur yıl öncelerde alkolik denilecek derecede içen bir devlet memuru tanıdığım vardı. O, hükûmetlerin bütçe açığını kapatmak için içkiye zam yaptığını söyler ve  ‘Hükûmet bilmiyor ki, içkiyi ençok, yöneticiler, memur kesimleri, subaylar, polisler, öğretmenler, vs. içiyorlar ve bu zamların bedelini de halka yansıtacaklar, bedeli yine halk ödeyecek.. Ve bazıları da zannedecek ki, o kendilerine değil, içenlere ağır yük getirildiğini sanıyorlar..’ diyeceklerdi.

Evet, sosyal tefessüh / kokuşma ve çürümeler böyle işliyor, derinden derine..

 

*

‘İki ayyâş’ sözünden M. Kemal’e yol bulanlar, ne demek istiyorlar?

Bir diğer nokta ise, Başbakan Erdoğan’ın, yeni alkol düzenlemesini savunurken, kullandığı, ‘iki ayyâşın yaptığı kanun muteber olacak da, inancın emrettiği bir gerçek olunca hangi mantıkla karşı çıkacaksanız?’ şeklindeki sözleri ortalığı velveleye verdi.

Erdoğan, 28 Mayıs günü, partisinin Meclis Grubu’na hitaben yaptığı konuşmada ilginç tesbitler de yapıyor ve özetle şöyle diyordu:  ‘Çıkan düzenleme hiç kimsenin kimliğine, ideolojisine, yaşama tarzına yönelik bir müdahale değildir. İçeceksen, al evinde iç.. (...) Biz, bu ülkede bir değil, yüz değil, binlerce Fâtih, yüzbinlerce Akşemseddin, Molla Güranî yetişsin istiyoruz. Biz bir tek Itrî ile, bir tek Mimar Sinan’la da avunamayız.

Maalesef, son iki yüzyıldır gençlerimiz kendi öz değerlerinden koparılmış, kendi medeniyetine, toprağına yabancılaştırılmış, özgüveni olmayan, ithalci, taklidçi bir anlayışla yoğrulmuştur. Üstelik, bu süreç kendi tabiî mecrasında ilerleyen bir süreç de olmamış, yeni nesillere dayatma yapılmış, çocuklar formatlanmak istenmiş, insanların tercih özgürlükleri ellerinden alınmıştır.

Ben, ‘şârib-ul’leylî ve-n’nehar / gece gündüz içen’ bir nesil istemiyoruz’ dediğimde rahatsız olanlar oldu, CHP ve onun uzantıları devamlı yazıyorlar. Ama, bu millet onlar gibi düşünmüyor. Bilim, onların düşündüğü gibi tavsiyeler koymuyor. Bilim bunun zararlı olduğunu çok açık, net ortaya koyuyor.

Sözlerimi birçok yere çekenler oldu. ‘Bunu inancı gereği yapıyor, İslam böyle emrettiği için yapıyor...’ dediler. Bir defa, şecaat arz edeyim derken, sirkatlerini (çaldıklarını) söyleyen durumuna düşüyorlar. Hangi din olursa olsun, bir din yanlışı değil doğruyu emrediyorsa, ‘Bunu din emrediyor’ diye karşısında mı duracaksınız?

İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da, inancın emrettiği bir gerçek, niçin sizler için reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?

Kaldı ki biz ortaya tercihler koyuyoruz. Kalkıp ülkemizde alkollü içkileri veya sigarayı kökünden yasaklama gibi bir şey söz konusu değil. (…) Biz hiçbir şeyi yasaklamadık. Bizim yaptığımız sadece ve sadece düzenlemedir. (…)Aile içi şiddet, boşanma, geçimsizlik, aklınıza hangi kötülük gelirse gelsin, altından içki bağımlılığı çıkıyor. Çoğunda bu var. (…)Bunları görmezlikten gelemeyiz. Aslolan bataklığı kurutmaktır. Biz, bataklığı kurutmaya çalışıyoruz. Yoksa sivrisinek avlamakla bu iş bitmez..

CHP soruyor: İki ayyâş, kim, açıkla!.. Atatürk ve İnönü mü?’

Başbakan Erdoğan’ın bu konuşmasından hemen sonra, CHP Gen. Başk. Yard. U. Oran, Meclis Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde, ‘Başbakan’ın sözünü ettiği, yasa nasıl yapılmıştır, bu yasanın yapılması, kabulü ve yürürlüğe girişi hangi yollarla olmuştur? Bu yasanın TBMM tarafından kabul ve Resmi Gazete’de yayınlanma tarihleri nedir? Yasa kabul eden iki ayyaş kim? TBMM’nin hangi döneminde iki kişinin onayıyla yasa kabul edilmektedir? Şahısların ayyâş olduğu tarafınızca nasıl tesbit edilmiştir? Bu konuda hangi raporlar Başbakanlık’ta bulunmaktadır? Bu şahısların hangi alkollü içecekleri hangi sıklıkla tükettikleri tarafınızca neye binaen tesbit edilmiştir? Vs..’ sualleri sıralıyordu,  o dönemin kanunlarının kimlerin iki dudağından çıktığını ve kimlerin nasıl müthiş bir içki ibtilasına düştüklerini bilmiyormuşcasına..

Bu durumu, hemen ertesi gün de, CHP lideri Kılıçdaroğlu tekrarlıyor ve ’Bu açıklamayı yapan kişinin ruh sağlığı yerinde değil. Ne demek, 'İki ayyaş getirdi, yasa kabul edildi!' Böyle bir şey söylenebilir mi?  Şimdi kendisine çağrı yapıyorum, o iki ayyaş kim? Çıkıp açıklamazsan namertsin sen!’ diyordu.

CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce de 31 Mayıs günü, Yalova CHP teşkilatında yaptığı konuşmada, "Başbakan bir laf söyledi. 'İki ayyaşın yaptığı kanun  ' dedi. Bu topraklarda Atatürk’e, İsmet İnönü’ye 'ayyaş' diyecek birisi yoktur. Eğer onu kasdediyorsan, sana o lafı yediririz biz. Sana o meclisi dar ederiz. Haddini bileceksin. Ondan sonra da sözcüsü kıvırıyor. 'Lafın gelişi söylemiş bunu' diyor. Eğer Atatürk’ü kasd ediyorsan sana bu memleketi dar ederiz biz. Gücüne güvenme, etrafındaki 3 bin polise güvenme. Gün gelir devran döner, keser döner sap döner, bir gün hesap döner, bir gün seni perişan ederiz. Bu millet bunu anlayacaktır.’

Bu soruları sıralayanların hele de M. Kemal’in içkiye olan düşkünlüğünden habersiz oldukları düşünülemez.. Son demlerinde Fransa’dan getirilen ünlü siroz doktorunun (sanırım, adı Fishinger’di)  kendisine‚ ’İlk tedbir olarak alkolü bırakacaksın..’ dediği; M. Kemal’in de, ’Doktor her şeyi söyle de, onu söyleme..’ dediği o dönemi anlatan yayınlarda açıkça görüldüğü gibi, İsmet Paşa’nın da bir gün, artık tahammül edemeyip, ’Memleketi içki sofralarından idare ediyorsun..’ diye patlaması üzerine, aralarındaki bağın tamamen koptuğu ve İsmet Paşa’nın başvekillikten azlinin bu sözler üzerine kesinleştiğini bilmeyen mi vardır, Allah aşkına?  Ya, M. Kemal’le 1923-25 arasında 1,5 yıl kadar evli kalan Latîfe Hanım’ın, (Muşir- Mareşal) Fevzi Paşa’ya, ’Paşam ne olur Köşk’e her gece geliniz; sizin geleceğiniz akşamlar, içki sofrası kurmuyor..’ diye yalvarışı da meşhurdur.

‘Taksim karışıklıkları’ da gerçekte, ağaç sevgisinden değil, alkol ve laiklik bütünlüğüne tehdid algılandığından..

Evet, bu ifadeler, gerçekte, bugünlerde, İst.- Taksim Meydanı’nda yapılan düzenlemeler sırasında, yerlerinden sökülüp başka yerlere nakledilen ağaçları gerekçe göstererek, yeşilliğin korunmasını bahane edip, karışıklık çıkarmak isteyen kitlelerin gerçekte hangi hınç duygularıyla hareket ettiğini de izah etmiyor mu?

Ve unutmayalım ki, bu hususta, sadece Türkiye’deki kemalist-laik kitleler değil, onların Batı’daki patronları da, onlarla aynı duygular içinde feryad ediyorlar, ‘Türkiye muhafazakârlaşıyor, alkole yasak geliyor, laiklik tehlikeye giriyor..’ diye..

*

Nitekim, hemen bütün laiklere bir prototip mahiyetinde olmak üzere, A. K. isimli bir kadın romancı cinsî sapıklıkları doğuştan gelen, ‘sapık olunmuyor, sapık doğuluyor..’ mânâsında iddialarda bulunan ve bu durumu normal bir hal olarak göstermeye çalışan ve bu gibi durumlarda yaşanan aile içi problemlere ve yaşanan travmalara değindiğini ileri sürdüğü bir yeni romanını da tanıtırken, 19 Mayıs günü Hürr. de yayınlanan bir röportajında, ‘Türkiye’deki muhafazakârlaşmanın kendisini korkuttuğunu, çok dindar iki ailenin torunu olarak büyüdüğünü, bugünün Müslümanlarına da Müslümanlığın anlamını ailesinden öğrendiği için burun kıvırdığını, onların dinin felsefesini bilmediklerini, risotto’nun içine bir parça şarap kondu diye aşçı kovduranlar olduğunu’ dehşetle anlatıyor ve, ‘Bir kere, cahiller, alkol piştiğinde uçar. İki kişiyi kovdurtmanın günahı sana yeter. Yanlış bir Müslümanlık aldı başını gidiyor.’ diye yakınırken..

İngiliz The Economist dergisi de, aynı paralelde, 31 Mayıs tarihli sayısında, "Ilımlı İslamcı parti, sıkı alkol sınırlamaları getiriyor" diyerek, ‘AK Parti yönetimi altında geçen 10 yılın ardından Türkiye'nin çok daha muhafazakâr bir yer olduğu’ndan yakınıyordu.

Dergi, alkol satışı ve tüketimine getirilen sınırlamaları aktarırken, yeni yasaların, dükkanların akşam saat 10 ila sabah 6 arasında alkol satışı yapmasını, câmi ve okulların yakınlarındaki restoranların içki lisansı almalarını ve alkol üreticilerinin etkinliklere sponsor olamamasını getirdiğini aktarıyor, Türkiye'nin en büyük bira üreticisi Anadolu Efes'in hisse senedlerinin, haber üzerine yüzde 7 değer kaybettiğini yazıyordu.

The Economist dergisi, daha sonra,  "Erdoğan amacının gençlerin "kafası kıyak" halde gezmesini engellemek olduğunu ve bu adımın İslami bir yaşam tarzını empoze etmeye çalışmakla bir ilgisi olmadığında ısrar ediyor.’ diye yazdıktan sonra, ‘Son dönemde yayınlanan bir Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD raporu, 2010 yılı içinde, kişi başı bir buçuk litre alkol tüketimiyle, türklerin Avrupa'nın en ayık halkı olduğu’na işaret ettiğini; ’Laiklerin, bu durumu, şeriate doğru bir başka adım olarak gördüğünü’ belirtiyordu.

 Economist, ayrıca, ‘Türkiye'de hükûmetin muhafazakârlık yolunda attığı adımlar arasında, İmam-Hatip Okulu düzenlemelerini, Kur’an Kursları’ndaki artışı, Anadolu'nun kırsal kesimlerinde içki bulmanın zorluklarını, Türk Hava Yolları'nın birçok iç uçuşunda alkol servisinin kaldırıldığını ve hükümet binalarında kadınların etek boylarının uzadığını da laikliği tehdid eden gelişmeler’ olarak sıralıyordu.

*

Evet, mes’elenin aslının  alkolizm ile laisizm arasındaki dayanışma olduğu ve bunun uluslararası boyutları ap-açık ortada değil mi?

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum