1. YAZARLAR

  2. Bilal Sambur

  3. Akıl ve bilim adına seküler bir ideoloji dayatılamaz
Bilal Sambur

Bilal Sambur

Yazarın Tüm Yazıları >

Akıl ve bilim adına seküler bir ideoloji dayatılamaz

05 Mayıs 2009 Salı 17:36A+A-

Ülkemizde din sürekli olarak tartışılmasına rağmen, din olgusuna özgürlük ve çoğulculuk perspektifinden çoğu zaman yaklaşılmadığı görülmektedir.

Templeton Vakfı'nın geçtiğimiz günlerde İstanbul'da düzenlemiş olduğu sempozyumda dine, çoğulculuk ve özgürlük açısından yaklaşma imkânı bulduk. Yerli ve yabancı birçok entelektüelin katıldığı sempozyumda, dine pozitivist ve totaliter ideolojilerin perspektifinden yaklaşmanın verimsiz ve boş bir çaba olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Entelektüel katılımın yüksek olduğu sempozyuma dinî katılım da üst düzeydeydi. Dua ile açılan sempozyum, İstanbul Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı'nın konuşmasıyla başladı. Daha sonra Ortodoks Patriği Bartholomeos, sempozyum katılımcılarına hitaben bir konuşma yaptı. Sempozyumda yapılan sunumlar ve yapılan tartışmalar ışığında vardığım düşünceleri ana hatlarıyla paylaşmak istiyorum.

Dinî hayata, dünyanın her tarafında baskılar ve müdahaleler yapılmaktadır. Bir ideoloji olarak sekülarizmin, çoğu zaman dinî hayata yönelik olarak yapılan baskı ve müdahaleleri meşrulaştırmak için kullanıldığı görülmektedir. Dinî tecrübenin, mekanik olmaktan ziyade canlı ve bütün varlığımızı etkisi altına alan bir tecrübe olduğu dikkate alındığında, dine müdahale etmek yerine farklı dinî tecrübelere saygı kavramı içerisinde yaklaşılması gerekmektedir. Dindarlığa saygının da bir tanıma politikası (the politics of recognition) çerçevesinde hayata geçirilmesi şarttır.

Dinî hayata müdahale etmeme ve onun çoğulcu yapısını tanıma şeklindeki anlayış, dinî alanın, özgür bir yaşam ve rekabet alanı olmasını sağlamaktadır. Saygı ve tanımaya dayalı din özgürlüğü, dinî alanın çoğullaşmasını sağladığı gibi dinin kendisini de fikirler pazarında rekabet eden bir güce dönüştürmektedir.

Totaliter ideolojilerle idare edilen ülkelerde, dinî hayatın çoğulcu karakterine baskılar yapılmakta ve resmî totaliter ideoloji çoğu zaman dinin yerine ikame edilmeye çalışılmaktadır. Örneğin komünizmle yönetilen Çin'de, devlet dinî hayata baskı yapmakta ve dinin toplum üzerindeki etkisini minimize etmek için her türlü yolu denemektedir. Ancak bütün baskılara rağmen din, bireysel ve toplumsal hayatta kök salmaya ve kalıcı olmaya devam etmektedir. İnsanlar, karşılaştıkları baskılar karşısında farklı din pazarları oluşturmaktadırlar. Devletin izni çerçevesinde dinlerin yaşandığı bir kırmızı pazarın yanında, devletin yasak ve müdahalelerine karşı insanların dinlerini yer altında yaşadığı bir din karaborsası da Çin'de oluşmuş bulunmaktadır. Bu iki pazardan ayrı olarak, yasal boşluklardan istifade ederek insanların dinlerini yaşamaya çalıştığı gri bir market daha vardır. Çin örneğinde olduğu gibi, insanlar, bütün baskılara rağmen inançlarını yaşayabilecekleri yaşam alanları yaratmaktan vazgeçmemektedirler. Totaliter ideolojilerin devlet gücünü kullanarak dini ortadan kaldırmaya çalıştığı Çin gibi ülkelerde, o devletin resmî ideolojisi giderek sahte bir dine dönüşmektedir. Ateizmin resmi doktrin olarak kabul edildiği Çin'de insanlar, Mao'ya tapmaya başlamış, onun heykelleri her yere dikilmiş, Kırmızı Kitap kutsal bir metin statüsüne yükseltilmiştir. Başka bir ifade ile totaliter ideolojiler, dinin Tanrılarını sadece yıkmamakta, onun yerine kendi Tanrılarını geçirmektedirler.

Çoğulculuk, doğal olarak devlet ve din arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair çok önemli soruların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Büyük ölçüde göç ve bireyselleşme olgularına bağlı olarak ortaya çıkan dinî çoğulculuk realitesi karşısında nasıl bir model geliştirileceği problemi, bugün Avrupa'da yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Din ve devlet arasında katı ayırımcılığı ya da resmî devlet kilisesinin gerekliliğini savunan geleneksel modellerin aksine, devletin dine arkadaşça yaklaştığı, dine özgürlük tanıyacak kadar yakın fakat onun tarafı olmayacak kadar uzak yeni bir modelin geliştirilmesine duyulan ihtiyaç sürekli olarak vurgulanmaktadır.

Din özgürlüğü açısından Amerika, Fransa ve Türkiye'de uygulanmakta olan din-devlet ilişkilerine dair modeller, ilginç özellikler göstermektedir. Din özgürlüğünü ve çoğulculuğu esas alan Amerika modelinin hem demokratik hem de liberal olduğu görülmektedir. Fransa'daki laisite modeli bazı illiberal unsurlara ve özelliklere sahip olmasına rağmen onun demokratik bir boyuta sahip olduğu söylenebilir. Fransız laisitesinden esinlendiği iddia edilen Türk laikrasi modelinin ne demokratik ne de liberal olduğu görülmektedir. Türk laisizminin illiberal ve anti-demokratik olması, onun din özgürlüğünü ve çoğulculuğu dışlayan totaliter bir ideoloji olarak bütün topluma belirli bir yaşam tarzının devlet gücüyle dayatılmasından kaynaklanmaktadır.

Sekülerleşmenin dini gerileteceği ve sonunda yok edeceği düşüncesinin hiçbir gerçekliğinin olmadığı bugün ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kurumsal dinî hayatta bazı gerilemelerin olması, hiçbir şekilde dinin sonu anlamına gelmemektedir. Dinde gerilemeler olabilir, ama dindarlık dün olduğu gibi bugün de canlılığını ve çeşitliliğini koruyarak devam etmektedir. Bugün dünyamız, hem seküler hem de dinî açıdan daha önce olmadığı şekilde çeşitlenmiş bulunmaktadır. Bugün yaşadığımız, sekülerleşmenin gerilemesinden ve dinin yükselişinden ibaret değildir. Günümüzde insanlar ve toplumlar arası etkileşimin, iletişimin ve interaksiyonun artması anlamında gerçek bir çoğulculuk olgusuyla yüz yüze bulunmaktayız. Artık din, bireyler için anatomik kader olmaktan çıkmış olup, bireyin kendi özgün ihtiyaçları ve idealleri çerçevesinde özgürce seçimde bulunduğu ve aynı seçimi yapan diğer bireylerle gönüllü birliktelikler oluşturabildiği daha özgür ve daha çoğulcu bir dinî safhaya geçmiş bulunuyoruz.

Sempozyumda sunulan bütün bildiriler ve tartışmaları tek cümlede özetlemek mümkündür: 'Din önemlidir (religion matters).' Dün olduğu gibi bugün de önemini koruyan din kadar, din özgürlüğü ve dinî çoğulculuk da hayatî derecede vazgeçilmezdirler. Modernite, hiçbir şekilde akıl ve bilim adına seküler bir ideolojinin insanlara devlet zoruyla dayatılması anlamına gelmemektedir. Çoğulculuk ve din özgürlüğü çerçevesinde insanların farklı seküler ve dinî yaşam tarzları üretmeleri ve bunların fikirler pazarında serbestçe birbiriyle yarışma kapasitesine sahip olması, modern olarak nitelenmeyi daha çok hak etmektedir. Dinler pazarı, dinlerin yaşam alanıdır. Dinler pazarı da ekonomik alan gibi hiçbir şekilde dış bir otorite tarafından regüle edilecek ve tanzim edilecek bir alan değildir. O alanın ihtiyaç duyduğu regülasyon ve kontrol değil, maksimum düzeyde özgürlük ve çoğulculuktur.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT