1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Ahlaki Yozlaşma ve Irkçılık Tamam da, Tasavvuf Bir Gerileme Sebebi Olabilir mi?
Ahlaki Yozlaşma ve Irkçılık Tamam da, Tasavvuf Bir Gerileme Sebebi Olabilir mi?

Ahlaki Yozlaşma ve Irkçılık Tamam da, Tasavvuf Bir Gerileme Sebebi Olabilir mi?

​​​​​​​Eğer ulema halkı yeterince uyarabilseydi tasavvuftaki Batınîlik ve dünyayı terk etmeye eğilimi önlenebilirdi. Öyle olmadı, dünyayı tamamen başkalarına bırakma anlamındaki bir züht tasavvufun belirleyici rengi haline geldi.

06 Ekim 2017 Cuma 20:10A+A-

Faruk Beşer, Yeni Şafak gazetesinde yer alan makalesinde İslam dünyasının geri kalma sebeplerinden biri olan yanlış züht ve takva anlayışını yorumluyor:

Yeniden ayağa kalkabilmek için, günümüzün icaplarını yerine getirmeye çalışırken geçmişteki hatalarımızı da gözden geçirip değerlendirmeliyiz. Neden bu hallere düştük diye sormalı ve sorgulamalıyız. Şimdiye kadar bu konu üzerine ondan fazla yazı yazdım, gördüklerimin ve düşündüklerimin önemli olanlarını söyledim. Konuyu bu yazıyla bitirmek istiyorum.

Fakire göre geri kalma sebeplerimizden biri de yanlış züht ve takva anlayışımızdır. Bu sorumluluğu tasavvufa yükleyebiliriz, ama bunda ulemanın da payı vardır. Eğer ulema halkı yeterince uyarabilseydi tasavvuftaki Batınîlik ve dünyayı terk etmeye eğilimi önlenebilirdi. Öyle olmadı, dünyayı tamamen başkalarına bırakma anlamındaki bir züht tasavvufun belirleyici rengi haline geldi. Oysa Allah (cc) ‘mallarınızı sefihlere vermeyin, çünkü onları Allah sizin kıyamınız için yaratmıştır’ buyuruyordu. Yani müminlerin ayağa kalkabilmeleri, ya da ayakta iseler, ayakta durabilmeleri için servete ihtiyaçları vardır. Kıyam, hem ayağa kalkma hem de ayakta durma demektir. Ulemanın etkisi azalınca tasavvuf böyle bir meskenete dönüştü ve sonucu da çok ağır oldu.

Gerçi nasıl Osmanlı ilmiyesi 1800’lerden sonra düşüşe çare aradı ve 1925’lere kadarki yetmiş beş yıllık sürede sayıca ve derinlikçe Osmanlı’nın tamamını üçe katlayan büyük âlimler yetişti, ama buna rağmen düşüş önlenemedi ise, tasavvuf da yine o tarihlerde aynı sebeplerle Senusî ve onun kurduğu hareketin mücahit kahramanlarından Ömer Muhtar ve Kafkaslar’ın Şeyh Şamil’i gibi ilmi, cihadı ve tasavvufu bir arada bulunduran hareketler oluşturdu, ancak bu da düşüşe engel olamadı. Sonra ne Ahmet Cevdet Paşa’dan Elmalılı’ya kadar o âlimleri yetiştiren ilmiyye, ne de Senusî’den Şeyh Şamil’e kadar âlim ve mücahit sufileri yetiştiren tasavvuf kaldı. Tekrar her şey aslına rücu etti. İlmiyye budandı, parçalandı, damarları kesildi. Tasavvuf da yine eski meskenetine döndü. Takdis korkunç boyutlara ulaştı. Allah’tan başka kimseye ibadet etmemesi istenen mümin, değer verdiği insanların eşyasını bile mukaddes saymaya başladı. Böylece de Allah’ın ‘düşünsenize’ diye uyardığı müminlersadece paket program kullanır hale geldiler.

Geri kalmamızın muhtemelen yine bu tasavvuf anlayışıyla da irtibatlı bir başka sebebi de, ilk çizgisinden kaymış kader anlayışıdır. Bu konuyu uzun uzadıya anlatmaya çalışmıştım. Ehlisünnet itikadına, yani Resulüllah ve onun sahabesini izleyen çizgiye göre kader anlayışı mutlak cebr ile kaderi inkâr arasında bir yerde iken, daha sonra Cebriyye’ye doğru kaydı ve insan irade ve çabasını devreden çıkaran bir meskenete ve ne yaparsan yap, hiçbir şeyi değiştiremezsin teslimiyetine dönüştü. Böyle olunca da çalışıp çabalamanın bir muharriki kalmadı.

Buraya kadar saydığımız sebeplerin ortak bir sonucu olarak Müslümanlar tarifi mümkün olmayan bir ahlaki tedenni/düşüş yaşadılar. Bu çürüme şu anda bile bütün boyutlarıyla devam ediyor. Şüphesiz kaybedilen ahlaki değerlerin en başında yer alanı da dürüstlüktür. Yani emanet, yani güvenilen ve güvenen olma. Güvenilmemek ne kadar kötü bir hasletse, güvenilmeyenler sebebiyle güvenmemek de o kadar kötü bir durumdur. Güvendiği bir dalının olmaması insanı boşluğa, kimsesizliğe, yalnızlığa, hiçliğe ve ümitsizliğe iter. Güvensizlik, ahlakı da ekonomiyi de siyaseti de bozar. Geriye ne kaldı?

Bu ahlaki tedenniyi belki de gerileme sebeplerinin en başına koymak gerekirdi. Fakat yumurta tavuk hikâyesi gibi, onlar mı bu ahlaki düşüşe sebep oldu, yoksa bu ahlaki düşüş mü onları sonuç verdi, tespiti kolay değildir. Kesin olan sadece şudur; eğer biz tekrar ahlakımızı ve en başta da emanetimizi düzelterek işe başlarsak bu düşüşten çabucak kurtulabiliriz. Aksi takdirde zebun, müstedaf/ezgin ve zelil olmaya devam edeceğiz. Bismillah deyip, şu andan itibaren, Resulüllah’ın ifadesiyle, ‘şaka ile dahi olsa yalan beyanda bulunmaktan’ vazgeçebiliriz, bunun bir manisi yok.

Bu geri kalma sebepleri arasında elbette ırkçılığı da saymalıydık. Ama hatırlayalım ki, Osmanlı güçlü iken kimse ırkçılığa taraftar bulamıyordu. Zayıflayınca düşmanları bu damarı kaşıdılar ve bizi birbirimize düşürdüler: Çünkü din zayıflayınca ırkçılık dinden daha güçlü bir motif haline gelir. Şu anda ABD maddeten güçlü olması sebebiyle bu musibeti engelleyebiliyor. Ama gücünü biraz kaybetmesi halinde içeriden çatır çatır yıkılacaktır. Ve şu anda o, bu gücünü de bizim güçsüzlüğümüzden almaktadır.

 

HABERE YORUM KAT

3 Yorum